Koca bir yılın geçtiği rivayet olunur takvimlerde… Ancak belki de üzerimizden, içimizden veya başımızdan geçen süre bir yıldan çok daha fazladır. Bıraktığı, eklediği ve götürdükleriyle koca diye nitelendirilen bir yıl aslında ne kadarlık bir zamanın yaşanmışlığını temsil eder, bilinmez…

Özellikle gençlik yıllarında baş gösteren dinamik değişimler ve değişken dinamiklerin yıllar ilerledikçe temposunu düşürmesiyle, bununla aynı zıtlıkta seyreden yılların geçiş temposunun artması arasında bir alaka var mıdır? Zaman insanları bir ritüele taşımak üzere seyrediyorsa onca emek, plan ve hayal neden bu değişimlerden arınmış olarak hesaplanır?

Çünkü değişim hızdır, risktir, gençtir. Belki de bu yüzden değişimler ancak o kadar gençken ve gözü pekken gerçekleşir. Sonrasında ise bir zamanlar arzuladığımız ve belki de gerçekleştirdiklerimiz, yaşayacağımız değişimleri azaltır. O en fevri, cesur, gözü kara dönemlerimizde yıllara pike yaptırırken şimdi yılların kaçar kaçar geçtiğini sayabiliyor muyuz? Sahi yaş kaçtır ve aslında bir çok yaş elimizde olmadan kaçmış mıdır?

Yıllar bir abaküsün boncukları gibi sağdan sola doğru bir tel üstünde birikirken, gençken bazı yetersizliklerden ötürü “yerine getiremediğimiz şeylerin” artan sorumluluklardan dolayı “bir daha asla yerine getirilemeyecek şeyler” olarak hayattaki yerini alması, bu yıl dönümlerini daha bir anlamlı kılmıyor mu? Sahi yıl kaç ve değişecek ne kaldı?

Bu sorulardan yola çıkarsak bir yılın tam olarak ne zaman bittiği, hatta bitip bitmediği bile tartışılabilir. Yani insanların biyolojik ve miladi takvimleri tutmayabilir. Üstelik tam da şu aralar koca bir yıl diye nitelendiren 365 günün bitişini kutlayan sevgili toplum, tam anlamıyla neye sevindiğinin farkında mıdır?

Hayatlarına bir yıl daha eklediklerine mi yoksa ekleyeceklerine mi? Üstelik ikinci şıkkın garantisini kimse onlara veremiyorken…

Hatta kimilerimiz için o yılın 4 haneli rakamının telaffuzuna bile daha yeni alışılmıştır. Hem daha geçen senenin yılbaşı gecesi bile dün gibi hatırlanmıyor mudur? Peki zamanın bu kadar hızlı akması ve hatta akarken harcanması bir yaşlanma alameti midir? Şarap da değiliz ki yıllandık diyelim, bir değer biçelim, kendimizi teselli edelim!
Hayat bir takvim olayı ve bunun zaten farkındayız. Bir bakarız öyle çok şey birikmiştir ki, aynadaki suretimiz bile inkar eder görüntüsünü, “sahi ben daha genç değil miydim!” diye…

Oysa yaşadıklarımızın ömürle bir hısımlığı var. Onlar hayat kazandırırken, ömrümüzden çalabilirler. Sakin seyrediyorken, yerle bir de edebilirler.

İşte bu yüzden dünyanın kendi etrafında dönmesi ve günlerin birleşerek bir yılı oluşturması arasında nasıl değişmez bir ritüel varsa, dünyanın insan etrafında dönmesi ve yaşananların bir süreç ya da yıl oluşturması arasında hiçbir ritüel yoktur. Yaş ilerledikçe bu ritüeller hayatımızı etkisi altına alsa da, esas ele geçirilemeyen ve hatta kaçtığı var sayılan şey zamandır.

Eğer ruhumuzu dünyevi bir ritüele kaptırmışsak, takvimi filan boşverip kendimize şunu mu somalıyız şimdi;

Sahi yaş kaç ve aslında kaçı yaşıyoruz?