Sene 1994. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazanmışım. Bir çarşamba sabahıydı fakültede “Siyaset Bilimi”nin olduğu gün. Sınıf hınca hınç dolu. 180 kişi kadarız. Onunla ilk kez orada tanışmıştım. Çok zarif, asil, dimdik ve gülümseyen bir adam. Masasına oturunca yaptığı ilk hareket saatini çıkartıp önüne koymak olurdu. Her dersin ilk 15 dakikası serbest konuşma vaktiydi çünkü. Aklınızda ne varsa dile getirebiliyordunuz özgürce ve de bunun vaktini takip ediyordu hepimiz adına. Ne eksik, ne fazla olsun diye…

İlk dersten sonra şaşkınlık içinde Kulis’in oradaki tuvalete inip yüzüme su çarptığımı hatırlıyorum. Apolitik yetiştirilmiş 12 Eylül çocuğu olarak bir anda siyasetle yüzleşmek beni çok şaşırtmıştı. Ama şükür ki karşımda harika bir rehber vardı ve sistemi sakince olduğu gibi anlatıyordu. Evet, şaşırmıştım ama bir yandan bu şekilde öğrenmeye bayılmıştım da. “Siyaset Bilimi” en sevdiğim derslerden olmuştu. Dersin hocası sevgili Ahmet Taner Kışlalı’yı hem çok sevmiş, hem de çok saygı duymuştum.

Sonra bir gün derse girdi ve dedi ki “Şimdi size şunu soruyorum: Bu derste hangi konuları işlememizi istersiniz?” Herkes teker teker el kaldırıyordu ve her birine söz hakkı veriyordu. Ne konular, ne konular. Hayatımda hiç duymadığım sorunlar, politik meseleler. En solundan, sağına nice farklı soru ve sorun. Her birini saygıyla karşıladı. Herkese eşit söz hakkı verdi. Hiç kimseyi dışlamadı. Gelen düşünceleri kabul etti. Ben ise özel okul fanusundan bir anda devlet üniversitesi denizine düşmüş şaşkın balık gibiydim. Bir oraya bakıyorum, bir buraya. Ne derdi varmış bu dünyanın diye düşünüyordum. Ama bir yandan da demokrasinin nasıl bir şey olduğuna şahitlik ediyorum.

Zaman ilerledi, Ahmet Taner Hoca’nın derslerini dünyaları alarak tamamladım. 3. sınıfa geldiğimde fakültede “Kulis” dergisini çıkartmaya başladım. Okuldaki hocalarımla tatlı mizah yaptığım bir dergiydi. Haddi bilince mizah tatlı oluyor ve hocalarım da sevmişti dergiyi. Ahmet Taner Hoca ise okulun koridorlarında karşılaştığımızda gülümseyerek bana tüyolar verirdi, “Bak senin hocan öğrenciyken şunları yapardı, araştır biraz” deyip göz kırpardı. Onunla selamlaşıp, kısacık muhabbet etmek bile ne mutlu ederdi beni.

Sonra mezun oldum. Bir süreliğine bir reklam ajansında çalıştım ama sevmeyip ayrıldım bir pazartesi. Ne yapacağımı bilmez haldeyken annem bir perşembe sabahı uyandırdı beni “Kalk sizin okuldan bir hocanızı öldürmüşler” diye. Nasıl yani diyerek fırladım yataktan ve hepimizin bildiği o haberle karşılaştım. Şok olmuştum ve şok duygularınızı donduruyor. O anda öylece kaldım ve sonra hemen okula koştum.

Okulda öğrencilik yıllarımda çok aktiftim ve nice organizasyon yapmıştım. Okula varınca bunu bilen hocalarım, hemen bana görevler vermeye başladılar. Malum okula akın akın insan geliyordu ve fakültenin de süreci yönetmesi gerekiyordu. Ben de, arkadaşlarımla birlikte koşuşturup duruyordum. Sonra ertesi sabah dekan yardımcısı çağırdı beni odasına. “Oğlum, akşama Siyaset Meydanı geliyor, katılacak 80 öğrenci seçilmesi gerekiyor. Hallet bakalım şu işi.” Tabii hoca hallet deyince, onun sorumluluğu büyük. Ama şükür ki ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Çünkü Ahmet Taner Hoca’dan almışım dersi. O’nun sınıfının aynısı yaratılmalıydı, her görüşten ve renkten nice öğrenci. Ve öyle oldu da… Dilerim Ahmet Taner Hoca da razı olmuştur o geceki sınıftan oralardan izlemişse.

Cumartesi günü ise cenazesi vardı ve 2 gündür koşturmaktan ağlamaya fırsat bulamamıştım. Sonra hocanın cenazesi gelmeden önce kampüse büyük pankartlarla hocanın gülümseyen yüzünün fotoğrafları girdi. Yüzünü gördüğüm anda bendeki şok çözüldü ve ağlamaya başladım. Öyle bir ağlamaydı ki bu saat 11’de başladı ve akşam 7’ye kadar kesilmedi. O gün hafif de yağmurluydu Ankara ve ikisi birleşince hastalandım. Ama ertesi gün içimde bundan sonrasından ne yapacağıma dair bir netleşme vardı: Ben okulumda hizmet etmeye devam etmek istiyordum. İşte fakültemdeki sonraki 6 seneki sürecim o haftasonu başlamıştı. Hoca gidişinde bile nice armağanlar sunmaya devam ediyordu.

O, aramızdan ayrılalı 20 yıl oldu. Ama bazı insanlar ölümsüzdür. Ruhlarına dokunduklarında yaşarlar asırlar boyu. Ahmet Taner Kışlalı nice ruhlara dokundu hem bilgisi, hem de yüreğiyle… O sadece bir bilim adamı değil, bir yürek adamıydı da… Demokrasiyi sadece anlatmadı, yaşattı da… “Gençler, cumhuriyetin bekçileri sizsiniz” denilen yerde, “kapıda beklemeyin öylece, gelin neyi beklediğinizi bilin” diyerek içeriye davet edendi o bizi…

Ruhun şad… Nurların içindesin güzel hocam. Gülümsemenden her daim taşan nurların içinde… Her daim bizimle…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...