Bazen karlı günlerin ardından çıkan güneşin yüzümü aydınlattığı ılık ılık esen meltemin saçlarımı hafifçe kıpırdattığı mis gibi bir bahar gününde yemyeşil çimenlerin üzerinde oturmuş huzurun ve sessizliğin tadını çıkarırken aklımda bin çeşit düşünce olduğu halde kalemi elime aldığımda yazacak hiçbir şey bulamam. Birkaç klişeden başka… Bazen, ufacık bir konu üzerine saatlerce kavga edebilirim.
Bazen rüzgarın oradan oraya savurduğu bir yaprak olmak gelir içimden. Her şeyi akışına bırakmak… Sorumluluk nedir bilmeden, kim ne der aldırmadan; sadece konmak bir yere tanımak orayı başka bir yere savrulmadan önce. Bazen ise kökleri toprağın metrelerce altında bir ağaç olmak isterim. Fırtınalarda hafif sarsılsam, dallarım kırılsa bile asla devrilmeden yüzyıllar bin yıllar boyunca orada öylece durmak. Etrafımda nice hayatlar başlayıp biterken kendimi sağlama almış olmanın rahatlığıyla sığınılacak yuva, tutunulacak dal olmayı vaat etmek…
Bazen tamamen zevk odaklı yaşamam gerektiğine inanırım. Her yerde beni üzmek için uğraşıp didinen casuslara prim vermemek, başkalarının duygularını önemsemeden sadece kendi hazzım için varlığımı sürdürmek çok hoş gelir kulağıma. İsterim ki bir gece kocaman bir pizza yedikten sonra alıp başımı vurayım kendimi sokaklara, başım dönene kadar içeyim, sabahlara kadar dans edeyim, sonra da kandili canım nerede isterse orada söndüreyim… Bazen ise acıyla varolmanın hayata karşı asil bir duruş olduğunu düşünüp kendimi zorla her şeyin berbat olduğuna inandırasım gelir içimden. Derken kahpe dünyaya içip ağlaya ağlaya eşsiz sanat eserleri verebileceğimi düşünür, bir an için sevinirim kolay yolu bulduğum için… Ama aslında pratikte bunların hiçbirini yapamam.
Bazen fazla düşünürüm ben. Düşündüğüm zamanlar seni her zamanki kadar sevemem. Düşündüğüm zamanlar sen küçülürsün gözümde ve ben devleşirim giderek. Sen daha hatalı bulunursun birçok konuda ve ben haklılığımı tekrar tekrar kanıtlarım kendime. Sonra tüm bunları fark edince utanır, içime kapanırım. Düşündüğüm zamanlar sana neden aşık olduğumu hatırlayamam. Bazen ise sadece duygularımın peşine takılmak gelir içimden. Bir sabah uyandığımda her şeyin bambaşka bir hal aldığını görmek ve bu yolla asla sıkılmamak hayattan. Ancak bunu yaparsam yanında uyanacağım kişinin senden başkası olması ihtimalini göze alamam. Ve bu ihtimalden dolayı kendime çok kızmam gerektiğini düşünürüm.
Bazen dar gelir bu şehir bana, kaçıp gitmekten başka bir şey düşünemez olurum. Ciğerlerim şişip yüzüm morarana kadar koşmak, sonra gücümün bittiği yerde bayılıp kalmak isterim. İsterim ki koştukça açılsın dünya önümde ve uzasın yollar sonsuzluğa. İsterim ki dönüp arkama bakmayayım, baksam da bir şey göremeyecek kadar uzakta kalmış olsun her şey… sen bile. Bazen ise, anayollardan birinde kalabalığı yararak ilerlemeye çalışırken örneğin, giderek ufaldığımı hissederim. Şehir sanki yutar beni, yavru bir karıncaymışım gibi çiğner geçer fark etmeden. Böyle zamanlarda yalnız olduğumu düşünüp ağlamaklı olsam da, sonra geçeceğini bildiğimden bu beni korkutmaz.
Kafamdaki bu düşünceler birbiriyle çatışır günbegün.
Ve ben büyürüm, olgunlaştım sanırım.
Bazen siyahla beyazdan birini seçmeye çalışırken,
Gri bir bulut olurum.
Yağmur olup kendi üstüme yağarım.
Bu ılık bahar gününde, kendi saçlarımı ıslatırım.
Zaman geçer, zil çalar, hayat bekler,
Ben öylece kalakalırım….