Ne yaşandığı ve hissedildiği gizli kalsın!
Sadece bir olaydan sonra gelip de yerleşen o suskunluk hissinden bahsediyorum. Dışarıdan çok dingin gibi görünen ama içerde fırtınalar koparan; biraz yalnızlaştıran, kısmen anlamsızlaştıran o heykellere özgü asil eylemsizlik…
İnsanın üstüne çöken gizemli sis ;
“Sessizlik”
Her söz sessizliğe, her ses de sizi biraz daha kendinize götürmüş. Sessizleştikçe küsmüş, küstükçe de susmuşsunuz. Oysa esas şimdi barışmalıymışsınız kendinizle… Çünkü “kendiniz” kendinize kalmışsınız, işte en güzel müjde!
Kimi zamansa; “En güzel yanıt hiç yanıt vermemek!” diyerek kapamışsınız tüm kapılarınızı. Arkanızdan bakakalmışlar. Hatta bazıları bunu bile anlamamışlar. Sizi anlamadıkları için sustuğunuzu anlatamadığınız gibi, zaten söyleyerek anlatamadığınız bir şeyi susarak hiç anlatamazmışsınız.
Sizi sessizleştiren bir şeyler var biliyorum. Yoksa bu bir intikam mı? Bir incinme, bir ceza, bir ihtiyaç… Söyleyin sizi susturan ve aslında sizi size armağan eden kim?
İnancınızın tükenmişliğinden söz etmişsiniz. Hatta büyük ihtimalle sessizliğe terfi etmeden önceki son düşünceleriniz bununla ilgiliymiş. Öyle ya inanç bitti mi hayat da biter. Siz de söylediklerinizin değil doğru anlaşılması, bir şekilde anlaşılmasına yönelik bile inancınızı kaybettiğiniz için artık heykelsiniz belki de…Yorulduğunuz için… Anlatmak istedikleriniz, karşınızdakinin anlama kabiliyetinden ibaret olduğu için… Hatta anlamayanlara karşı anlatmak istediğinizi defalarca savunmak zorunda kaldığınız için… Alacaklıyken bir anda borçlu çıktığınız için… Karşınızdan bir anlam beklerken, olan anlamları bile yitirdiğiniz için… Bunlara bağlı olarak sesiniz, şevkiniz ve inancınız da kırıldığı hatta bittiği için…
İşte gayet masumane görünen bu yok oluş, otopsiye gitmesi gereken meçhul bir ölü aslında . Gerçekten yok mu oldu, yoksa yok mu edildi acaba?
Kimileri bunu kendilerine karşı bir tavır olarak algılayabilir. Gerçi aynı takım tutmak gibi, sessizlik de bir seçimdir. Harflerinizin kaybolması, nefesinizin çıkmaması, cümle kurulacak mecalinizin bile kalmamasıdır. Oysa kimse kimseye karşı değildir, herkes kendinden yanadır. Siz susarken karşınızdakileri, içine düştükleri muammadan üstünüze sıçrayan izlere bile olmadık anlamlar yüklerken bulabilirsiniz. Yani sessizliğinize kendilerince bir neden, o da yetmezmiş gibi kader yazarlar. Onların inanması yeterlidir. Üstelik inanç dedikleri, mantıklarına sığan herhangi bir şeydir. Bu yüzden kifayetsizdir ve sizin kaybettiğiniz inanç, onların bulduğu bir hazine olur. Ve buldukları hazineyi gerçek sanarak ona inanmaları da sizi sonsuza kadar yok etmeye yeterdir. Gerçi çok daha sonra anlayacak olsalar da aslında bu oyunda ilk önce kendilerini yok edeceklerdir.
İşte o anlar, yani birinin söylediklerinin sizin demek istediklerinizle o hiç alakası olmadığı anlar, bir giyotinin büyük bir gürültü ve hızla üstünüze doğru inmesi gibidir. Aklınız varsa inmesini beklersiniz. Çünkü hikayenin ancak biri öldüğünde biteceğini bilirsiniz. Siz aynı zamanda, size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmaktan da çekinirsiniz. O yüzden hiç ölmemesi gereken kişi siz bile olsanız, sırf adet yerini bulsun diye kendinizi vurur prensibiniz. Aslında esas hedefiniz artık inancın bile kalmadığı noktada, giyotinin ipini kesen kişinin hesabından kendinizi düşmektir. Ve bu, tamamen kendinizin iyiliği için verilmiş bir karardır. Evet vakit, kendinizi onun hayatından aşağıya atma zamanı… Önce hisleriniz bıraksın kendilerini, sonra da sözcükleriniz… Hemen arkasından sesiniz sökülsün gırtlağınızdan, sonra görüntünüz… Artık hiçbir şey kalmasın sizden dışarı, karşınızdakinden içeri…
Tabi bir de tam zamanlı günah keçisi aranıyor hikayenin bundan sonraki kısmına. Öyle ya susan mı susturan mı suçlu bilinmez ama olayın bundan sonrası için de inandırıcı bir suçlu aranıyordur. Başka türlü adet yerini bulmayacaktır. Tabi sustuğunuz için bu elbise sizden iyi kimsenin üzerine yakışmaz. Ağzınızı açıp “burası sıkıyor” bile diyemeyeceğiniz için en iyi yardımcı “suçlu” oyuncu yine siz seçilirsiniz. Tabi hem suçlu hem de güçlü bir niteliğe de sahip olmanız atalarımız ve de kendiniz açısından son derecede önemlidir. Çünkü onca söyleyeceğinize rağmen, yapılanlara ve söylenenlere karşı erdemli bir suskunluk göstermenizi ancak gücünüzle sağlayacaksınız. Neyse ki en nihayetinde sessizliğinizin yorgunluğunun, konuştuğunuz zamanki kırıklığınızdan daha çekilebilir olduğunu göreceksiniz.
Artık yaşayan bir ölü olsanız da konuşmaktan vazgeçmek sonsuz bir iktidar sağlar.
…ve zaten insanlar da ölmezler, sadece susarlar.