Eskilerden bahsetmek istiyorum sizlere, toplum olarak bizleri, özellikle hanımları geçmiş tv hayatımızda dalga dalga dalgalandıran ““Biri Bizi Gözetliyor”” adlı programı anlatmak istiyorum.
Daha o zamanlar ülkemizde bu garip furya yani yarışma çılgınlığı böyle bir boyutta değildi, o zamanlar Türk seyircisi daha çok başka programlarla iştigal etmekteydi. Sonra sonra pop star, akademi star, evlenme yarışmaları falan derken iş gelin kaynanayla çığrından çıktı. Ben bu yarışmaların öncüsü bir yarışmanın (“Biri Bizi Gözetliyor”un) yarışmacısı olarak; o zamanlar ne akla hizmet katılmışım, 24 saat bir eve kapanıp hayatımı sergilemeye şimdi anlatmaya başlıyorum. Bir defa kesinlikle çılgınlık, hatta ruhsal bozukluk diye adlandırabilirsiniz; tamam, bir ölçüde kabul ediyorum özellikle de son dönemde ekranda abuk sabuk kavga eden prim yapmaya çalışan insanları gördükçe ben de vah vah diyorum ama durun bir dakika… Eski insanlar gibi bizim zamanımızda diyerek başlıyorum…
Efendim bizim zamanımızda televizyon henüz bu kadar kirletilmemişti yani hala hafifte olsa masumiyet vardı ara ara da göz kırpıyordu, tamam reyting o zamanda kutsaldı ama ne bileyim bu kadar da gözümüze gözümüze sokulmuyordu. İşte oyle bir dönemde ilk “Biri Bizi Gözetliyor”u izlerken birden dedim ki ben bu yarışmaya katılmalıyım, belki o an tamamen şuursuz, şuurunu yitirmiş bir haldeydim artık orasını bilemem, olabilir de. Açıkca söylemek gerekirse ülkemizde çoğu insanın peşinde olduğu tanınma merakı beni de cezbediyordu halbuki şöhret denen tanınmak denen hatta popüler kültür denen şeyin en zeki insanları bile kandırabileceğini sonra da psikolojisini bozabileceğini ve kafasına allar, morlar, üzümler takarak sokakta dolaşabileceğini tahmin etmiyordum, şimdi diyebilirsiniz ki; “Cüneyt sen de mi öyle oldun?“Yok yok aman böyle bir durumda değilim ama çevremde bu tarz insanları görüyorum ve ne kadar da zeki ama o da bu sabun köpüğü gibi şöhrete el pençe divan duruyor, diyorum. Neyse efendim ben ne diyordum, hah evet bir türlü anlatamadığım bu yarışmaya giriş münasebetimi anlatmaya çalışıyordum.
Radyo-televizyon mezunuydum ve kamera arkasında çalışıyor ama popüler olmak isteyen her Türk genci gibi kamera önünde de olmak istiyordum. Neyse bu sonra sonra gerçekleşmedi mi gerçekleşti, hatta daha sonraları efendim ben bu yarışmanın hem sunuculuğunu yaptım; hem de jüri üyesi oldum yani yarışmaya yeni yarışmacılar seçtim. Asıl muhabbetimize dönecek olursak bu yarışmada neler neler yaşanıyor daha doğrusu yaşanıyordu. Bir kere ilk 24 saat yayın yapan yarışma benim katılmış olduğum gruba denk geldi, o yüzden şu an da olan durumlar bizim için bildik tanıdık değildi. Ne reyting getirir bilemeden masumca safça o evde yaşadık. Bir kere 24 saat yayınlanacak olmasından dolayı ağzınızdan hiç bir şekilde küfür çıkmayacaktı, her gün evinizi derleyip toplayacaktınız yani hep düp düzgün olacaktınız. Ne kadar da sıkıcı değil mi? dediğinizi duyar gibiyim; durun biraz ya durum o kadar da sıkıcı değildi,aslında eğlendiğim zamanlarda boldu.
Bir kere o evde kameralar olsa da (tam tamına 48 kamera) çok farklı insanlarla bir daha hiç bir şekilde bir araya gelemeyecek zamanlar vardı (İlk yarışma yarışmacıları olarak o zamanlar o kadar kavga gürültü patırtı yoktu ve ben yıllar sonra bile herkesten Cüneyt sizin ev yarışmanın en kalitelisiydi lafını duyuyorum). Hem yarışma zamanı, hem de yarışma sonrası düşündüğüm şey 15 farklı ruh yıllar önce hatta milyarlar yıl önce nasıl bir antlaşma yaptığımızdı, çünkü aslında şu an ki bu yarışma çılgınlığının öncüsü bir yarışma olarak ruhlarımız anlaşmışlardı; sıramız gelen eve girecek sıramız gelen tek tek evi terk edecekti. Şimdi diyebilirsiniz ki “Cüneyt iyice sapıttın ruhsallıkla bu konunun ne alakası var?”, var efendim var işin içinde ruhsallık her daim vardır özellikle de TV gibi insanı etkileyen en büyük güçlerden birinde gövde gösterisi yapacaksanız, ruhsallık size eşlik eder. Bir kere bu yarışmaya girmek tamamıyla riskti, ama ben TV’de kamera önünde iş yapabilmek için ve risk almayı da sevdiğim den olsa gerek bir anda kendimi bu yarışmada buldum. Toplam 15 kişiydik, 15 farklı insan diye anons ediliyorduk ve gerçekten hafızanızı zorlayın o dönem çok keyifliydi ya da ben kendi adıma konuşursam orada bulunmaktan keyif alıyordum. Ayrıca izleyici portremiz oldukça kaliteliydi; o zaman yayınlanan diziler bizim yanımızda barınamıyordu, çünkü o dönem ki izleyici gerçek hayatlardan kesitler izlemek istiyordu.
Benim dönemimde efendim kimler vardı diye soracak olursanız hemen söyleyeyim; Edi, Ali (zenci), Hacer, Volkan, Meltem, Sinem, Volky, Nur, Ece, Nurcan, Ebru, Doğan, Nursen, Gökhan. Şimdi pek çoğunu hatırlamıyorsunuz belki de hiç birini, ama işte popüler kültür de böyle olsa gerek; bir anda baştacı yaparken bir anda yok edebilir. Şu anki yarışmaları düşününce bizim evin en kavgacısı olarak gösterilen Edi aslında kaliteli düzgün bir adamdı. Belki de ev ahalisinin çoğunun üniversite mezunu olmasından dolayı da eli yüzü düzgün bir dönemdi. O dönemde Edi’nin ciddi ciddi fanatik kitlesi vardı ve bence hala bu tarz yarışmalar Edi gibi bir fenomen yaratamadı (Bana yolda sokakta hala Edi yi sorarlar). Şimdilerde kalitesizliğin baş gösterdiği şu anki yarışmacılar bütün yarışmaları seyredip karşımıza çıkmışlar ve ne reyting getirir ne getirmez haliyle bilerek, oynayarak davranıyorlar. Şu zamanlarda ekranlarımızda salınan bu tuhaf karakterlerin kalitesizce sırf reyting adına kavga ettikleri, beden gösterdikleri, sahte oldukları bir dönemde bu tip yarışmaların öncüsü bir yarışmanın yarışmacısı olmaktan hicap duyuyorum.
Neyse bizim dönemimize geri dönecek olursak aslında hoş dönemlerdi. Dışarıda insanların her daim bana ve arkadaşlarıma sorduğu sorular vardı; orada bir senaryo var mı? yani sizler bir takım oyunlar mı oynuyorsunuz? Hayır efendim, ortada senaryo menaryo yoktu; biz doğal hallerimizle oradaydık, ama kabul edelim ki toplum içinde olan bizler her daim oyun oynamıyor muyuz? Hala kendimiz olmaya çalışmıyor muyuz? İşte orada da bu durum tabii ki 15 farklı insan için arz ediyordu. Herkes kendini izleyicilere beğendirme, sevdirme (bazen bu yüzden samimiyet yaratmak isterken samimiyetsizlik sergileyen antipatik olan da oluyordu), bu yolla oylarını yükseltme derdindeydi ama inanın bana o evde yaşarken kameraların varlığını unuttuğum çok zaman vardı. Bir kere bir süre sonra orada yaşamaya alışıyorsunuz; uykunuz geliyor, pijamanızı giyiyorsunuz, en sade halinizle ayağınızda terlikleriniz uzun uzun esniyorsunuz. O sırada kim takar kamerayı, insan bir an önce zıbarıp yatmak istiyor. Demek istediğim ortada senaryo yoktu; bizler kendi varlığımızla kendi cümlelerimizle oradaydık. O ev bambaşka bir auraya sahipti ki ben en uzun kalanlardandım. Tam tamına 93 gün orayı soludum. Yukarıda dediğim gibi eğlendiğim de, ofladığım da, pufladığım da zamanlar çoktu. Sıkıldığım zaman yazıya sığınıyordum ya şiir-şarkı sözü yazıyordum (bir yandan besteleyip evde hep birlikte söylüyorduk) ya da ruhsal durumumu kendime anlatmaya çalıştığım kendime ait yazılar yazıyordum.
Biz yarışma içindeyken dışarıda meğerse ciddi ciddi fanatikler oluşmuş durumdaydı. Herkes bizim ruhsal durumumuzu merak ederken ben asıl bu dışarıdaki fanatik insanların ruhsal durumlarını merak ediyordum. Sadece ekrandan gördüğü bir insandan nasıl bu kadar nefret edip ya da bir anda çok etkilenip acayip sevgiler sunarlardı. Yaşını başını almış koca koca teyzeler, amcalar dışarıda, stüdyolarda bizim için kavgaya tutuşmuş bağırıp çağırıyorlardı. Bunu hiç bir zaman anlamadım yani bu derece fanatiklik hiç normal bir durum arz etmiyordu. Dışarıda ki o insanlarında acilen incelenmeye ihtiyaçları vardı.
Bizim içerideki durumumuzu soruyorsanız efendim bir kere özlem inanılmaz bir sancı gibi bedeninizde geziniyor. Herkesi her şeyi özlüyorsunuz, sevdikleriniz aileniz sizi ekranda görüyorlar, ama siz onlarla hiç bir şekilde iletişime geçemiyorsunuz. Hani askerlik gibi demek istiyorum çünkü orada aynı şekilde kurallar kaideler vardır, ama askerlikte bile insan ailesiyle, sevdikleriyle konuşabiliyor. Fakat yarışmanın formatı böyleydi; yüz gün bu evde hiç kimseyle görüşmeden dış dünyayla ilgilenmeden haber almadan yaşamanızı sürdüreceksiniz. Bu arada sürekli söylenen bir şey var; “niye bu insanlar kitap okumuyor?” Kitap, gazete, dergi daha önce söylediğim gibi yasaktı ki ben kitap okumayı seven düzenli 3,4 kitabı bir arada okuyan, gündemi takip eden biriyim. Orada kağıt kalem bile bazen bulamadığım zamanlar oluyordu, ama bulduğum zaman direk kendimi yazmaya veriyordum. İçimden düşündüğüm gibi bazen sesli sesli şöyle söylediğimi hatırlıyorum: dışarı çıkınca uzun uzun yürümek istiyorum, hatta koşmak sınırsızca koşmak istiyorum, hayatınızın değerini bilin vb. (ki askerde de aynısını söyledim). Yalnız başıma daha çok kalmak, çünkü yalnız başınıza hiç bir şekilde kalamıyordunuz. Yatağa yatıp düşlere daldığınızda ya kameralar haliyle sizi çekiyor ya da arkadaşlarınız geliyor vb. ki o sırada ben sadece yalnız kalmak istiyordum, ama ben bunları bilerek bu yarışmaya katılmıştım. Kimse silah zoruyla bana bu yarışmaya katılacaksın dememişti; o yüzden eğlendiğim anlarda olduğu gibi, sıkıldığım bunaldığım anlarada da sahip çıkmasını bilmeliydim. İşte böyle diye diye o sıkıntılı günlerimi atlattım.
Bir gün hiç unutmuyorum sanıyorum 75. gün falan… Evde 5 kişi kalmışız ve bizi tek tek konuşmaya görüşme odası diye adlandırdığımız (editöryal kişilerle görüştüğümüz) odaya alıyorlar ve soruyorlar ne hissediyorsunuz diye; o sırada ben dedim ki: sanki hayatım hep burada geçecek, artık dışarı hayatı unutmalıyım, hayatım burada ve buradaki yaşamdan başka yaşam yok gibi… Bu dediklerim haftasonu canlı yayın elemede yayınlanmıştı. İşte ben o sıralarda bu garip psikolojideydim, yani sıyırmışım hafiften çizik atmak üzereymişim… Ama kendimle hesaplaşan, çarpışan biri olarak o dönemde diyordum ki dışarıya çıkınca; evet, hep istediğim şöhret beni karşılayacak ama ben bunun üzerine bir şeyler yapmalıyım. Daha o zamandan hissediyordum, ama özellikle de dışarı çıkınca daha iyi anladım ki dışarıdaki durum daha fena insanlar siz hiç bir şey yaratmadan, onlara hiç bir eser sunmadan sizden imza alabilmek için, fotoğraf çektirebilmek için çırpınıyorlar; hem de tüm bunlar Türkiye’nin kalbi olan İstanbul un en güzel semtlerinde oluyor (artık küçük kasabaları siz düşünün).
Artık çok iyi biliyorum şöhret denen hadise arızaların en ağırıdır. Şöhret, bir güzel kur yapar en zeki insanı bile tavlar. Bir de o sırada insanlar imza almak için birbirleriyle yarışırken haliyle kendinizi bir pop star olarak görüyorsunuz. Vay be oluyorsunuz ama unutmamak gerek ki bu vay belik durumlar anlık sabun köpüğü cinsindendi. Sabun köpüğü şöhreti… BBG’yi ben asansöre benzetiyorum zemin kattasınız hiç tanınmıyorsunuz asansöre biniyorsunuz ve asansör sizi ya 3. kata ya 4. kata en fazla hadi 5. kata çıkarsın. Tamam 6. kata, 7. kata hatta sekizinci kata çıkmıyorsunuz ki zaten 3. kat a bile çıksanız ciddi anlamda yüksektesiniz. Eğer ki siz bir şeyler üretirseniz, yaratırsanız ancak o zaman kalıcı olabilir 6’ya, 7’ye hatta bir gökdelen asansörüyse bindiğiniz bina ve yükseklik korkunuz da yoksa çok daha yükseklere çıkabilirsiniz. Ama hiç bir şey üretmezseniz şöhret denen şey size tokat atar ve sizi gözünüzün yaşına bile bakmadan 3. kattan zemin kata yollar.
Şimdilerde en fazla sorulan sorulardan biri de o yarışmalardan kimler kaldı? Evet haklısınız o dönemden pek kimse kalmadı, ama bu bir seçim diyelim ve herkesin TV önünde bir şeyler yapması gerekmiyor. Bazı arkadaşlarımla hala görüşüyorum ve çoğu eski işlerine eski hayatlarına geri döndüler. Zaten bir düşünün herkesin TV önünde veya medyada bir şeyler yapması çok da kolay değil.
Nerden nereye, ben bu yazıyı evet bu yazıyı niye yazdım; son dönemde ekrandaki abuk sabuk insanların tuhaf davranışlarını sizler gibi gördükçe vah vah deyip, zaman zaman aklıma geliyordu ve şöyle bir şeyler yazayım diyordu. Ama sevgili editörümün ricasıyla yazma isteğim tetiklendi. Aklıma daha neler neler geliyor ama yazıda uzadıkça uzuyor meğerse anlatacak ne kadar çok şey varmış. Yıllar sonra bu tarz yarışmaların öncüsü olan “Biri Bizi Gözetliyor” adlı programın bu hallere gelecek örneklere gebe olduğunu bilseydim ya programdan kürtaj olurdum; ya da bu programı kürtaj yapmaya çalışırdım. Efendim bizim zamanımızda diyorum sürekli ama gerçekten bizim zamanımızda bu yarışmaların popstar, akademi star derken bu tip evlenme mevlenme, kaynana maynanayla işin çığırından çıkacağını hiç kimse gibi yarışmanın içinden birisi olarak ben de hayal edemiyordum. Evet Tv bir reyting arenasıydı. Bu, her zaman her yerde geçerli kaideydi; fakat reyting uğruna yarışmacıların saç saça baş başa kavga etmesi milyonlar önünde yalan dolana sarılarak bilinçli gündeme gelme politikası gerçekten tuhaftı. Tesadüf yoktur ben bu yazıyı yazarken RTÜK tarafından bu tip yarışmaların kaldırılacağı açıklandı. Bakalım önümüzde ki günlerde neler olucak, güzelim Türkiye daha neler neler görecek…