Ülkemizdeki kadınların en büyük sorunlarından biri seneler evvel başlamış olan ve sayısal olarak her sene katlanarak artan Rusya ve civar ülkelerden süren yabancı hatun göçü…

Geçenlerde bir iş için gittiğim Laleli’de mağazaların her birinde en az bir adet olmak üzere yabancı kadınların tezgahtar olarak çalıştırıldığı dikkatimi çekti. Bavul ticareti üzerine uzmanlaşmış bir bölgede bu durumun görülmesi gayet normal. İş akışının hızlanması için belki de gerekli.

Fakat yabancı hatunların en çok yerleştikleri ve artık sayıca fazlalaşmaya başladıkları güney bölgelerimiz için aynı şeyi söylemeyeceğim. Özellikle yaz tatili için oralara giden insanların dönüşte en çok anlattıkları olay (mesela) Antalya’nın giderek St. Antalburg olma yolunda ilerlediği….

Yabancı uyruklu hatunlar; zaman içerisinde komşuları ve çevreleri ile kolayca uyum sağlayarak üstüne üslük çok kısa bir sürede Türkçe’yi öğrenerek, adaptasyon kısmını atlatıyor ve adeta bizden biri gibi oluveriyorlar.

Eh bizimde milletçe yabancılara olan sempatimiz, misafirperverliğimiz filan da işin içerisine eklenince caddelerimiz, sokaklarımız kar beyaz tenli, sarışın fıstıklarla dolup taşıveriyor.

 

Yufka yürekli, sevecen, merhametli bir millet olduğumuz için o garibanları işsiz, aşsız bırakmıyor gönüllerini hoş tutuyoruz. Neticede onlar bize emanet ve biz emanetlerine sahip çıkan koruyan, kollayan (!) insanlarız…

Peki erkeklerimizin bu durumdan herhangi bir şikayeti var mı? Olduğunu sanmıyorum. Olanı da Allah çarpar…

Şikayet edenler kim? Yıllardır yapılan araştırmalarda hep standartların üstünde, balık etli çıkan, evlenene kadar afet-i devran, evlendikten veya çocuk olduktan sonra afet-i beşer olan kadınlarımız tabiî ki.

Gelelim kıskançlık ve şikayet gerekçelerine:

Neymiş kocalar plajda, şezlongda uzanırlarken;yanındaki yabancı fıstıkları süzüyor, dikkatli dikkatli bakıyorlarmış… Yalan efendim külliyen yalan!…

Esas baştan aşağı gözle tarama yapmak suretiyle o incecik hatunda kusur arayan onlar. Biz sadece üstsüz zavallılar üşütür mü, üşütmez mi, hastalanır mı, o endişeyle, acıyarak (!) bakıyoruz o kadar…

Hem onların bacakları sütun gibi ise bizim ne suçumuz var? Belki o sütunlar bize antik Yunan’ı, Roma’yı çağrıştırıyor. Tarih bilincimizi geliştirmemizde ne gibi bir sakınca var anlayamadım. Sonra denizden çıkarken ellerini tutup yardım etmek, havlu sunmak, sigaralarını yakmak, yabancı dil pratiğimizi arttırmak için sohbet etmek… Of! Amma da kıskanç bizim hatunlar yahu, öküz altında buzağı arıyorlar resmen…

“Her şer’de bir hayır vardır” dermiş eskiler. Türk kadının zeka olarak diğer milletlerinkinden bir farkı yok tabi. Kaptırırlar mı gül gibi kocalarını, sevgililerini el alemin karılarına.

Tatilden dönen hatun başlıyor rejime, spora. Masalarda börek çörek bırakıyor yerini sebzeye, meyveye. Badem yağı, susam yağı, ceviz yağı, kekik, sarımsak karışımları bolca sürülüyor balık eti bölgelere. Kalori yakacak hareketler, yürüyüşler, koşular da cabası…

Neticede tüm bu çaba, bütün uğraşılar bizim için, bize daha güzel görünmek için. Başka da bir amaçları yok…

Evlerde bu günlerde en çok duyulan şarkı bu:“Form ye formda kal basit, Form ye formda kal”…

E, ne de olsa “REKABET KALİTE ARTTIRIR”…