Doğduğumuz günden bu güne büyümemize, gelişmemize,toplumda bir yer edinmemize dair ne çok aşamalardan geçmişizdir ve geçmeye de devam ediyoruz. Bebeklik dönemi,ilkokul öncesi ve sonrası çocukluk dönemi, ergenlik dönemi, gençlik dönemi ve hem orta yaşları hem de ilerisi olan yaşlılık (olgunluk) yıllarını da içine alan yetişkinlik dönemi. Bu yaşadığımız ve yaşayacağımız her bir dönem, içersinde ruhsal ve bedensel olarak değişmemize ve gelişmemize bağlı birçok özellikleri barındırmaktadır. Tabi, bu özelliklerde yaşanılan zamana ve ortama bağlı olarak her bir bireyde değişik şekillerle veya örneklerle kendini gösterebilmektedir.

Benim çocukken en iyi arkadaşlarım, oyuncaklarımdı. Bebeklerime annelik yapar,gerektiğinde onların öğretmeni ya da doktoru olmanınve delogolarımla da bir şeyler üretebilmenin sevincini yaşardım. Ayrıca oyuncaklarımı paylaştığım, zaman zaman da saç başa girdiğim ama yine de birlikte vakit geçirmekten çok keyif aldığım arkadaşlara da sahiptim. Televizyon ise vardı ancakevdeki varlığı bile hissedilmeyecek kadar azdı. Zaman içersinde birkaç programla ailemizde yer edinmeye başladı. “Susam Sokağı”nı çok büyük bir keyifle izlediğimi hatırlarım. Zaten, o zamanlarbir TRT’nin yayınları vardı. Zamanın ilerlemesiyle 1990’lı yıllarda özel televizyon kuruluşlarının da ortaya çıkmasıyla artan kanallar, teknolojik gelişmelerive buna benzer her türlü yeniliği merakla takip eden bizlere de kendini benimsetmeye başlamış ve böylece günümüzdeki yerini almayı başarmıştır. Artık, televizyon denilen makine hemen hemen her evde varlığını son derece etkili bir şekilde hissettirmektedir ve hatta evlerin vazgeçilmez bir elektronik eşyası haline gelmiştir. Evdeki küçük-büyük yani yaşya da eğitim durumu fark etmeksizin her bireyin televizyonla muhakkak bir ilişkisi bulunmakta. Küçücük çocuklar, çoğunlukla yaramazlık yapmasın diye televizyon karşısına oturtularak televizyon denilen bu makineyle tanışmakta,yetişkinler ise bilinçli ya da bilinçsiz olarak isteğe bağlı bir şekilde seçerek ya da seçim yapmaksızın televizyondaki her programı seyredebilme özgürlüğüne zatensahiptir. Ayrıca, televizyon gibi güçlü bir kitle-iletişim aracından da faydalanmamak aptallık olur. Ancak, televizyon yayınlarının da ilk zamanlarındaki gibi masum olduğu söylenemez. Özellikle de sadece sağlayacağı ticari kazanç düşünülerekyapılanbir takım programların insanlar üzerinde nasıl ve ne derecede olumlu ve olumsuz etkilerinin olduğutartışılır. Televizyon en güçlü iletişim aracı olsa gerek; dünyanın dört bir yanına sesini aynı anda duyurabilen ,kendini izlettiren ve eğitimli-eğitimsiz ,fakir-zengin,çocuğu-genci-yaşlısı her kesimden insanı çeşitli yollarla maddi-manevi etkileyebilenve aynı zamanda insanları yönlendirebildiği için de biraz da bu tarz etkilerinden korkulması gerektiğini düşündüğüm çok yönlü bir araç. Bizler ise bu kadar güçlü değiliz , zaman zaman yaşadığımız olumsuzluklar bizleri yapay mutluluk arayışlarına itiyor ve böylece kendimizi televizyonun renkli dünyasına esir edebiliyoruz. Böylece etkilerinin olumlu ve olumsuz yönlerinin tartışılabileceğini söylediğim, insanları eğlendirmeye yönelik ticari amaçlı yayınlanan bu programlar da amaçlarına fazlasıyla ulaşabiliyor. Hatta bu işi abarttıklarını görmekteyiz; bir anda her kanalda aynı tarz programlara rastlayabiliyoruz. Peki bu durumda zaman zamanbize seçme şansı tanımayan televizyoncular mı suçlu oluyor yoksa bu programların amacına ulaşmasını sağlayan bizler mi? İkileme düşüyoruz öyle değil mi? Televizyonun yaratıcıları biz insanlar, fark etmeden gerek çalışanı gerek izleyeni olsun bu makinenin esiri oluvermişiz.

Televizyonun izleyicileri üzerinden elde etmiş olduğu reytingler, ticari kazançlar dışında bizleri dünyadaki gelişmelerden haberdar eden bilgilendirici, eğitici yönleri de elbette bulunmaktadır. Çok yönlü bir araç olan bu televizyon makinesi, günümüzdebir şekilde insanların toplum içindeki gelişim aşamalarında da bir rol üstlenmektedir. Benim çocukluğumda hem eğlendirici hem bilgilendirici olan “Susam Sokağı” gibi çocuk programları bulunmaktaydı. Şimdi bu tarz çocuk programları var mı bilmiyorum, takip edemiyorum, ancak çevremdeki çocukların aile büyükleriyle yaptığı kumanda kavgaları bana gerçekten çok komik geliyor. Bir zamanlar bir yandan hem yaratıcı yönümüzü ortaya çıkaran hem de bizi eğlendiren, arkadaşlarımızla paylaştığımız ya da paylaşmayı öğrenmeye çalıştığımız oyuncaklarımız varken günümüzde ise; çocuğun yaratıcılığını gerektirmeden başkaları tarafından yaratılıp sunulan,renkli ve hareketli olduğu için de dikkat çekici özelliğe sahip olan eğlendirici televizyon programlarını seyredebilmek adına çocukların aile büyükleri ile arasında, paylaşılamadığı için bir kumanda savaşı söz konusudur.“Ağlanacak halimize gülüyoruz” derler ya , bu durum da öyle olsa gerek. Gerçi böyle bir durumda ne ağlamak ne de gülmek yersiz. Önemli olan yanlış giden bir takım şeylerin farkına varabilmek ve bu duruma bilinçli çözümler ya da tedbirler üretebilmek. Bilinçli diyorum, çünkü çoğu ailelerçocuklarınatelevizyon ile ilgili bir takım sınırlamalar getirmekle birlikte aynı özeni kendilerine göstermemekteler. Oysa, insan önce kendini eğitmelidir ki, çevresineyardımcı ve çocuğuna örnek olabilsin. Ayrıca, televizyonun pasifleştirici etkisi de unutulmamalı. Yetişkin olsak dahi bu,sadece çocuklar için geçerli olan bir durum değildir. İnsan var olduğu sürece gelişmektedir ve bu gelişimimizi de büyük ölçüde sosyalleşmemizle sağlayabiliriz. Bütün bir günü televizyon önünde geçirmek ise bize bu konuda yardımcı olmamakta hatta insanı farkında olmaksızın yalnızlığa, mutsuzluğa sürüklemektedir. Ayrıca,bazı televizyon programları başka insanların gösterişli ya da acı dolu yaşantısını bize sunarken kendi yaşantımızdan zaman çalarak bizimkendi sorunlarımızdan,üzüntülerimizden de kaçmamıza yardımcı olmaktadır. Oysa ki, var olan sorunlarımızdan aynı zamanda bir eğlence aracı olan televizyon ile bir anlık sahte mutluluklara kapılarak kaçamayız. Çevremizden , duygusal paylaşımlardan kaçmak sorunlarımıza çözüm değildir. Tam tersi üzerine yeni sorunlar da ekler. Dolayısıyla televizyonu sorunlarımızdan bir kaçış aracı olarak görmemeliyiz. Televizyon makinesi içerisinde gördüklerimizin üzerimizde hem olumlu hem de olumsuz etkileri muhakkak ki olacaktır. Ancak, bu makinenin bize sunduğu hayatı gün boyunca izlersek kendi hayatımızdan vazgeçmiş oluruz,yaşamanın da hiç bir anlamı kalmaz diye düşünüyorum.

Televizyonun hayatımızdaki yeri ve önemiyadsınılamaz bir gerçek ancak kendi hayatımızı yaşamaktan vazgeçecek kadar abartmamak koşuluyla. Bu anlamda bilinçli hareket etmek, bilinçli ve seçici izleyiciler olabilmek çok önemli. Bu konuda izleyiciler kadar yayıncıların, televizyonkurum ve kuruluşlarının da bilinçli hareket etme adına aynı özeni göstermesi gerekmektedir. Bu durumun, toplum içindeki her bir bireyin sağlıklı ve olumlu yönde gelişimine katkısı olacağı düşünülürse, böyle bir gelişim de elbette yaşanılan toplum adına önemli bir kazanım olacaktır.