Sokak kedisi deyince aklımıza ilk olarak; sokakta yaşayan, ayaklarımızın dibinde dolaşan, aç olduğundan ya da sevgiye muhtaç olduğundan kafasını bize doğru kaldırıp sürekli miyavlayan sevimli kediler gelir öyle değil mi? Ancak, geçmişten bugüne bu sevimli kedilere nankör damgası vurulmuş ve hatta bu nedenle bazı büyüklerimiz çocukluğumuzdan başlayarak bizi kedilere karşı bir soğutma eylemi içersine girmiştir. Kim bilir belki bu eylemlerinde başarılı olanlarda vardır. Ama nankör olduğunu varsaysak bile bir kediyi nankör olduğu için suçlayabilir miyiz? Her canlının çeşitli ihtiyaçları vardır; yeme-içme, barınma, güven, sevgi ihtiyacı vs… Bunlar, bizim sağlıklı yaşayabilmemiz için en gerekli ihtiyaçlarımız. Bunları bulamadığımız zaman hırçınlaşırız, huysuz oluruz ve dengemiz bozulur. Bir de bunları sürekli zor şartlarda bulduğumuzu düşünürsek o zaman nankör de oluruz, bencil de ve kavgacı da. Çünkü verilen bir yaşam mücadelesi vardır. Aynı sokak çocuklarının verdiği zorunlu mücadeleler gibi. Onlar, çeşitli nedenlerden ötürü sokağa itilmiş ve bu sokaklar; bizim evimizin bulunduğu, elimizi kolumuzu sallayarak yani rahatça yürüdüğümüz sokaklar değil. Belki gündüzleri rahatta, geceleri evimizde mışıl mışıl uyuduğumuz için nelerin döndüğünün farkında olmadığımız sokaklar bunlar. Maalesef bu sokaklarla tanışmak zorunda kalan, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için sokak hayatını iyice öğrenip kendini sokak ahlakına göre yetiştiren yani dilenen, hırsızlık yapan, yalan söyleyen vs. bu tarz insanlar içinde büyümek zorunda kalıp onlara ayak uyduran, kendince yaşam mücadelesi veren birçok çocuk var. Sokakta yaptığı şeylerin kötü olduğu bilincine varan ve bu sokaklardan kurtulmaya çalışan gençlerimiz de var. İşte “sokak kedisi” dergisinin esas amacı da bu; sokak çocuklarına yardımcı olmak, onları sokaklardan kurtarabilmek. Üstelik bir zamanlar sokakta yaşayıp kurtulmuş olan çocukların çıkarttığı bir dergi bu. Onlar kendilerini sokak kedisine benzetmiş, ama artık insanlardan dilenmiyorlar, kötü alışkanlıklarını geride bırakmışlar, sadece kendilerine ve sokaklarda yaşayan insanlara yardım etme amacıyla başlatılan bir proje bünyesinde insanlardan balık almak yerine balık tutmayı öğreniyorlar. Bunu da kendi dergilerini satarak yapmaya çalışıyorlar, üstelik boş bir dergi değil bu, içeriği umut dolu olan bir sosyal sorumluluk dergisi. Kendileri ve dergileri ile ilgili tüm ayrıntıları yaptığım röportajı okuyarak öğrenebilirsiniz;

 

“Sokak kedisi” çıkarttığınız derginin adı. Peki, bize bu derginin amacını ve kimlerin sayesinde nasıl ortaya çıktığını anlatır mısınız?

Ferhat: Gönüllü insanlar sayesinde ortaya çıktı, bize destek oldular. Sokak çocuklarının derginin sahibi ve çalışanları olmasını istediler. Ayrıca isimlerinin duyulmasını pek istemediler. Yani bu dergi birkaç gönüllü tarafından kuruldu. Sahipleri ve çalışanları da biz sokak çocukları olarak resmi bir şekilde kâğıt üzerinde geçtik.

Kayra Şirketi adı altında bu dergiyi çıkarıyorsunuz. Bu şirketten biraz bahsedebilir miyiz? (Bu arada kayra; iyilik, yardım anlamına geliyor).

Ferhat: Kayra şirketi, Keyap Projesi (kendine yardım projesi) bünyesinde bulunmaktadır.

Uğur: Keyap Projesinin amacı, insanların sokak çocuklarını kurtarmaları değil, sokak çocuklarının kendi kendilerine bir şeyler yapıp kendi hayatlarını kurtarmaları. Keyap Projesi bünyesinde “Sokak kedisi” dergisi var. Burada çalışanlar, sokak çocukları. Pazar kedi’sinde, Posta kedi’sinde de çalışanlar yine sokak çocukları.

Pazar ve Posta kedilerini bize açıklar mısınız? Bu kedilerin işlevi nedir?

Uğur: Posta kedisi, dergimizin dağıtımını yapıyor. Onun dışında, eğer dışarıdan bir firma, bir dağıtım işi olursa ve bize bu işi yaptırmak isterse onu da yapıyoruz. Dağıtım işleri yapıyoruz yani. Pazar kedisi ise, pazarda giyecek satıyor.

Satış yaparken bu çocukların sokak kedisi olduklarını nasıl anlayabiliriz?

Uğur: Sokak kedisi amblemli tişörtlerimiz var.

Beşinizde bu dergide çalışıyor musunuz? (Röportajı gerçekleştirdiğim masada toplam beş kişi bulunuyor).

Ferhat: Evet, hepimiz çalışıyoruz. Başlangıçta derginin imtiyaz sahipleri olarak 2 kişiydik. Çok yeni olarak almış olduğumuz kararla imtiyaz sahipleri olarak 5 kişi olduk: Güngör Halıcı, Kemal Mallı, Özkan Yazar, Uğur Eroğlu ve ben Ferhat Şahin.

Yani Kayra şirketi sahipleri şu anda sizlersiniz ancak kurucuları bahsettiğiniz ismini duyurmak istemeyen hayırsever-gönüllü kişiler öyle mi?

Kemal: İlk etapta finansı sağlayan gönüllüler. Bu projeyi ortaya çıkardılar ve ilk önce öncü olarak Ferhat Şahin seçildi. Sonra onun öncülüğünde biz seçildik Sahipleri şu anda kâğıt üzerinde resmi olarak biziz yani sokak çocukları. Onlar bize finansı sağladılar ve böyle bir projeyi hayata geçirip bize bıraktılar. Yani başlangıcı yapan onlar, şu anda devam ettiren bizleriz.

Ferhat: Aslında bu gönüllü insanlar hakkında şöyle bir açıklama getirebiliriz; İçlerinden birinin oğlunun sokak çocuklarına ilişkin yapması gereken bir tezi vardı. Dernekleri, vakıfları ve sokakta yaşayan insanların gidebileceği kurumları incelerken hepsinde bir yetersizlik, eksiklik görüyorlar. Sokak çocuklarının sahibi olabileceği bir kurum düşünülüyor ve bu kurumun olmasında da desteklerinin olmasını istiyorlar. Yurtdışından çeşitli projeler getiriliyor. Adı aklımıza gelenlerden “Fifty-Fifty” var. Bu dergiler, yurt dışındaki sokakta yaşayanların kendi dergileri ve kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için bunu satıyorlar. Fifty-fifty’nin anlamı zaten yarı yarıya; dergiyi çıkaranla satan arasındaki bölüştükleri kazanç. Bizim de bu dergiyi sokak çocukları olarak bir dernek değil de bir şirket çatısı altında çıkarmamızı istediler. Neden bir dernek değil de bir şirket? Çünkü dernekler Türkiye’de çok fazla ticari konulara giremiyorlar. Sağ olsun gönüllülerimiz bu konuda düşünmüşler, taşınmışlar, sokak çocukları ile de görüşmüşler ve o çocuklarda bizi öncü olarak göstermiş. Ben askerden geldiğimde Uğur arkadaşım şirket sayesinde bu derginin grafik tasarımı için eğitim alıyordu.

Peki, derginin imtiyaz sahipleri olmanız dışında dergideki diğer işlevlerinizi öğrenebilir miyim?

Ferhat: Ben derginin editörüyüm.

Uğur: Grafiker.

Kemal, Özkan: Satıştan sorumluyuz.

Ahmet: Ofis işlerine bakıyorum.

Umut Çocukları Derneği’nin sizinle ilişkisi nedir?

Ferhat: Umut Çocukları, derginin dışında kalıyor. Sokaktan gelmiş 5 çocuk olarak biz derginin sahipleriyiz. Umut Çocukları Derneği, barınmamıza katkıda bulundu. Daha evvel Umut çocukları ile yetiştik, onlara yardımımızda dokundu. Kemal, Özkan, Uğur ve ben, bu dernek bünyesinde sokak çalışmaları yaptık.

Peki, sokak çocuklarını sizler mi buluyorsunuz yoksa bu dernek sayesinde mi buluyorsunuz?

Ferhat: Şu anda biz, Umut Çocukları Derneği adına sokak çalışmaları yapıyoruz. Yani bir yandan dergi ile ilgilenirken ayrıca sokak çalışmaları da yapıyoruz. Umut Çocukları Derneği ile, Kadın Sığınma Evleri ile… Sokakta bulduğumuz bayanları kadın sığınma evlerine, çocukları da polis çocuk kulüplerine, büyükleri yetiştirme merkezlerine kendimiz teslim ediyoruz. Bu konuda da duyarlı olunmasını, bize destek olunmasını istiyoruz. Ayrıca buna yönelik çalışmalarımız belgelerle de mevcuttur.

Eğitim durumlarınızı öğrenebilir miyim?

Cevaplar; ilkokul terk, ortaokul terk ve lise terk şeklinde.

Sokaktan kurtuldunuz, kendi ayaklarınızın üzerinde durmak için çaba da gösteriyorsunuz. Peki, eğitiminiz için de bir takım düşünceleriniz var mı?

Ferhat: Biz dört arkadaş, eğitim durumlarımızı tamamlayabilmek, okullarımızı bitirebilmek için açık öğretime yazıldık. Ancak, gönüllü bir öğretmene ihtiyacımız var, onu bulamıyoruz. Halk eğitimden kitaplarımızı aldık. Ama Bakırköy yurdunda kalıyoruz ve burada bizi eğitebilecek bir öğretmene ihtiyacımız var. Eğitimlerde eksiklikler var. Dikkat ederseniz, sokaktan bugüne kadar kurumlara götürülen çocuklar 18 yaşına kadar getiriliyor ve 18’den sonra eğer herhangi bir meslek edinmemişse tekrar o çocuklar sokağa dönüyor. Yani herhangi bir eğitim almadığı için ve devletin bugüne kadar bir 18 yaş projesi olmadığı için 18 yaşından sonra çocuklar kendini dışlanmış hissederek sokağa dönüp sokağa yeni gelmiş çocukları bir nevi eğitmeye başlıyorlar. Bundan dolayı da il sosyal hizmet uzmanları, pedagoglar, psikologlar sokaklarda rahat çalışma elde edemiyorlar.

Kemal: Bizim projemizin amacında da eğitim var zaten. Tamamen geliriyle, elde edeceği kazancıyla sokaktan gelen arkadaşlarımızın kendini eğitebilmesi gibi. Biz adımlarımızı zaten yavaş yavaş atıyoruz.

Sokak kedisi kadrosu kaç kişinden oluşuyor?

Ferhat: Sahipleri olarak beş kişi biziz, yurtta çalışan, dergi satışına çıkan arkadaşlarımızla birlikte toplam 23 kişiyiz.

Peki, sokaktaki çocukları bulma çalışmasını nasıl gerçekleştiriyorsunuz?

Ferhat: Şimdi eğer sosyal hizmeti uzmanı iseniz bir araçla, bir polisle, bir pedagogla gezersiniz, sokak çalışmanızı yaparsınız. Ama bizim için sokak çalışması farklıdır. Biz zaten gezmeden de bu çocukların nerde olduğunu, ne şekilde olduğunu, ne içtiğini veya kullandığını, kullandığı maddeyi nerden aldığını, kaç paraya aldığını, hangi sebeplerden dolayı evden kaçtığını biliyoruz. Çok muhabbet etmemize gerek kalmıyor. Bu da uzun süreler sokakta yaşamış olmamızın verdiği tecrübe. Sokağa yeni kişiler geldiği zaman sokakta önceden kalan kişiler tarafından biz uyarılıyoruz, yurda telefon ediliyor. Bizde, çocuk hiçbir şeye bulaşmadan onu almaya gidiyoruz. Bir de sokakta mekânlar vardır; sosyal hizmeti uzmanı olarak buralara giremezsiniz. Ama biz sokak çocuklarının içinden geldiğimiz için girebiliyoruz. Zaten bazı sosyal hizmetler uzmanlarının yapmış olduğu çalışmalarda bizde yanlarında gitmişizdir. Biz mekânı gösteririz ya da kişiyi mekândan dışarı çıkarırız, çıkmasına ikna ederiz. Ondan sonra sosyal hizmet uzmanları devreye girer.

Ayrıca biz, Polis Okulu ile yaptığımız yararlı çalışmaları da dergimize yansıttık. Taksim’de sokak çocukları bu dergi ile sokağa çıktığı zaman, bir-iki yunus polisi bizim çocukların üstüne gelmiş bir gün, ama derginin üzerinde “en büyük polis, bizim polis” sloganını görünce çocuklara sahip çıkmış. Uğur, dergi satışı yapan bu çocuklara kimlik yapıyor ve bu kimliğe derginin imtiyaz sahibi olarak biz imza atıyoruz. Bu çocuklar bu dergi kimliğini taktığı zaman ve böylece polisten ilgi gördüğünde, bunları gören diğer çocuklar geldi ve bize de kimlik yapar mısınız dediler. Bu, işin güzel tarafı, çünkü sokakta kalan diğer çocukları heveslendirip böyle güzel bir oluşumun içine sokmak büyüklüktür. Bu büyüklüğe insanlar destek verirse bizde bu işi ilerletirsek her şey çok daha güzel olur. Ancak şu anda hem maddi hem de eğitim konusunda sıkıntılarımız var.

Dergilere rağbet var mı? Nasıl gidiyor satışlarınız?

Kemal: Olumlu tepkiler var ama daha fazla tanınmamız gerekiyor, tanıtmamız gerekiyor dergiyi. Buna rağmen iyi gidiyor ama yeterli değil. Çünkü desteğe ihtiyacımız var.

Derginin içeriğinden bahsedelim, sevgili editörünüz Ferhat bize içeriği anlatsın 🙂

Ferhat: Amatör bir editörüm ama 🙂

Bütün işlere öncelikle amatörlükle başlanır, zamanla ilerleme kaydedeceğine inanıyorum ben.

Ferhat: Şimdi bu dergide biz sosyal sorumluluğa ağırlık veriyoruz. Örneğin derginin dörtte birinin reklam olması gerekiyor.64 sayfadan oluşuyor dergi. İşte dörtte biri reklamdan oluşuyor, geri kalanı eğitime, sağlığa, sosyal sorumluluğa, bunlarla ilgili ülkemizdeki yasalara ve bu sorunların çözümü gibi konulara ayrılmış durumda. Yani tam anlamıyla bir sosyal sorumluluk dergisi.

Peki, derginin ismi neden “sokak kedisi”?

Kemal: Bir sürü isim üzerinde düşündük ve bu isimde karar kıldık. Kediler insanlar tarafından nankör diye bilinir ama aslında kedi çok sevecen, sevgiye muhtaç bir hayvan. Aynen sokaktaki çocuklar gibi.

Korktukları zaman da tırmalarlar öyle değil mi?

Ferhat: Evet, ayrıca sokak kedisi ile ilgili bir şiirde yazdım ben; “…yalvararak dilenmeyi kedilerden öğrendim ben” şeklinde. Çünkü kediler gibi bizde sokaktayken dilenirdik, hatta para dilendiğimiz zaman, güzel bayanların yanında bulunan beylere giderdik, çünkü sevdiğinin hatırı için ya da yanındaki ablanın hatırı için dediğin zaman dayanamazlardı. Kediler de aynı. Kedi de kasabın önüne gider, bir parça et için mırnavlardı. Sonra saklamayı, çalmayı da ondan öğrendim. Sabahları bakkalın önüne bırakılan süt ve ekmekleri bakkal açmadan evvel gidebilirsen yürütebilirdin. Öyle öyle öğrendik…

Peki, sizler halen kendinizi sokak kedisi olarak görüyor musunuz?

Ortak cevap olarak; Ferhat dışında hepsinin ağzından önce hayır cevabı geldi. Sonra bu cevap “aslında kimi zaman evet” şeklinde teker teker değişmeye başladı.

Soruma net olarak ilk hayır diyen sendin. Neden hâlen sokak kedisi olarak kendini görüyorsun?

Ferhat: Dün buradaki caddeden yürürken polis beni çevirdi, benden kimliğimi istedi. Karakolun önünü kapatmışlar, bombalama olaylarına falan karşı. Ben de böyle bir anda çevrilince sizin burayı bu şekilde çevirebilmenize dair bir belgeniz var mı diye sordum. Belgeye gerek yok dedi, bu şekilde emir gelmiş onlara. Ben de sizin yurt çocuklarındanım, sizin yetiştirdiğiniz gençlerdenim dedim. Belli oluyor dedi ve GBT’ ye (genel bilgi taramasına) baktı, bir sürü suç işlemişsin sokakta dedi. Bankamatiğin camını kırmışsın, şunu şöyle, bunu böyle yapmışsın diye saydı. Bu suçları bir bir yüzüme vurdu. Ben de oradan sonra yurda doğru giderken yaptığım iyi şeyleri düşündüm; polise-jandarmaya yardımlarımızı, onların bu oluşuma yardımlarını düşündüm. Orada bir tek polisin beni geçmişimle yargılayıp şu andaki çalışmalarımın ne olduğunu hiç bilmeden “belli oluyor” deyipte yüzüme vurması hala benim sokak kedisi olduğumu, sokak çocuğu olduğumu bana hissettiriyor.

Ancak, orda görülen senin sadece geçmişin… Bugünün değil ve yarının da olmayacak…

Kemal: Geriye bakarsak önümüzü göremeyiz zaten.

Kesinlikle öyle.

Ferhat: 21.yy. ’da bir insanın özellikle de eğitimli bir insan tarafından geçmişiyle yargılanmasını doğru bulmuyorum ben. Pablo Picasso’nun güzel bir sözü var : “Ressamlar sevginin resmini çizmeye çalışmasınlar, gerçek sevgiyi görmek istiyorlarsa bir çocuğun gözlerinin içine bakmak yeterli”. Şu anda Türkiye’de çocukların haklarının tamamen Atatürk döneminde kaldığını düşünüyorum. Atatürk; 23 Nisan bayramını çocukları düşünerek onlara armağan etmiş,19 Mayıs bayramında yine gençler düşünülmüş. Günümüzde ise insanlarda maneviyattan çok maddiyatçılık var.

Bu anlamlı mesajlarından sonra tekrar dergiye dönelim. “Sokak kedisi” dergisinin ilk sayısı ne zaman çıktı?

Ferhat: Dergi ilk 2008 Şubat ayında çıktı. Her ay yeni sayı çıkarabilmeyi ümit ediyorduk.

Şubattan bu yana 3 dergi çıkarabildiniz. Öyle mi?

Kemal: Evet. Finansı bulmakta güçlük çekiyoruz açıkçası.

Peki, gönüllü olarak yardım etmek isteyenler ya da gelir paylaşımında yarı yarıya anlayışını uyguladığınız için hem kendine hem size yardımcı olmak isteyen kişilerde derginizin satışını yapabilir mi?

Ferhat: Evet. Bizim dergimiz 3 YTL’ye satılıyor ve satan kişiler aldığı paranın yarısını alıyor. Dergimizin sözleşmesinde de bu var, yarı yarıya anlayışı var. Bir sokak çocuğu dergiyi satabildiği gibi, bursunu ya da harçlığını çıkarmak isteyen bir öğrenci de satış yapabilir. Daha önce bir üniversiteye gidip sokak çocukları ile ilgili konferansta vermiştik. Orda en çok istediğimiz şey, üniversite öğrencilerinin bize sahip çıkmasıydı. Üç kişi ile iletişim kurabildik ama sürekliliği olmadı.

Derginizin eksikleri nelerdir?

Uğur: Derginin eksiklerinden çok dergiyi alan, okuyan insan sayısı az.

Ferhat: Maddi sorunlarımız dışında, yazı işleri sorumlumuz yok. Daha önce gönüllü çalışan yazı işleri müdürümüz vardı, işleri çıktığından dolayı ayrıldı. O varken yazı işlerinde sıkıntı çekmiyorduk, yazdığımız yazıların dergiye uygun olup olmadığına bakıyordu, düzenleme yapıyordu, imla hatalarını denetliyordu. Ben zaten amatörüm, yazılar birikince eksik kalıyoruz.

Kemal: Bence en önemli eksiklerimizden biri de abone sayısı. Belli bir potansiyele ulaşmamız gerekiyor, reklam verenimizde pek yok.

Ferhat: Bizim istediğimiz şuydu; bu şirket ilerleme gösterecekti, aboneleri çok olacaktı, reklamlarımız yapılacaktı. Yapamadık, yapamadığımız için de kendimizi insanlara duyuramadık. Duyuramadığımız için de yeterli derece de reklama verenimiz ve abonemiz olmadı. Biz reklam almaya gittiğimiz zaman bize kaç aboneniz var diye soruyorlar. Dergilerimizi dağıtmamıza yardımcı olacak yayın kuruluşları, kurumlar olduğu zaman belki daha iyi duyururuz kendimizi.


İnsanların sokak çocuklarına karşı yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kemal: Benim geçenlerde yaşadığım bir olay var; nüfus kâğıdımı kaybettim ve yeniden çıkarmak için nüfus müdürlüğüne gittim. Oradaki çalışan bayanlar bizi tanır. Onlarla sohbet ederken bizi duyan bir yaşlı amca, tinercilerden mi diye sordu ve işlemini yarım bırakıp kaçtı oradan. Biz insanların bu ön yargısını istemiyoruz artık.

Ferhat: Ben de böyle bir olaya sokakta şahit oldum geçen gün. Yurda doğru gidiyordum ve bir teyze yanıma gelerek “oğlum beni şuradan geçirir misin, tinercilerin yurduymuş orası” dedi. Bende geçirdim ve sonra yurda girdim. Ama içimden de “sanki ben tinerciyim” dedim. Medya da bizleri yanlış tanıtıyor. Biz sokaktayken önce gelip karnımızı doyururlardı, sonra da yattığımız yerleri görüntüleyip gazetelerde tinerci dehşeti diye tam sayfa olarak yayınlarlardı.

Magazin programlarında da buna benzer şeyler çok gösteriliyor, ünlüleri rahatsız etme gibi.

Hep bir ağızdan gelen cevap: Tamamıyla komplo.

Ferhat: Tinerci çocuğa belli bir cüzi rakamda para veriyorlar ve diyorlar ki; git şu mankenin ya da ünlü her kim ise eteğini kaldır, sataş ona. Seray Sever’in başına böyle bir olay gelmişti mesela. Çocuğa para verdiler ve çocuk onu rahatsız ederken fotoğraflarını çektiler. Ama bu çok kısa bir süre zarfında çıktı ortaya. Bunu da 10YTL’ye yaptırıyorlar zaten.

Kemal: Aldığı maddeden dolayı zaten çocuk kendinde değil,10 YTL ona büyük bir rakam gibi geliyor o an ve yapabiliyor istenileni.

Peki, siz geçmişinizde tiner kullandınız mı?

Ferhat: Çoğumuz evet.

Uğur: Ben az kullandım.

Azını çoğunu sormamıştım ama hadi neyse ;)) ( gülüşmeler)

Ferhat: Her şeyi unutturduğu için seviyorduk.

Bazen aç olduğunu söyleyen çocuklar çıkıyor karşıma ama onlara yemek almamı istemiyorlar, ısrarla para istiyorlar.

Ferhat: Şimdi bu çocuklar belki gerçekten açtır ama yemiyor, para istiyor. Bunun nedeni de parasız olarak eve döndüğünde göreceği şiddet. Öyle aileler var ki… Devlet kurumları, sosyal hizmetler aslında bunun önüne geçebilir. Bakıyorsunuz, ışıklarda çocuklar kendini acındırarak para topluyor. Bunların kalabalık bir kardeş topluluğu olduğunu düşünürseniz her birinin kazandığı 50 YTL’lerin toplamı ile aileler de alışıyor çocuktan 300-400 ya da daha fazla para almaya. Bu çocukların sırtından para kazanıyorlar hep. Bu çocukları alacaksınız ve bu çocukların ailelerine büyük ceza yaptırımları uygulanacak yani kazançlarından çok daha fazla olacak şekilde. O zaman bu sorunun önüne geçilebilir. Fakat bu çocuklar alınıyor, kuruma götürülüyor ve ailesi tekrar gelip imzasını atarak senden alıyor. Uzmanların bence bu konu üzerinde tartışmaları, çözümler getirmeleri gerekiyor.


Uğur, Ferhat ve Kemal’in Sokakla Tanışma Hikâyeleri:

Uğur’un sokakla tanışma nedeni: Uğur’un babası ile sorunları olduğu için; sürekli hakaret işitme, şiddete maruz kalma gibi nedenlerden dolayı ve en son lise 2.sınıftayken okulda iken teneffüste babasından yediği dayaktan sonra ailesinden kaçarak Denizli’den İstanbul’a geliyor. İstanbul’da bir çocukla tanışıyor; trende makinistin treni kullandığı bölümde kalan bu çocuk ve diğer çocuklarla birlikte orda kalmaya başlıyor. Sonra Umut Çocukları, Uğur’u orda buluyor ve onu derneğe götürüyorlar. Ancak Uğur, orda da yaşadığı bir takım sorunlardan dolayı arada kendini tekrar sokaklara bırakıyor. Daha doğrusu dernek ile sokak arasında gidip geliyor sürekli. Ama şuanda evli ve sokak yaşantısından kurtulmuş azimli bir genç.

Ferhat’ın sokakla tanışma nedeni: Ferhat, bir yandan ilkokulda okurken bir yandan da babası tarafından hem hırsızlığa gönderiliyor hem de ayakkabı boyacılığı yapmak zorunda kalıyor. Önceleri komşularının bahçesindeki incirleri, sonra kümeslerindeki yumurtaları çalmayı öğreniyor ve zamanla da bu işi daha da ilerleterek farklı farklı şeyler çalmaya başlıyor. Ancak para kazanamadığı zamanlar eve gidemiyordu, çünkü sadece evin içinde değil okul arkadaşlarının yanında da sürekli babası tarafından şiddete maruza kalıyordu. Bu durum da onun ailesinden, İzmit’te yaşadığı köyünden uzaklaşmasına neden oluyor ve nereye gittiğini bile bilmeden bindiği ilk trenle kendisini İstanbul-Haydarpaşa garında buluveriyor. Orda deniz kenarında dalga geçtiği bir deli yüzünden denize atılıyor ve insanlar onu denizden çıkarmaya çalışırken polis geliyor ve onu Kadıköy Yel Değirmeni çocuk misafirhanesine teslim ediyor. Onu tekrar köyüne, ailesinin yanına göndermemeleri için hiç kimsesi olmadığını yalanına başvuruyor. Bir süre il sosyal hizmetlere ait devlet yurdunda kalıyor, ancak arkadaş olduğu diğer çocuklara ayak uydurarak onlarla sokağa kaçırıyor ve böylece 8 yaşında sokak hayatı başlamış oluyor. Ferhat, sokakta yaşamını sürdürebilmek için mecbur kalarak işlediği suçlardan dolayı bir süre cezaevlerinde de kalıyor ve cezaevlerinde tanıştığı insanların etkisinde kalarak az hırsızlık yapıyorsa daha profesyonel olmayı, o zamanlar bu işleri daha da ilerletmeyi istediğini anlatıyor. Çünkü o güçlü olmak istiyordu. Ona göre güç; yaptığın suç olsa dahi cesaretli olmak ve yalancılıktı. Bunu da bir yazısında şöyle açıklıyor; “Ağlamak ve canının yandığını belli etmemek yani kısacası yeni bir yaşam için gerçek yaşamı unutmak ve sokakta rahat ve hür yaşamak için bunları harfiyen uygulamak zorundasın, aksi takdirde sokağın acımasız yüzlerinin kurbanı olursun”. Kısacası güçlü olursan ezilmezsin. Ferhat, sokak yaşantısında istediği bu gücü elde edememiş ama geçmişi şimdi ile kıyasladığında güç anlayışının değiştiğinin farkında.

Kemal’in sokakla tanışma nedeni: Kemal’in arkadaşlarınınki kadar uzun bir sokak hayatı olmamış, ama olduğu kadar da yalnız geçmiş sokaklarla birlikteliği. Yani belli bir grubun içine dahil olmamış. Annesi ve babası çok küçükken ayrılmış ve mahkeme de onu annesine vermiş, ama ayrılıktan hemen sonra anne ve baba, başkalarıyla evlenmişler ve Kemal’e 8 yaşına kadar anneannesi bakmış. Daha sonra babası onu kaçırıp memleketleri Gümüşhane’ye götürmüş ve asıl annesi bildiği kişinin annesi olmadığı gibi hikâyeler anlatmış ona. Daha çok küçükken aldığı bu psikolojik darbeler onda güvensizlik oluşturmuş ve babası ondan sevgi beklese dahi bunu ona hiç gösterememiş ve gösteremediği için de zamanla şiddete maruz kalmaya başlamış. Ve o da diğer arkadaşları gibi çareyi kaçmakta bulmuş. Önce anneannesinin yanına gitmiş, oradan teyzesinin yanına gönderilmiş, babası gelip onu oradan alarak annesinin yanına Tekirdağ’a göndermiş. Ama onun gelişi ile birlikte üvey babası ve annesi arasında da bazı problemler çıkınca çözümü tekrar kaçmakta bulmuş. Bu sefer ne annesine ne de babasına dönmeme kararı almış ve sokak hayatı da böylece başlamış. Genç yaşta sokağa kendini atmak zorunda kalan Kemal’in yaşadığı sorunlara 17 yaşında bir de aşk acısı eklenince bu sefer de intihara kalkışmış. Ama o şimdi bunun büyük bir hata olduğunun bilincinde ve artık o da diğer arkadaşları gibi yurtta kalıyor. Ayrıca güzel bir sesi olduğunu öğreniyorum arkadaşlarından, bir-iki sanatçı ile görüşmesi bile olmuş, ama anlaşma sağlanamamış. Modelistlik eğitimi de almış bir süre. Şimdi ise “Sokak kedisi” dergisinin satışlarından sorumlu. Ve en büyük hayali yuva kurmak; ailesinden isteyipte alamadığı sevgiyi kendi çocuklarına sunabilmek.

99 senesinde Türkiye’nin geleceğinin konuşulduğu bir siyaset meydanı programına sende çıkarılmışsın Ferhat ve öyle şeyler söylemişsin ki bu programda en çok alkışı sen almışsın. Neler söylediğini öğrenebilir miyiz?

Ferhat: 15-16 yaşlarındaydım o zamanlar.( Bu arada Ferhat şu anda 28 yaşında). Beni sokakta gördüler ve bizimle gelir misin dediler. Ben programın konusunu dahi bilmiyordum. Programa gittiğimde önce utandım, konuşmak istemiyordum o kadar eğitimli insan arasında. Ancak orada insanlara sorulan birkaç tane soru beni fena etkiledi. Yurtlar, çocuklar için çözüm oluyor mu diye sorulmuştu ve bir kişi de bunun çözüm olduğunu sanmadığını, aile sevgisini orda bulamadıklarını ve aile sevgisi görmedikten sonra bu çocukların bir ömür boyu psikolojik rahatsızlıkları olabileceğini söylemişti. Kendilerini sıradışı hissederler ve sıradan insanların yanında davranışları farklılaşır denilmişti. Ben bunu yanlış buldum ve şimdi de çok iyi hatırlıyorum, dedim ki; “yurda götürülen bir çocuk orda anne sevgisini göremeyebilir ama normal insanlarla yaşamayı, toplumda kendini ikinci insan olarak görmemeyi, çalışmayı, meslekleri öğrenip, insan içinde insan gibi gezmeyi öğrenip yarın bir gün bu topluma hizmet edebilir” demiştim. İkinci bir konu olarakta siyasi bir şeyler söylemiştim ve çok alkış almıştım. O programdan sonra Ayşe Özgün’ün programına da çıkarıldım ve sorulara verdiğim güzel cevaplardan dolayı bana bir ödül yani madalya da vermişlerdi. Bu alkışlar ve program sonrası aldığım güzel tepkiler; özellikle de bir teyzenin bana “sen büyüyünce büyük adama olacaksın, bu çocuklara abi olacaksın” demesi beni heveslendirmişti ve sokaktan kurtulmam konusunda belki de bana yardımcı olmuştu. Her ne kadar “yok teyze, nerdeee” demiş olsam da.

Bu sözleri duymak sana cesaret vermiş olmalı, sokaktan kurtulabilmen için kendine güvenebilmen adına belki de duyman gereken şeylerdi bunlar. Şimdi bunları düşününce yol katettiğini, olamayacağını düşündüğün şeylerin bile isteyince olabileceğini görüyor olmalısın.

Ferhat: Evet, şimdi burada olduğuma göre ben sokaktan kurtulmuşum ve doğru işler yapıyorum.

Simla Taş