vatikano1İtalya gezisi sırasında Roma’ya uğramamak, Roma’ya uğramışken Vatikan’ı görmemek olmazmış… Biz de kendimizi sabahın ilk ışıklarıyla indiğimiz şehirde uyku sersemi biçimde Vatikan’ın güvenlik kontrollü kapılarına doğru ilerlerken bulduk. Devasa meydanda uykulu gözlerimize ilk çarpanlardan biri İsa’nın mağaradaki doğumunun tasvir edildiği sahnenin hemen berisindeki dev billboarddaki “İtalya Telekom” reklamı oldu! Böylesine uhrevi bir mekanda sermaye piyasasının ayak izleri ile ilk karşılaşmamız böyle idi…

Başını kaldırmadan ve kendini altında küçücük hissetmeden lütfuna erilemeyen Yunan kült heykelleri gibi Vatikan’ın kubbeleri de devasaydı… Dışarıdan durum başka içeriden daha da başkaydı. Mussolini tarafından özerk devlet statüsüne kavuşan ülke içinde ülke olan Vatikan’dan içeriye girmek için (Ağca ve muadilleri sağolsun) güvenlik kapılarından geçmek gerekiyordu. Kapıların önündeki uzun kuyruktan dem vurunca rehberimiz, “Bu bir şey mi siz bir de öğleden sonra görün” dedi. Velhasıl müthiş bir turizm cennetiydi Vatikan herşeyden önce. Etrafında serpiştirilmiş irili ufaklı hediyelik eşya dükkanları ve sokak satıcıları da buna işaret ediyordu.

Kubbelerin içine güvenlik kapılarını aşıp girdikten sonra (bu arada güvenlik çöpüne atılmış bir çakı dikkatimizi çekti) içerinin devasalığı her ilk görende bir şaşkınlık uyandıracak nitelikteydi. Ne var ki, hissetmeyi umduğum uhreviyat, belki spiritüellik hatta kutsallıktan öte yoğun bir kibir, gösteriş ve yüksekten bakış ile gözgöze buldum kendimi. Fresklerdeki yüzler “senin göremeyeceğin çook uzaklara bakıyorum” dercesine duruyor, Papa heykelleri sevecenliğin getireceği bir hayranlıktan çok kibrin kasvetindeki bir ürkünçlükten bakıyordu. Kalbimi çokça yokladım, bu tuhaf hissediş yol yorgunluğundan ileri geliyor olabilir miydi? Aldığım cevap hep aynı oldu; “Tanrı ile kul arasına Papa’yı sokan zihniyetin bu gösterişçi uhreviliği ancak inanan halkı daha fazla ezip inançlarını yukarıdan bakarak yönetmek için kullanılmış olabilirdi”…

Bu düşüncelerle Vatikan’ı gezerken hiç yoktan Bernini, Michelangelo, Raffaello gibi dönemin ünlü sanatçılarının adeta birbiriyle yarışırca yaptığı eserlerden ileri gelen bir “sanat müzesi” gezdiğime kendimi inandırıp keyif almaya çalışırken, ister istemez bu süslemelere ve binalara dökülen paraların karşısında dönemin yoksul ve hastalıklarla mücadele eden Ortaçağ halkını da düşünmeden edemedim. İnançları sömürülerek cennetten tapu peşinde koşanlar, engizisyonların acımasız kararları altında boyunları kıldan ince duranlar, hatta bir dönem her yargının üzerindeki kilise ile gizliden gizliye yönetilen ülkeler…

Kilisenin baskısı yalnızca halka yukarıdan bakan Vatikan kubbeleri ve heykelleri ile kalmıyor, özellikle Floransa’da sık rastlanan daracık sokakların baskısıyla da sürdüğü görülüyordu. Halkın evlerine ulaşmak için kullandığı sokaklar özellikle dar tutulmuş, bu karanlık ve dar sokaklardan ancak devasa bir katedrale açılan dev meydanlara geldiğinde ferahlığa ulaştıran şehir planları kullanılmıştı. Yani “huzur kilisede” idi. Kilise’nin gizli baskı anlayışını Vatikan’ın uzağında bölgenin zengin aileleri devralıyor, örneğin Floransa’daki Medici ailesi mitolojiden beslenen devasa heykellerle varsıllığını ve gücünü halka yukarıdan bakan heykellerle yansıtıyordu.

Oysa Hazreti İsa, neredeyse “hippi” tabir edilebilecek bir yaşam ve paylaşım tarzıyla bu dinin ilk tohumlarını atmamış mıydı?  İsa’nın öğretisi kardeşlik, paylaşım, sevgi argümanlarıyla ortaya çıkmamış mıydı?

Reform’a karşı sansürcü Barok

vatikan2Emile Mále, Werner Weisbach gibi sanat tarihçilerin işaret ettiği üzere, Vatikan’ın ortaya koyduğu Barok sanatın Reform ve Rönesans hareketlerine karşı bilinçli bir hareket olduğunu görürüz. Reform ve Rönesans’ın antik çağ sanatlarının geldiği ileri noktadan devam eden özgürlükçü yapısına karşılık Katolik kilisenin ortaya koyduğu Barok sanat, kutsal yazıtlara sadık kalmayı koşullar. 1500’lerin ortasında İtalya’nın Trento kentinde toplanan Dini Meclis’in  eseri olan Barok sanatın kuralları meclis tarafından belirlenir. Papalık makamının korunmasını görev edinen Cizvit tarikatı da bu sanatın yayılması için propaganda yapar. Trento Dini Meclisi, “yanlış bir dogmayı telkin eden ya da bilgiden yoksun olanlarda tehlikeli yanılgılara fırsat verebilecek hiçbir resim ve heykel yapılmayacağını” karara bağlar. Bu bir nevi sansür olarak da düşünülebilir. Ressamların kutsal yazılara uymaları emredilir ve sanatçılar için yeni konular belirlenir. Özellikle Katolikliğe karşı tehlikeli biçimde büyüyen Protestanlığın karşı durduğu konulara vurgu yapılır (Günahsız gebelik, günah çıkarma ayini gibi). Eserlerin bir başka önemli özelliği de abartılı teatral bir tarzda yapılarak izleyiciyi (halkı) ikna edici psikanalitik detaylar taşıyor olmalarıdır.

Bugün hala Vatikan özelde Katolik’lerin genelde Hırıstiyan aleminin kalesi gibi yükselmekte. Vatikan’ın yüzyıllardır süregelen ekonomik bağlantıları (kiralarını aldığı yüzlerce bina, katoliklerden kesilen kilise vergisi, bankacılık-faiz gelirleri gibi) tüm dünyaya ağ gibi yayılmış durumda. Anlayacağımız Vatikan kapitalizmi çok verimli kullanıyor hatta günümüzde direklerinden birini oluşturuyor. Bunun dışında Ortaçağdan beri süregetirdiği görkemli din kalesi görünümünü de koruyor. Tek farkla, bugün İsa heykelinin yanında Telekom’un reklamı yükseliyor, ne de olsa bugünün en yaygın dini kapitalizm!…

* Sanat Tarihçi / Yazar İlke Kamar ve değerli bilgilerini paylaşan gezi rehberimiz Saadettin Esen’e teşekkürlerimle.