Floransa’yailk kez 2005 senesinde canım annem ve üç hanım arkadaşla Padova’dan Palermo’ya uzanan, kendimiz organize ettiğimiz gezi sayesinde gitmiş, üç gün kaldığımız bu sonderece tarihi ve çekici şehre doyamamıştık.
2010 Nisan ayında tur götürerek iki defa daha gitmek nasip olunca, İtalya’nın belli başlı şehirleri arasında ilk sıralarda yeralan, Rönesans’ın doğum yeri bu şehri yazmak kaçınılmaz oldu.
İtalya 301.230 km2 yüzölçümü, 2008 verilerine göre %83’ü Katolik, %17’si diğer din ve inanç sistemi mensuplarından oluşan 60 milyonu aşkın nufusuyla bir Güney Avrupa ülkesi. Son derece zengin tarihi ve coğrafi güzellikleri, leziz mutfağı, geçmişten günümüze kadar uzanan sanatı, sanatçıları, klasik ve güncel muhteşem müzikleri ve bilhassa bize benzeyen neşeli heyecanlı gürültücü insanlarıyla defalarca ziyaret etme arzusu uyandırır.
Akdeniz’in en büyük ve en güzel iki adası ‘Sicilya ve Sardunya’ İtalya’ya ait. Bağımsız iki Avrupa ülkesi; Vatikan ve San Marino’da İtalya topraklarında yeralmakta.
Başkent Roma dışında önemli şehirler; Milano, Napoli, Torino, Cenova, Palermo, Floransa, Venedik ve Bologna.
İtalya; yüzyıllar boyunca çok çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, Rönesans hareketi Toskana bölgesinde yeralan Floransa’dan doğmuş ve bütün Avrupa’ya yayılmış. Barok mimari tarzı da İtalya çıkışlı.
İlkinde trenle gittiğimiz Floransa’ya günlük gezi kapsamında Roma’dan yaklaşık 3 saatlik bir otobüs yolculuğuyla varmadan önce tepede yeralan Ortaçağ döneminden kalma Ortei ve Orgetto adlı yerleşimler uzaktan görülüyor.
Otobüsten Arno nehri kıyısında inip topluca yürüyüşe geçiyoruz…
Sanata ve Güzelliğe Doymak için gidilecek ideal bir şehir Floransa. Günümüzde Toskana bölgesinin başkenti ve tarihte bir dönem İtalya Krallığı’na başkentlik yapmış. Rönesans’ın adeta oya gibi işlenmiş bir örtüsüne sahip bu kent; Michelangelo, Leonardo da Vinci, Giotto, Dante, Raffael, Boticelli, Fra Angelico, Medici Ailesi, Cellini ve Donatello ile bütünleşmiş.
Çevredeki yerleşimlerle birlikte yaklaşık bir milyon nufusa sahip Floransa genelde düz bir konumda ve Arno nehri kıyısında kurulmuş. Arno çok sakin gibi görünsede elli yılda bir taşkınlara neden olan bir akarsu. Nehir yaklaşık 90 kilometre uzaklıkta olan Piza’da Akdeniz’e dökülmeden önce Floransa’yı iki yakaya ayırmakta. Ayrıca, bilimde, sanatta ve zihniyette ‘Yeniden doğuş’ anlamına gelen Rönesans; bu topraklardan yükselmiş.
Rönesans dine karşı bir başkaldırı. Ancak, dinsizlik değil, dini baskılara ve yobazlığa karşı bir itiraz. Bütün güç Papa’ların elinde ve iki dudağı arasındadır zira…
1100’lere kadar kadının iki anlamı vardı; bir; Doğuran, iki; Hizmet eden!.. Kadının sosyal hayat içine girmesi, değer bulması ancak rönesansla mümkün olmuş.
1000’den önceki kiliseler ufak ve adeta gizli saklı, ancak 1000’den sonra açık boyut farklılığıyla devasa yapılar ortaya çıkmış ve Hristiyanlık hızla yayılmış.
Bu arada ‘yeni tatlı uslup’ anlamına gelen ‘Dolce stil nuovo’ ortaya çıkmış.
Floransa’da; ‘Fare bella figura’ diye bir deyim var. Bu güzel bir izlenim bırakmak anlamına gelmekte. Bu bağlamda gelen turistleri bile; şayet yerlere yayılıp ayakkabılarını çıkartıp salaş bir görünüm arz ederlerse kazara bir fotoğraf veya film karesine bu görüntüler girer ve Floransa adı lekelenir diye hemen görevliler gelip ikaz ediyor.
1469-1527 arasında yaşamış olan Nicollo Machiavelli ölümünden önce 1520’li yıllarda Floransa tarihini ilk defa kitaplarında anlattığı için Floransa’nın tarihi şu an oldukça iyi bilinmekte. Nicollo Machiavelli, Medici ailesinin özel isteği üzerine “Istorie Fiorentine” kitabını yazmış, ardından da 1525 yılında VII.Clemens olarak bilinen Papaz Guilio de Medici’ye bu kapsamlı eserini takdim etmiş. Machiavelli, henüz gençlik yıllarında ülkesinin tarihi hakkında kitaplar yazmaya başlamış ve ilk eseri „Decannale“ olmuş. Bu ve benzeri tarihi eserler verdiği için Machiavelli, ilk tarihçilerden birisi.
Floransa’nın tarihi M.Ö.59 yılına kadar uzanmakta. VIII. IX. ve X. yy.larda Bizans egemenliğinde gelişmiş ve etrafı surlarla çevrilmiş. Birçok medeniyete merkezlik etmiş olan kentin ilk yerleşimleri tepelik yerlerde başlamış. Ayrıca, o dönemde Arno Nehri, bugünkü gibi sakin değil, pek hırçınmış. Hatta elli yılda bir taşan bu nehir en son 1966 yılı Kasım ayında taştığında kenti 3-4 metreye kadar varan sular kaplamış. Binalar ikinci katlarına kadar sular altında kalmış ve tarihi eserler suyla gelen çamur ve balçıkdan çok zarar görmüş. Bu felaketin anısına, bazı binaların üzerinde son sel baskınının tarihini ve suyun ulaştığı seviyeyi gösteren taş plakalar konmuş.
Floransa’da çok sayıda bina, kilise, köprü, meydan, heykel, tablo ve freskler iyi korunmuş durumda. Bu kenti kilise, müze ve tarihî anıtlarıyla doya doya, sindirerek ve anlayarak gezmek gerek.
Sanat yapıları ile dopdolu olan Floransa, hızlı kentleşme ve büyüme hevesine yakalanmadığı için, insan yürüyerek tüm önemli eserlere rahatça ulaşabiliyor. Tarih, kültür, renk mozaiği, şık mağaza ve butiklerle, kafeler restoranlar güzel bir uyum içinde.
Floransa, eşsiz doğası, şarapları ve yemekleri ile de ünlü. Toskana Eyaleti’nin başkenti ve İtalya için en az bir Milano, bir Venedik, bir Romakadar önemli bir turizm cenneti.Ayrıca, kent içinde deri ve kumaştan yapılan eşyaların satıldığı dükkânların sayısı oldukça fazla.
Dünyadaki en prestijli mimarlık fakültesi Floransa’da. Yalnız bu şehirde bir mimarın yaratıcılık adına yapabileceği pek bir şey yok. Tarihi dokunun korunmasına gösterilen titizlik nedeniyle restorasyon ön planda. Dolayısıyla Floransa’ya restoratörler cenneti diyebiliriz.
Floransa sokaklarında yürüdükçe, insan tüm kent sanki aynı kalıptan çıkmış gibi bir hisse kapılıyor. Bütün binalar ve dar sokaklar birbirine benzediğinden, kolayca kaybolmak mümkün. Çünkü, kentin eski özelliğini koruma amaçlı Floransa’nın binalarının çok büyük bir bölümü açık sarıya boyanmış ve yeşil panjurlara sahip.
Gruptakilere serbest zaman verene kadar bütünlüğü korumaları, tarihi eserlerle ilgili açıklamaları kaçırmamaları için özellikle rica ediyorum.
Floransa; muhteşem tarihî dokusunu bugünlere taşımasını, halkının zengin tacirler, din adamları ve asillerden oluşmasına ve bu kesimin sanata içtenlikle sahip çıkmasına borçlu. Yangın ve doğal afetlerden zarar görenler sürekli onarılmış. Örneğin, bütün zamanların en büyük ozanı Dante Alighieri, bugün tekrar yaşama dönse, evinde ve Floransa sokaklarında yabancılık çekmeden aynı huzur içinde çalışabilir ve ünlü eseri ‘İlâhî Komedi’yi tekrar kaleme alabilir. Ancak, Floransa Dante’nin kıymetini bilememiş, politik zıtlaşmalar sonucunda ölüme mahkûm edilmiş ve kaçmak zorunda kalmış. 14 Eylül 1321’de ölmüş ve ölene dek sürgünde kalmış. Günümüzde Dante’nin evi, müze yapılarak ve temsilî mezarı Santa Croce Kilisesi’ne heykelide kilise önüne konarak bu ayıp örtülmeye çalışılmış.
Santa Croce Kilisesi; Michelangelo’nun ünlü eseri, Rönesans’ın mücevheri olarak kabul ediliyor. Kilisenin önünde Enrico Pazzi imzalı bir Dante heykeli var. Arnolfo di Cambio’nun 1294 yılında yapımını başlattığı ve 14.yy. ortalarında tamamlanan bu kilise, Gotik üslûbunun en temiz örneklerinden. Floransa’daki en eski ve önemli kiliselerden. Kilisede Michelangelo’nun kendi yaptığı heykeli de bulunmakta. Ayrıca, bu kilisede Dante, Michelangelo, Galileo, Fermi, Macchiavelli ve Rossini’nin mezarları ile Galileo’nun heykeli yan yana sıralanmış.
Bu kilisenin yapımında Yahudi cemaati de katkıda bulunmuş. Bu sebeple, ön cephede üstte Davut yıldızı var.
Az ileri yürüyünce şehrin merkezine ve en önemli meydan Piazza della Signoria’ya Signoria Meydanı’na ulaşılıyor. Meydanın ortasında 1565’te yapılmış Neptün Çeşmesi var. Havuzun ortasında mermerden yapılmış deniz tanrısı Neptün’ün heykeli, yine mermerden atlar ve etrafında deniz kızları ve erkek deniz tanrıları bulunmakta. Ayrıca aynı meydanda aslı Accademia müzesinde koruma altında olan Michelangelo’nun ünlü heykeli David’in bir kopyası var. Bu meydan birçok heykellerle çevrilmiş çok çekici bir tarihi mekân. Günümüzde bazı restoran ve kafeler gelenlere bu güzelliklerle iç içe yeme içme ve hoş vakit geçirme imkânı sunuyor.
Floransa’da muhakkak görülmesi gereken bir başka eser de, yine bu meydanda bulunan 500 kişilik Meclis Salonu, altın işlemeli tavanları, gezegen isimleri ile anılan tavan süslemeleri, duvarlardaki portreler ve savaş manzaraları, işlemeli çekmeceli dolapları, Michelangelo’nun Zafer adlı heykeli, Türkiye dahil tüm ülke haritalarını içeren çalışma odası, müzik odası, şömineleri ile Vecchio Sarayı. Bu sarayda ünlü Medici Ailesi asırlarca yaşamış. Medici Ailesi ile birlikte dünyada ilk kez bankerlik Floransa’da telaffuz edilmiş.
Bizde de ‘Banker’ sözcüğü kullanılmakta. Banka sözcüğü ise; bildiğimiz ahşap sıra demek olan ‘Banko’dan gelmekte. Bankerler bankoda oturup, insanların paralarını işletirlermiş. Eğer para batarsa gene aynı banko’dan bu kötü havadis ilân edilirmiş. İşte, bu nedenle İtalyanca’da ‘banco rotto’iflâs anlamına geliyor.
Medici Ailesi 350 yıl Floransa’yı yönetmiş ve bu aileden iki de Papa çıkmış. Güçlerine güç katmışlar böylece, çünkü Papa çok büyük yetkilere, dolayısıyla inanılmaz bir güce sahip!.. Ancak Rönesans insanları uyandırmış ve bu akımın başlamasından elli yıl sonra Medici’lerin saltanatı sona ermiş.
Medici Ailesi yaptıkları aşırı baskı nedeniyle halkın tepkisinden çekindikleri dönemlerde bu devasa binanın üst katından Uffizi’ye yapılan geçiş sayesinde iş için kullandıkları şimdilerde müze olan yapıya geçmiş işlerini oradan halletmiş. Hatta Uffizi’den Ponte Vecchio’ya oradan da kentin öte yakasındaki Pitti Sarayı’na kadar halkın arasına karışmadan ulaşmışlar…
Aile gücünü kanıtlamak adına Mikelanj’ı çağırıp çok güzel bir eser sipariş etmiş. Oda Vecchio Sarayı’nın önünde girişin solundaki ünlü Davut heykelini meydana getirmiş. Yalnız, yakın arkadaşı Bartholommeo Bandinelli’ye de bir eser yaptırtmaları şartını koşmuş, böylece kapının sağ tarafında yeralan Herkül eseri meydana gelmiş.
Gerek İtalya’nın gerekse dünyanın sayılı sanat galerilerinden Uffizi’ye girebilmek için önceden randevu almak gerekiyor, yoksa uzun kuyruklarda beklemek sözkonusu. İçeride herhangi bir zaman diliminde en fazla 540 kişiye müsaade ediyorlar. Giorgio Vasari tarafından projelendirilip 1565 yılında tamamlanan Uffizi Müzesi eşsiz bir resim ve tarih zenginliğini kapsıyor. Uffizi, İtalya’nın en eski ve Avrupa’nın en büyük galerilerinden birisi aynı zamanda.
İtalya’da müzelerin hemen hepsi Pazartesi günleri kapalı ve müze girişlerine ortalama 10-12 euro gözden çıkarmak, uzun kuyruklarda beklemek gerekiyor. Bir de insanın gözünde büyüyen dik merdivenler var. Sanırım Uffizi’de de eserlerin üst katta sergileniyor olması; Arno nehrinin elli yılda bir taşması sözkonusu olduğundan verebileceği hasardan koruma amaçlı bir uygulama. Onlar hatalarından ders alıyorlar nede olsa!..
Medici Ailesi mimar Vasari’ye talimat vererek, işlerini yürütme amaçlı kullanmak üzere 1560’da Uffizi’nin yapımını başlatmış. U şeklindeki binanın dar olan yüzü Arno nehrine bakıyor ve bitmesi yirmi yılı bulmuş.
Uffizi Müzesi; iki koridor boyunca sıralanan büst, heykeller ve tavan süslemeleri ile kendine has bir özellikte. Galerinin en dikkat çeken bölümü şüphesiz Sandro Boticelli’nin o mükemmel incelik ve titiz çalışmalarının olduğu kısım. Hele ‘Venüs’ün doğuşu’ The Birth of Venus tablosunun önü hep ziyaretçi akınında. Boticelli gibi ince ve aydınlık çalışan ressamların tabloları harika. Gene Boticelli’nin ‘Allegory of Spiring’ ‘İlkbahar’ tablosu ile milattan önce yapılan ‘Güreşçiler’ Wrestlers adlı heykeli muhakkak uzun uzun seyretmek lâzım. Çok sayıda ikona dışında Leonardo da Vinci, Raphael, Titian, Luka Sigorelli, Dossi Dossi, Fillipo Lippin, Rubens, Rembrandt, Van Dyck, Tintoretto gibi isimlerin eserleri bu galeride ön plâna çıkıyor.
Günü birlik gidenler için Uffizi’yi gezmek mümkün değil. Biz ilk gidişde birkaç gün kaldığımız için o şansı bulmuştuk.
Güzel Sanatlar Akademisi Galerisi’ne sırf Michelangelo’nun ünlü heykeli Davud için gidilir. Bu mükemmel eser Davud’u 26 yaşında çıplak olarak 410 santimetre boyundaki heykelle temsil ediyor. Heykelin detayları, özellikle saçlarının tellerine bile gösterilen ihtimam ve incelikle insanı şaşırtıyor. Cinsel tercihinin kendi seksine yönelik olduğunu bildiğimiz sanatçı bu ince çalışmasını, sanki özel bir aşk ve sevgi ile bezemiş. Artık Davut’tan sonra çıplak erkek heykeli yapmak, daha iyisini başarabilmek zor. Michelangelo, yüzyıllar önce mükemmeliyette son noktayı koymuş.
‘Sabine Kadınına Tecavüz’ isimli heykelinin alçı kopyası, gene çok sayıda ikona ile XIX. yüzyıl alçı örneklerinin saklandığı bir stüdyo bu galeride görülebiliyor.
Ponte Vecchio; ‘Yaşlı Köprü’ anlamına geliyor. Floransa’ya gelip de buradan geçmemek, görmemek olmaz. Günümüzde köprünün üstünde çoğu kuyumcu olan dükkânlar yeralmakta. Ancak, eskiden kunduracılar, daha da eskiden demirciler ve çok daha eskiden de kasaplar varmış bu köprüde! Geçmişten günümüze kentin en eski ve orjinalitesini en iyi koruyarak ulaşmış köprüsü.
Şimdilerde Floransa’da on tane köprü var ancak 1957’ye kadar sadece 6 köprü varmış.
Yerel rehber Anna-Lisa; Mussolini döneminde Floransa’da misafir edilen Hitler’in şehrin tarihi dokusuna ve bilhassa Ponte Vecchio’ya aşık olduğunu bu sebeple 2.dünya savaşında İtalya’yı bombalattırırken buraya zarar verilmemesini emrettiğini bu sayede bu köprünün ve diğer tarihi eserlerin günümüze kadar iyi biçimde ulaşabildiğini belirtti.
Eski günlerde veba, birçok kez ölüm getirmiş Floransa’ya. En büyük salgın 1348 yılında olmuş. Bu salgından Boccaccio, ünlü eseri Decometrone’de söz etmekte.
Köprüyü solda bırakıp sağa doğru devam edince Piazza Republica’ya yani ‘Cumhuriyet Meydanı’na, kentin en ünlü tarihi kafesi Gilli’ye ve hemen karşısında milyarderlerin, Hollywood starlarının Floransa’ya geldiklerinde kalmayı tercih ettiği Savoy oteline ulaşılmakta.
Piazza Republica’dan ilerleyip sağa dönünce soluk kesen güzellikteki Santa Maria Del Fieore Katedrali ve Vaftizhane’ye ulaşılıyor. İnsanı ürperten bu dev yapıya 1294’de mimar Arnolto di Cambio başlamış. Daha sonra Giotto, A.Pisano, F.Talenti ve G.Ghini devam ettirmiş ve nihayet başlandıktan ancak 40 yıl sonra F.Brunelleschi, bir mühendislik harikası olan 45.52 mt çap ve 91 metre yükseklikteki kubbesini inşa etmiş. İşin içine bu kadar mimar karışınca dev; fakat, tuhaf bir görüntü ortaya çıkmış. Aşırı süslemesi ile katedralin büyüklüğü insanı ürkütüyor. Cephesi, değişik renklerde türlü taş ve mermerlerle süslenmiş. Bu dev yapıtın içine 20 bin kişi sığıyor; ama, o dış cephedeki coşku ve görkem iç mekânlarda kesinlikle yok!.. Katedralin yanında bulunan, göğe doğru yükselen çan kulesini 1334-1359 yıllarında yapan ise ünlü Giotto. Ve kule onun ismi ile anılıyor.
Aynı meydanda Dante’nin de 1269 yılında vaftiz edildiği bir kilise yer alıyor. Bu vaftizhanenin kapılarından biri ‘Cennetin Kapısı’ adını taşıyor. Gerçekten de altın sarısı rengindeki bu kapı ışıl ışıl. Lorenzo Ghiberti ve oğlu bu kapıyı işleme ve oymacılık sanatının bir şaheseri olarak tam 27 yılda tamamlamışlar. Cennet kapısı on bölüme ayrılmış. Bölümlerde Adem ile Havva’nın yaratılması, ilk günah, cennetten kovulma sahneleri ve Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim ve Hazreti Musa’nın yaşantısından sahnelerle ‘Eski Ahit’ yeralıyor. Vaftizhanenin iç mekânı mozaiklerle süslenmiş ve ücret mukabili gezilebiliyor.
1966’daki su baskınında cennet kapısı çok zarar görmüş. O yüzden orijinal panolar restore edilip müzeye konmuş, yerine röprodüksiyon yapılmış.
Ghiberti ve oğlu Vittorio kapı tokmağının üzerine kendi başlarını figür olarak koymuşlar. Floransa’yı ziyaret eden ünlü Amerikalı film yönetmeni Alfred Hichkok bunu görüp etkilenmiş ve her filminde bir kare olsun görünme fikrini böylelikle uygulamış.
Bu açıklamalardan sonra herkes acıkmış olduğundan birkaç saat serbest zaman verip akşam Roma’ya dönüş için Dante heykeli yanında belirli bir saate randevu tespit edip gurubu serbest bıraktım.
Katedralin içini bedava gezmek mümkün. Biz ilk gidişte gezmiş ve para ödeyerek girilen vaftizhaneyi de ziyaret etmiştik. Dolayısıyla artık serbest zamanda çok beğendiğim İtalyan mutfağından yeni tatlar denemeye ve ardından vazgeçilmezim Café Gilli’ye koştum.
2010 Nisan başında Paskalya dönemine denk gelen turda Gilli’de anneciğimle gittiğimdeki masada otururken yanıma guruptan çok cici bir genç hanım geldi. Kahvelerimizi ve tiramisularımızı boğazımıza dizen benim ilk gelişte de bu masada annemle oturduğumu ifade etmem oldu. Meğer annesini benden çok daha genç bir yaşta kaybetmiş olan Nermin Hanım’ında gözyaşları akmak için bahane arıyormuş. Birlikte öyle bir ağlamaya başladıkki; 1753’den beri hizmet veren bu muhteşem kafenin yaşlı şef garsonu yanımıza gelip; “Yanlış bir şey mi yaptık, özür dileriz” dedi. “Yok sizinle bir alakası. Annelerimiz için ağlıyoruz” dedik. Şu hassasiyete ve inceliğe bakar mısınız?..
Vakit olursa, tren garının oradan 13 numaralı veya turistik çift katlı otobüsle Fiezola Michelangelo Tepesi’ne çıkıp, güneşin batışını seyretmek Floransa’ya, yukardan bakmak ayrı bir keyif.
İş alanındaki deri, tekstil, ayakkabı, çanta vb. pek çok sektör Floransa’yı da içinde bulunduran Toscana bölgesinden çıkmış. Ünlü İtalyan modacı Gucci’nin merkezinin de bulunduğu Floransa’da çok şık butikler, mağazalar ve hediyelik eşyalar ara sokaklarda sıralanmış vaziyette. Ayrıca Piazza di Santa Croce’de Floransa’ya özgü elle dekore edilmiş boy boy muhteşem tepsileri satan bir dükkan var. Serbest zamanda ziyaretçiler mutlaka bu çekici mağazalardan enaz birkaçına uğramadan edemiyor.
Floransa’ya günü birlik gitmekte epey fikir veriyor ama esas üç-dört gün ayırmak ve hatta Toskana’da yeralan başta Siena olmak üzere başka yerlere gitmek lâzım!
Gurup akşamüzeri randevu yerine bol bol resim çekmiş, birkaç tarihi mekan ziyaret etmiş ve mutlaka alışveriş yapmış olarak geliyor. Bir başka tarih şöleni başkent Roma’ya dönüşte ise genelde herkes yorgun ama mutlu oluyor.