Bir mail nelere kaaaadir? (Kadir ama ne bileyim inceltmeler, ulamalar ve uzatmalar bir kaldırılıyor bir konuyor da, anlaşılmak istedim sanırım) derKİ’yi ilk sayısından yakalama şansım oldu işte bir şekilde, beğendim ve hatta sistemli bir şekilde hergün takipçisi oldum, yavaş yavaş sindire sindire okuyabilmek için orada yazanları… Benim de bir payım olsun diyerek (cürümüm kadar yer yaktığımın da pek bir farkında olarak) sitemde bahsettim derKİ’den… Neyse çok uzatmayayım Sonsuz’dan bir mail aldım, şarkım “Devlerin Aşkı” ile başlayan ve devam eden, finale doğru da beni çok heyecanlandıran satırlara sahip olan… derKİ’de yazmakla ilgili olan satırlardan bahsediyorum! Beni oradan oraya sürükledi bir haftadır… Biraz daha ileri bir zamana ertelediğim “Bir Kadın Tanıdım” adını koyduğum; yazılması gereken , ama henüz canımı çok acıttığı için yazamadığım (ama kafamda yazıp bitirdiğim), “Edi ile Büdü’nün Hikayeleri” olarak ürettiğim ve kendi kendime deliler gibi güldüğüm ve yine sadece kafamda bitmiş olan hikayelerim; şarkı sözü diye başlayıp üç sayfayı bulan ve ilk satırları dörtlük olabilen, sonrası düz yazıya dönüşen karalamalarım (Asla söz olmayı başaramadılar. Bazen de bir satırda kalırlar zaten; ama o satır, o kadar çok şey anlatır ki bana gerisine konan herşey onu bozar ve açıklama satırlarıdır sadece. Büyük bir megalomani içerisinde herkese de aynı şeyi anlattığını düşünürüm o satırların ve tabi ki böyle bir şey yoktur); dinlediğim şarkıların sözleri üzerine düşündüklerim; hayatıma yön veren kitaplar üzerine yazmak istediklerim; ama hepsi hislerim, kim ilgilenir ki diye düşünüp yazmaktan vazgeçtiğim ama artık beynimin patlamasına sebep olabilecek, dışarı çıkarlarsa en azından beni rahatlatabilecek olan deli düşünceler arasında gittiiiiim geldim… Hangisini yazacaktım ilk önce…
Dön dolaş burda durdum, yoruldum ve kovuldum olacak mıydı acaba? Benim gibi fikri firar (e bu da firaaar) olan ve zaman geçtikçe bu yönü daha fazla ortaya çıkan bir kadının yazacakları, editör tarafından onaylanacak mıydı??? Yoksa yeni bir mail mi alacaktım kibar bir şekilde yazılmış; “Seden Hanım, çalışmalarınıza devam ediniz; bu haftaki sayımızda her yer dolu, yer olsa dükkan (pardon site) sizin, bir gün birlikte çalışmak ümidi ileeee… (Sonsuz’un Notu: Görüldüğü üzere yazınız da kabul edildi, bir de üstüne siteye kapak da oldunuz, Seden Hanım. Yani dükkanı vermişiz toptan)
Hemen Zafer Kılıç’ın “Onurlu Kadınlar” yazısındaki satırları getirdim aklıma;
“Onurlu kadınlar, emek verdiği hiçbir işten (namuslu, dürüst) utanmaz ve gocunmaz. Gücü oranında her işi yapmaktan veya denemekten çekinmez.”
E ben de onurlu bir kadınım (Tabi bir kaç kez daha okumalıyım, bakiiiim tüm şıklara uyuyor muyum yoksa kendimi öyle mi sanıyorum, yoksa biraz fazla erkeksi bir yazı mı?… İşte yine başladım, şimdi oturup bunu yazmaya başlarım ben, haaaaayııııır…). Demek ki denemeliyim, olmazsa olmaz; denemekten korkmamalıyım çekinmemeliyim. E spor falan da yapıyorum, gücüm kuvvetim de yerinde bin şüküüüür, ilerle Seden bu kez yarına bırakma, ne olacaksa olsun …
Yarına bırakmak, aslında can acıtan şeyleri bırakmak yarına; diğer anlamda ayakta durmak adına ertelemek sorunları, üzüntüleri belki eritir zaman diyebilmek… “Rüzgar Gibi Geçti”yi okuduğumda Scarlett O’Hara çok etkilemişti beni. 13-14 yaşlarımdaydım; ama o zaman bile dimdik ayakta duran, ne olursa olsun savaşı bırakmayan ama aşkı da seven ve fakaaaat yaşamaktan ve onu yaşarken acze düşmekten korkan kadın çok asil gelmişti bana ve final sözcükleri; “yarın düşünürüm , ya da yarın bir çözüm bulurum ya da yarın ağlarım!” felsefem oluvermeye başlamıştı o zamanlardan. Bu çoğunluğun sevmediği bir ruh halidir.Çünkü daima ayakta durabilen bir şeyi yıkmaya çalışırız biz insanoğlu olarak.Takdir etme ayaklarıyla diğer taraftan bir şekilde darbe vururuz, yani aslında niyetimiz iyidir tabi; “yorulduysa durmaktan biraz otursun dinlensin; hatta daha sıkı vuralım yazık günah, biraz da yatay konuma geçsin çok yorulmuştur, ne o öyle kazık gibi duruyor; ya da ne kadar dayanıklı bir deneyelim” deriz yine iyi niyetle tabi. İşte 94 yılında artık daralmışım ama bitmediğimi bağırmam lazım bir şekilde ve yazıvermişim:
Daha yapılacak çok şey var
Sorumluyum
Bırak kalsın bırak at içine unut
Çok yorgunum
Tut o boğan yumruğu bırak dursun bırak
Yarın ağlarım
Ne geceye dökerim sırrımı
Ne ateşlerde yanarım
Dimdik duruyorum ayaktayım
Bugün kalsın yeter
Sanma unuturum
Sanma utanırım
Ne de küçülürüm sanırım
Bir gün bir yerde mutlaka ben hepsine ağlarım …
Çok da sevmişim yazdıklarımı.Şarkı haline gelmiş ve bağıra bağıra söyleyip rahatlamışım o günlerde. Hissettiklerimi o günde savunuyordum, bugün de savunuyorum; çünkü onlar benim! Ama bu arada haklı bir eleştiri de almışım işin pirinden (piiiiri)… “Ne kötü sözler onlar!!!” diye bağırdı bana Sezen Aksu.Düşündüm haklı!!!. Kimse benim nasıl durduğumu merak etmiyor ki…Bir de nerde yumruk??? Ateş nerden çıktı şimdi?Yansan seyrederdik; e magazinel de olurdu hani… Yanında bir açıklama kılavuzu verilmesi gerekiyor sözlerin.Hani içinizden çok ağlamak gelir, bir el boğazınızı sıkıyor gibi olur; ama o an ağlamamanız gerektiği için boğazınıza bir yumruğun oturmuş olduğunu düşünürsünüz ve o sizi yavaş yavaş boğmaya başlar… Oooo… Bir satır bu kadar sürerse ben içinden çıkamam bu işin, en iyisi yazmayayım. Yok öyle şey yazacağım işte, ne yazacağımı bilmiyorum ama herşeyi yazacağım… (Bu da bana ne kadar yer ayrılabileceğini bilemediğimden ( tabi “hiç” şıkkı hala duruyor) bulduğum vurucu final )
Hamiş: Yayınlanmamış yazı en güzel yazıdır…
Yazmama izin verirlerse maaaaalesef parantezlere ve parantez içi parantezlere alışacaksınız…
Buraya varabildiyseniz , okuduğunuz için çoook teşekkür ederim …