Sıcak bir yaz günü teknoloji harikası iki tekerlilerimize atlayıp, 4 günlük Motosiklet festivalinin yapılacağı Bergama kozak yaylasına doğru yola koyuluyoruz. Vücudumuza çarpan özgürlük rüzgarı keyfimizi yerine getiriyor. İş, güç ve bilimum stres faktörünü birkaç günlüğüne de olsa arkamızda bırakmanın mutluluğu, bu uzun yolculuğu göze almaya değiyor. Yolda başka motorcularla buluşup, çam fıstığıyla meşhur bu özel alana geldiğimizde bizimle aynı duyguları paylaşan yüzlerce motorcuyu görüp heyecanlanıyoruz. Ben motoru park ederken arkadaşım kamp yeri bakmaya gidiyor. En güzel manzaralı yerler çoktan kapılmış ama olsun, koca ormanda herkese yetecek yer var.

“Hızlı motorcu vardır, yaşlı motorcu vardır ama hem hızlı hem de yaşlı motorcu yoktur!”

Kamp alanının etrafına yeme-içme stantları  (özellikle de bira) kurulmuş, gündüz çeşitli etkinlikler, ödüllü yarışmalar düzenleniyor. Gece olduğunda kamp ateşi etrafında şarkılı türkülü eğlenceler, yaşlı(!) motorcuların etrafında yoğunlaşan derin sohbetler yapılıyor. Bir sonraki gün yüzlerce motorla şehre inip Atatürk  büstüne çelenk koyuyoruz. Motorlarımız ve homurtulu sesleri küçük kasabanın caddelerini dolduruyor. Dönüşte sağdaki tepede görünen antik Bergama’nın tarihi yapıları beni adeta çağırıyor. Mutlaka görmeliyim diyorum. Konvoydan ayrılıp Akropole doğru tırmanıyoruz. Aman tanrım, bu ne ihtişam böyle. Çıktıkça hem manzara muhteşemleşiyor, hem de gördüğünüz eserler. Ülkemin bu tarihi zenginliğini şimdiye değin  gidip görmediğime üzülüyorum. Yamaca yapılmış, antik dönemin o en ihtişamlı dik tiyatrosunda soluklanırken, burada binlerce yıl önce yaşamış insanları gözümde canlandırmaya çalışıyorum.

100 yıl önce her taşı tek tek sökülerek götürüldüğü Berlin’de yeniden inşa edilen Zeus sunağına ancak yeni yeni üzülmeye başlıyoruz. Bunun yanı sıra milyonlarca dolar harcayarak geri getirdiğimiz nadide Karun hazinesinin başına gelenleri duyduktan sonra insanın şevki kırılmıyor değil hani. Antik Bergamalılar mimaride ve şehircilikte çok ilerilermiş. Antik çağda burası su sporları müsabakalarının yapıldığı ender yerlerden biriymiş. Bu iş için aşağıdan akan dere yatağının önünü kapatarak havuza dönüştürüyorlarmış. Bugünkü gibi futbol ve TV yokmuş ama su sporlarının yanında zengin ve eğlenceli sosyal bir hayatları  varmış. Bir tanesi 10 bin kişilik 3 tiyatro, en az 200 rulo kitap içeren kütüphanesi ve yazılı kanunlarıyla bugün için bizleri şaşırtan bir uygarlığa sahiplermiş. Bu kütüphane Sezar tarafından yakılan İskenderiye kütüphanesi yerine Bonkör(!) Antonius tarafından Kleopatra’ya hediye edilmiş..

Bergama’nın 25 Km kadar doğusundaki antik Allianoi şifa merkezi, yapılmakta olan barajın suları altında kalmadan hızla gün ışığına çıkarılmaya çalışılıyor. Ortaya çıkarılan kalıntılar bu antik sağlık merkezinde  kaplıca ve şifalı sularla tedavinin o dönemde ne derece önemli bir yer tuttuğunu ortaya koyuyor. Antik hamamda küçük bir aslan ağzından akıp yosunlu bir havuzu dolduran suya dalmamak için kendimi zor tuttuğumu hatırlıyorum.

Bu kapıdan ölüm giremez!

Bergama’yı antik çağın en önemli merkezlerinden biri yapan kuşkusuz Asklepion sağlık kompleksidir. Son yıllarda gün ışığına çıkarılan bulgulara göre merkeze, 820 m’lik sütunlu bir yolla ulaşılıyor ve dış kapının üzerinde çok iddialı bir yazı var. “Buradan ölüm giremez!”

Asklepion, sağlık tanrısı Asklepios adına yapılan sağlık kompleksi anlamına geliyor.  Mitolojiye göre Apollon’un yarı tanrı oğlu olan Asklepios, hekimliği Khrion adlı Kentauros (Yarı insan yarı at) bir bilginden öğrenir. Khrion ona hastaları iyi etmenin sırrını öğretmiştir. Böylece Asklepios iyi olacaklarından umut kesilen hastaları bile iyileştirmeye başlar. Bir süre sonra hastaları iyileştirerek ölümün önüne geçmesi, ölüm diyarının tanrısı Hades’i kızdırır ve onu Zeus’a şikayet eder. Tüm bunların yanında Asklepios, Zeus’un atları tarafından parçalanan Hippolytos’u da diriltince Zeus Askilopios’u cezalandırmaya karar verir ve bir yıldırımını yollayarak emirlerine karşı çıkan torununu öldürür.

Su ve müzikle tedavi

Antikçağdaki birkaç asklepiondan belki de en önemli olanıdır Bergama’daki. M.Ö. 5.yüzyıldan itibaren neredeyse1000 yıl şifa dağıtan merkezde ünlü Roma imparatorlarının da tedavi gördüğü bildirilmektedir. Asklepionlar dünyanın bilinen ilk hastaneleridir. Ruhsal hastalıklar ve koruyucu hekimlikte büyük başarı sağlayan asklepionlarda, inançla gelindiğinde mucizevi sonuçlara ulaşılıyormuş. Buraya şifa bulmaya gelen hastaların tedavisi, her şeyden önce temizlenerek, iyileşme amacı ile tanrıya dua edip, adak adadıktan sonra, telkin ve  meditasyonlarla, uykuda görülen rüyanın yorumlanması esasına dayanıyormuş. Ayrıca şifalı kutsal sular, güneş ve çamur banyoları, yararlı otlardan yapılan ilaçların yanı sıra müzik, düzenlenen çeşitli tören ve dramalar, önemli tedavi yöntemleri olarak kullanılmışlar. Özellikle dehlizlerde su sesi ve müzik dinletilerek yapılan tedavilerden bahsedilmekte. Modern tıbbın Hippokrat’tan sonraki en önemli öncüsü olan, eczacılığın piri sayılan ve “her şeyden önce zarar verme!” diyen Galenos da buralıdır. Psikoterapi kongrelerine defalarca ev sahipliği yapması telkin, psikoanaliz ve grup terapilerindeki bu öncülüğünden olsa gerek.

Elimize çok azı ulaşan eski tedavi yöntemleri bugün bize çok basit gibi görünebilir. Kaplıcalar, masaj, müzik gibi, etkinlikleri artık bilimsel olarak da ispatlanmış yöntemlerle o günlerde binlerce insanın şifaya kavuştuğu su götürmez bir gerçektir. Bu günkü bilgi ve harika antibiyotiklerimizle, eskinin korkunç enfeksiyon hastalıklarının teşhis ve tedavisinde büyük başarılar elde ediyoruz. Ancak göz kamaştıran teknolojilerimize rağmen ruhsal ve bedensel acı çeken insanlarımız nedeniyle hastanelerimiz dolup taşmaktalar. Bir şeyleri hala çözemediğimiz ortada, daha mükemmel bir sonuç için belki de artık eski ile yeniyi, doğu ile batıyı, ruh ve maddeyi sentezlememizin zamanı gelmiştir.

Motosikletlerimizi yeniden uzun dönüş yoluna hazırlamaya başlıyoruz. Hızlı ve sağlam olması bir yana ama motorlu oyuncaklarımızın bir attan daha konforlu, keyifli ve emniyetli olduğunu iddia etmekte zorlanırız.