“Siz hiç mucize gördünüz mü? İçinizde bir mucizeye şahit olan var mı? Şu anda bir mucize gerçekleşiyor. Bu olayın gerçekleşip tüm Türkiye’ye mal olmasının elbetteki bir hikmeti var. Olgu boyutunda insanlar hiç bir şey bilmiyor, algı boyutuna gelene kadar. Bizler de öyleyiz, algı boyutuna girdikten sonra tecelli olduktan sonra insanlar müdahil oluyor duruma. Çocuklarıma sevginin önemini, insanların bilinç düzeylerinin artmasının önemini hep anlattım. Eğer birilerinin yanlış yaptıkları için sürekli kafalarına vurursanız, sürekli döverseniz bu iş devam edecek. Benim felsefemde, inancımda şu var; bunu iki cümleyle özetleyeceğim: ‘Sevgi geldi, saygı geldi cihana, biz yarattık dediler. Bizler sevmesini, saymasını öğretmeye geldik cihana’.”

İşte evladını kaybeden bir babanın kainatın her bir karanlık zerreciğini dahi aydınlatacak cümleleriydi bunlar. Hayretler içinde ağlayarak izledim, bu acı verici olay yaşandığından beri kendime soruyorum, empati kuruyorum anlamaya çalışıyorum ama nafile. Bir yer geliyor tıkanıp kalıyordum. Ta ki bu elleri öpülesi babanın söylediklerini duyana kadar. Eğer yaşadığımız her şey bizim tezahürümüzse, neydi bu olaydaki parmağımız. Ne anlatmak istiyordu bu olay bize? Nasıl aydınlığa dönüştürebilirdik? Kafamda buna benzer milyonlarca soru dönerken cevap Özgecan’ın babasından geldi. Hatta gelmedi, tokat gibi çarptı adeta, kendime getirdi. “Siz hiç mucize gördünüz mü? Şu anda bir mucize gerçekleşiyor” diyordu. “Bizler algı boyutuna gelene kadar olayların içine girmiyoruz, sorumluluk almıyoruz” diyordu. “Bu olayın hikmeti, bu algı boyutunda hepimizi içine dahil etti” diyordu. Dinliyordum ama kalbimde o hissettiğim acı neden gitmedi öyleyse diyordum ki, yine yüreği acılı baba sanki duymuşçasına cevap veriyordu: “Eğer birilerinin yanlış yaptıkları için sürekli kafalarına vurursanız, sürekli döverseniz bu iş devam edecek.” diyordu. İçimden kaç defa dövdüm, vurdum, belki de öldürdüm ben Özgecan’ın katilini. Çünkü Özgecan’ın yerine koyabilmiştim de kendimi o katilin, sapığın, caninin yerine koyamıyordum. Kurban olmuştum da, katil olamıyordum. Oysaki seanslarımda, eğitimlerde sürekli “Bir davranış gerçekleşiyorsa, mutlaka haklı bir sebebi vardır, o davranış doğru olmasa da içinde bulundukları alandan onlara göre doğrudur” diye anlatıp duruyordum da neden kabul edemiyordum bu katili. Carl Jung’un gölge terimini bilirsiniz. Hepimizin gölge yanları vardır, kabul edemesek de iyisiyle kötüsüyle muhteşem bir dengeyiz. İnsan ve gerçekleştirdiğimiz tüm davranışlar da bağlamlı.“Asla birini öldürmem” deriz ya, işte bu içinde bulunduğumuz bilinç ve farkındalık seviyesinden öyle görünür. Bilmeyiz ki yanımızda annemiz, babamız, kardeşimiz, evladımız öldürülse ne yaparız. Hatta Özgecan için hepimiz öldürmek istemedik mi o caniyi, biz de ellerini kesmek istemedik mi, biz de onu diri diri yakmak istemedik mi? İşte aslında her ne kadar “Mümkün değil, yapmam!” desek de hepimiz her şeyiz. Eğer biz makrokozmosun mikrosuysak, her şeydik. Kurban olabildik de, katil olamıyorduk. O veçhemizle bir türlü yüzlemeşediğimizden, kendimize konduramadığımızdan…

Debbie Ford, “Işığı Arayanların Karanlık Yanı” kitabında şunları söylüyordu: “Siz bir insan bir hata yaptığı için ona bir isim taktığınızda, durup aynı ismi kendinize de takıp takamayacağınızı düşünün. Eğer dürüst davranırsanız, yanıt değişmez bir biçimde ‘evet’ olacaktır. Dünya daima sizin veçhelerinizi size geri yansıtan dev bir aynadır. Her özellik orada bir nedenden ötürü bulunmaktadır ve tüm özellikler kendi yollarınca kusursuzdur.” Kabul edemediğimizden tekrar tekrar yaşıyorduk . Halbuki Özgecan’ın annesi de ne güzel anlatıyordu, “Kimse istemez evladı katil olsun ama bu adamın içinde belli ki sevgi, merhamet yok” diyordu. Sevgi ancak aydınlatacaktı o karanlık yanlarımızı. Hele bir de katilin annesini dinledim ki o da ayrı insanlık dersi veriyordu, “Benim de evladım, torunlarım var, gereken ceza verilsin. Ama lütfen çocuklarınızı sevgi dolu ailelerde, sevgiyle huzurla yetiştirin” diyordu. Şimdi bir çoğunuz “Adam kızı öldürmüş, yakmış, sen ne saçmalıyorsun, gebersin, ölsün” diyorsunuz ya, ben de dedim. Hala kabul edemiyorum, hala içimden bir parça reddediyor. Aslında ben demiyorum, yüreği acılı baba diyor, “Eğer birilerinin yanlış yaptıkları için sürekli kafalarına vurursanız, sürekli döverseniz bu iş devam edecek.” diyor. Biz şu evrende her şey isek, şeytan da biziz melek de; iyi de biziz, kötü de; Özgecan da biziz katil de. Bunu kabul etmediğimiz zaman, içimizin en karanlık, insan öldürebilen, tecavüz edebilen parçalarını görmezden geliyoruz ya, işte asıl o parçalarımızın sevgiye ve kabule ihtiyacı var. Evren sürekli tezahür ediyor biz kabul edene kadar. Bir de cinayeti yalnızca bir canlıyı öldürmek zannediyoruz ya, işte orada da bir cinayet işliyoruz. İçimizdeki mucizevi potansiyeli görmüyoruz, “Ben yapamam, ben başaramam” diyoruz ya, kendimizin içindeki o ilahi gücü öldürüyoruz. Sınıfa giren öğretmen en arka sıradaki Ahmet’e soru sorup bilemediğinde “Sen hep böyle tembelsin işte” diyor ya, aslında bir çocuğu toprağa koymadan öldürüyor. “Ben piyano çalmak istiyorum” diyen bir çocuğa “Senin ellerin küçük, çalamazsın” deyip klarnetçi yaptık ya, biz o zaman geleceğin Gülsin Onay’larını öldürdük. Evlatlarımıza “Boyundan büyük işlere karışıyorsun, büyüklerinin lafına karışılmaz” diyoruz ya, kendi evlatlarımızın düşüncelerini, fikirlerini öldürüyoruz.

Ve yalvarıyor Özgecan’ın kardeşi gelin birlikte kulak verelim;

“Ben insanlara, Türk halkına yalvarıyorum; ne olur biraz bilinçlensinler. Okulda insanlık ve sevgi dersi verilsin. Artık bakmasınlar, görsünler. Sevgi her şeyin başı, sevgi her şeyin ilacı. Özge bu yüzden psikolog olmak istiyordu. İnsanlık için, insanlığa katkıda bulunmak için. İnsanlar okulda artık sevgiyi sorsunlar. İçinde sevgi olmayan insan ancak bunu yapar.”

Biz hala ne diyoruz; “Öldürelim, sallandıralım, keselim, işkence yapalım.” Bunları diyen bizle o caninin arasında fark var mı? Bir soruyu bilemedi diye “salak” yaftasını yiyip bir daha insan içinde ağzını açmayan çocuğunu öldüren anne babanın farkı var mı?

Zaman yüzleşme zamanı, bildiklerimizi uygulama zamanı. İçimizdeki iyi ve kötüyü kabul etme zamanı. Özgecan’ın da biz, katilin de biz olduğunu kabul etme zamanı. Zaman sevgi zamanı. Zaman sevmenin ve sevilmenin, tüm hücrelerimize kadar hissetmemiz gereken zaman.

Sevgili kardeşim Özgecan; öylesine ulvi bir görevde yer aldın ki, ruhunun önünde sevgi ve şükranla eğiliyorum.

Ve ben de son sözlerimi o kocaman yürekli, kalbi sevgi dolu babanın son sözleriyle bitirmek istiyorum:

 ‘Sevgi geldi, saygı geldi cihana, biz yarattık dediler. Bizler sevmesini, saymasını öğretmeye geldik cihana’.

Meltem Emir