Geçmişte bir gündü ve sabah aceleyle evden çıktım. Arkadaşımın doğum günüydü, bir hediye almam gerekiyordu. Newmarket’e (dükkanların bolca olduğu bir caddenin adı) geldiğimde hiç dolaşmak gibi bir niyetim yoktu. Sevmem ben alışverişi ne yapayım! Bu yüzden iyi bildiğim bir dükkana girip hediyemi seçtim ve ödeyip çıktım. Her zamanki gibi yan taraftaki kafeye günlük kafein ihtiyacımı gidermek için uğradım. Sabah kahvesi rutinim, bırakamayacağım alışkanlıklardan olmuştu. “Sen neleri bıraktın” dedi içimden bir ses, dinlemedim! Gözünüzün önüne kahvesini yudumlarken hiç etrafına bakmadan dergiye yumulmuş bir kadın imajı getirin. İşte aynen öyle bir pozisyondaydım. Kadın dergilerini hiç düşünmeden karıştırıp, ünlü yıldızların fotoğraflarını ve son dedikoduları ayrıntıları ile okudum. Tamamıyla bir boşluk hissi var gibiydi. Bunun pazar olmasıyla bir ilgisi olup olmadığını dahi düşünmedim.
Kafeden çıktığımda ise ne istediğimi bilmeden kendimi kitapçıya çekilmiş buluverdiğimde yüzlerce kitabın içerisinde geziniyordum. İlk elimi attığım kitap ise: Milan Kundera’nın “Ignorance” adlı kitabı oldu. İnanın ben hiç bir şeyin tesadüf olduğuna inanamıyorum artık. Çünkü ilk açtığım sayfada söyle yazıyordu: “Dönüş, sözcüğünün Yunanca’daki karşılığı nostos’dur, Algos sözcüğünün karşılığı işe; ıstırap; Nostalgia, Dönüş’e olan yatıştırılamaz özlem yüzünden, ıstırap çekmektir…
Tarihte göçmenlik yüzünden acı çekmiş insanların hikayelerini hepimiz duyduk. Çoğunun savaşlarla ilgili olduğunu biliyoruz. Bir kısım insan ise ekonomik, sosyal ve politik nedenlerden dolayı göç etmeyi tercih etmiş ya da zorlanmışlar.Her ülkenin kaderinde ise öyle ya da böyle bir göçmenlik durumu var. Burada (yani Yeni Zelanda’da) bir çok göçmenle tanıştım. Zaten yurt dışında göçmenlerin kaderidir, göçmenlerle tanışmak. Öyle hemen buralılar sizi içlerine almazlar, göçmenliği şöyle derinden tatmak nasip olur hepimize. Tanıştıklarımdan bazıları, kendi ülkelerinde olan savaş yüzünden yaşayamayıp bu kadar uzaklara göçmüşler. Bazıları daha iyi yaşama isteği ve kendi ülkelerinin şartlarına dayanamama durumundan gelmişler. Sadece ekonomik amaç yüzünden, yani para kazanıp geri dönme hayalleri içinde olanlar dahi var. Bazıları da macera peşinde, öyle ki hiç düşünmeden atlamışlar gemiden; bazılarımızı ise aşktır getiren.
Iraklı Kürtler’den olan genç bir çocuk var tanıdığım. Saddam indirildiğinde yollara çıkıp bu olayı ilk kutlayanlardanmış. Ailecek savaştan kaçmışlar, ama ne kaçış! Bütün Avrupa’yı mülteci olarak dolaşmışlar ve en son durak ise burası olmuş. Şimdi sevinsin mi üzülsün mü bilemiyor. Diğer tanıdığım ise; köyde ailesini bırakıp daha fazla para kazanmak için bu ülkeye gelmiş. Dayanamıyor ve başka bir kadınla buradaki ailesini kuruyor! İki yerde çoluk çocuk, şimdi daha fazla mı çalışacak! Taraflar buna ne diyecek! Geçmişle gelecek arasına çapa atan bizlerin belirsizliklerde yaşadığı çarpıcı hikayelere güler misin ağlar mısın!
İşte boşlukmuş diye düşündüğüm bilinç durumumla dolaştığım sokaklarda, beni Milan Kundera’nın kitabı taa derinden vurmuştu. Kendi göçmenliğimi, yani memleketteki anılara ve bıraktıklarıma ilişkin yaşadığım tüm özlemleri çarpıcı bir dille ifade edivermişti. Daha düne kadar bilinç altına atılmış ama sürekli kurcalanan dönüşler içerisinde gidip geliyordum. Ne kadar uzun sürmüştü bu Nostalgia!
“Ne duruyorsun gitsene, seni burada ne tutuyor?” sorusuna yıllarca beynimde aradığım yanıtlar ve çözümsüzlükler meğer yüzyıllardır insanlığın çektiği ortak bir ıstırapmış: Nostalgia!
Savaş nedeniyle yurdunu terk etmiş/ettirilmiş ve kamplarda yaşamış binlerce insanla, kendimi nasıl kıyaslayabilirdim! İşte o anda benim Nostalgia küçücük kalıverdi. Varoluşsal seçimlerimle ilgili Nostalgia’ma söyle karşıdan baktım; ufalanıverdi ve tozları havaya karıştı gözümün önünde! Neyse, kitabı daha fazla kitapçıda okuyamayacağımı anladığımda satın alıp çıktım. Karşıdan karşıya geçerken bana yol veren sürücüyle birbirimize gülümsedik.
İkinci ışıklara geldiğimde, niye evden çıktığımı ve niye bu kadar sessiz olduğumu hatırladım; geri dönülemezler içinde çıktığım bu sabahki yolculukta, bilinç altına atılmış sürekli kurcalanan dönüşlerle uğraşıyordum. Geçmişi hatırlamak, sıkıntıyı biriktirmek ve kayıp anılar içerisinde ıstırap çekmek, biz insanlara mahsus di mi? Evet çok uzaklardaydım. “Nostalgia” ıstırabını bana bu değeriyle hatırlatan Milan Kundera’ya gülümsüyordum. Biliyordum ki benim geçmişe ve anılara özlemimden dolayı çektiğim Nostalgia’m artık gerilerde kalmıştı..
“Nostalgia” sadece memleket özlemi değil ki; insanın, geride isteyerek ya da istemeyerek bıraktıklarına ait duygular da olabilir.Yani dünyanın bir ucuna gelmeden de bırakıyor insanlar.”Tutunduklarımız” desem, ifadem yerinde olur sanırım! Bu yıl içimde tutunduğum hiç bir eski duygu ve insan yok. Bu yıl çiçekler bir başka kokuyor, meyveler ve sebzeler daha tatlı sanki. Yaşadığım yerin zevkini uzun yıllardan sonra hafif, yüksüz, Nostalgia’sız yaşıyorum. Sanırım artık duyguları içimde biriktirmeden, yaşamı geldiği gibi yakalamayı beceriyorum.