2003 yılı Ocak ayının ilk günlerinde bir öğle vakti telefon çalar. Arayan çok yakın arkadaşının erkek kardeşidir ve iki saat sonra bir iş görüşmesi için hazırlanıp gelmesini istemektedir. Doğal olarak “Pardon, konu ne? Ne
için, kim için beni çağırıyorsun? diye sorar. Telefonun diğer ucundaki “Fazla soru sorma, gelince görürsün!” der. Merakını yenemez kalkıp gider ve kendini çok ünlü bir radyo starı ile medya patronunun kardeşinin karşısında bulur. Starımız yakında başlayacağı radyo şovunda yanına bir hanım partner istemektedir. Daha “Merhaba” derken “Ses tonun çok güzel!” der hanıma ve ilk sorduğu soru “İngilizcen nasıl?” dır. O’da “Tabii ki İngilizcem var, ancak bildiğim kadarıyla siz Amerika’da tahsil yapmışsınız sizinle boy ölçüşecek bir ölçüde olduğunu zannetmiyorum benim lisanımın. Ancak, ben de iyi derecede Fransızca biliyorum. Kafanızda nasıl bir proje var onu bilemem ama, siz aynı lisanı teyyid edecek biri yerine, şöyle; Amerika!!!-Avrupa kültür çatışması şeklinde bir şey yaparsanız sanırım dinleyiciye bu daha enteresan gelir!” der. Sorulan bir diğer önemli konu da “Sabahları erken kalkmakta zorlanıp zorlanmayacağı ve de nasıl bir ruh haliyle kalktığıdır.” Bunun cevabı da, “Ben 22 yıl bankacılık yaptım, şimdilerde zaman zaman yurt dışı rehberliği yapıyorum; sabahları son derece neşeli ve dinamik uyanırım” olur. Ilk görüşmeden “Öyleyse, sen şuh bir Fransız kadın ol ve ikinciye öyle gel!”denilerek ayrılınır…

Düşünceli bir şekilde eve gelir; hani eskiler “kırk yıllık Kâni olur mu yani” derler ya o da bunun için tasalanmaktadır. Nitekim bu konudaki endişelerini paylaşmak ve öneri almak için o akşam alt katında oturan
üst düzey TRT görevlisi ve eski gazeteci hanım arkadaşına iner. O gün olanları anlattığında arkadaşı “Düşündüğün şeye bak! Hayatım, ben çok önemli bir dizinin 4-5 bölümünün senaryosunu yazdım. Sana şimdi yarı Fransız, yarı Türk bir tipleme hazırlarız olur biter!” der. Oturup, karşılıklı fikir alışverişiyle büyük bölümü orijinal kimliğine dayalı olmak üzere “Mlle Brigitte” karakterini oluştururlar. Matmazel, ana tarafından Türk baba tarafından Fransız’dır. Çocuk yaşlarda noktalanan aşk evliliği sonunda Maçka’da oturan anneannesine postalanmış ve onun yanında büyümüştür. Iki kedisi (Minno ve Soumise) ile yalnız yaşamaktadır. Hiç evlenmemiştir. Bol bol seyahat eden dünyanın dört bir yanında dostları olan vs. vs. biridir.

İkinci görüşmede önüne konan senaryoya şöyle bir göz atan ünlü radyocu; “Tamam, ben seninle başlıyorum!” der ve 20.1.2003’te mikrofon başı yaparlar.

Matmazel, daha evvel bazı televizyon ve radyo programlarına renkli kişiliğinden ve direk veya endirekt çalıştığı sivil toplum örgütleri kimliğinden dolayı konuk olmuş ve kendisine; gerek konulara gayet isabetli temas edip yaptığı yorumlarla gerek çıplak sesle hiç nazlanmadan okuduğu çeşitli dil ve türlerdeki şarkılarla; “Senin gibi konuk dostlar başına!” denmiştir. Ancak bu iş öyle konuk olmaya benzemez. Haftanın beş günü saat 7’de geçtiği mikrofon başından 10’da kalkmakta ve tecrübeli partneriyle ağırlıklı olarak gazete haberleri yorumunun yanısıra, güncel konuları da irdelemektedir. İlk günler heyecandan ölüp ölüp dirilen, boğazı kuruyup litrelerce su içen Matmazel’e, partneri “Bak göreceksin, senden çok iyi radyocu olacak!” diyerek heyecanını yatıştırmaya çalışır.

“Seninle başlıyorum!” diyen ünlü radyocu partnerinin Fransızca, İngilizcenin yanısıra biraz da İtalyanca, bayağı bir Ermenice bildiğini, hatta ufak ufak da Rumca öğrendiğini, 3,5 oktav sesi olduğunu ve Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde 6 yıl, Boğaziçi Üniversitesi Türk Halk Müziği Korosu’nda 1,5 yıl müzik eğitimi aldığını, başta Ermeni, Rum ve Musevi diyalekti olmak üzere birçok lehçeyi konuşabildiğini dinleyicilerle birlikte öğrenecektir…

Radyoculuğun henüz birinci ayıdır ki bir dini bayram dolayısıyla Matmazel’e çalıştığı seyahat firmasından Londra-Paris turu teklif edilir. Ünlü birinin yanında başladığı bu yeni işinde, hiç tanınmayan ve o güne kadar yetenekleri yalnızca kendi ve yakın çevresi tarafından bilinen birisi olması dolayısıyla fazla bir pazarlık şansı olmamış ve önündeki bir yılı staj dönemi gibi telâkki edip, son derece sembolik bir ücrete “evet” demiştir. O yüzden partnerine sorup onayını alır ve tura gider. Ancak gitmeden, tamamen kendi arzusuyla; müziklerini kendi arşivinden bulduğu ve sözlerini yine kendi yazdığı biri Fransızca diğeri Türkçe iki jingle yapıp bırakır! (Daha sonra aynı şekilde iki fransızca bir türkçe olmak üzere toplam beş jingle yapacaktır…)

Daha turun ilk ayağı Londra’dayken telefon gelir; O olmasa da radyodan sesi gümbür gümbür yükselmekte ve “Matmazel Londra’dan ve Paris’ten en son haberlerle yakında dönüyor!” denmektedir. Zaten ilk kez burs kazanarak gittiği Fransa başta olmak üzere, birçok Avrupa ülkesini; keza daha kimse o istikametleri telaffuz dahi etmezken 1991’de hintli kız arkadaşının düğününe gidip 19 gün kalarak Hindistan’ı bile bambaşka açılardan gezip görme şansını elde etmiştir. Rehberliğin dışında turla seyahat etmeyen, kaldığı her ülkede O’nu paylaşamayan dostları sayesinde ıcığına cıcığına kadar gezip hallaç pamuğu gibi atmadan geri gelmeyen bir gezgindir O…

Nitekim Mlle Brigitte, Mayıs ayında kısa bir Bodrum seyahati, daha sonra 15 gün sürecek (program boyunca “kuzinim” dediği ablasıyla) bir Moskova-St.Petersburg seyahati yapar. Bu defa radyodan ikisi de izinlidir! Dönüşte gittiği gördüğü yerleri ve izlenimlerini  hem mizahi hem de oldukça sivri bir biçimde anlatmaya, hem de getirdiği cd’leri dinleyiciyle paylaşmaya çalışır. Ancak yanında laf kapıp konuşmak adeta bir mucize olan hatta, lafı pas etse bile “Üf sıkıldım! Hadi çabuk söyle ne söyleyeceksen!” diye sürekli pres yapan partneri, dinleyiciden Matmazel’e yönelik gelen olumlu tepkilerden ve iltifatlardan hafif hafif huzursuz olmaya başlar…

Aslında programın formatında ikilinin arasıra dalaşmaları vardır. Hatta sinirlendikçe Matmazel Fransızca konuşup (ama dinleyicilerin büyük bölümünün bu lisanı bilmediklerini göz önünde tutarak), hemen Türkçesini söylemektedir. Yayın esnasında ne kadar kapışırlarsa, sonunda öpüşüp koklaşıp öyle ayrılmaktadır ikili! Zaten olgun ve medeni kişilere de bu yakışmaktadır…

Başladıktan bir-iki ay sonra Matmazel’e (güzel sesi ve zengin repertuarından dolayı) aynı grubun Türkçe yayın yapan diğer radyosunda “Türkçe sözlü nostaljik müzik programı”, Temmuz ayındaki tatil öncesinde de “ünlü radyocu” yokken diğer asistanla programı devam ettirmesi teklif edilir. Bunları hemen partnerine iletir ve O’da kendisine “Sakın kabul etme ve bensiz asla mikrofona oturma!” der. ‘O”nun zaten ustasına saygısızlık etmek ya da kimseyi ekarte etmek gibi bir niyeti yoktur. Dolayısıyla önerileri reddeder.

Matmo3Program ilerledikçe “Bu Matmazel kim?” diye merak edenler çığ gibi çoğalmakta, hatta aynı grubun çalışanları bile gelip radyo production bölümünden (bazıları hasetten tırnak kemirerek!) su gibi ve keyifle akıp giden bu şovu hayretle izlemektedirler… Nitekim Temmuz ayında Hürriyet Gazetesi kapılara dayanır ve Matmazel’in başına şapka, gözüne gözlük derken; tanınmayacak bir halde fotoğrafları çekilir ve yayınlanır!

Bu arada ünlü star, zaten yapılan esprilere şuh kahkahalar atan Matmazel’i durmadan övmekte ve şöyle göğüsleri, böyle bacakları var gibi fiziki yönden bilhassa erkek dinleyicileri tahrik edecek biçimde gaz vermektedir. Bu durumda; yayın çıkışı ta Bursa’dan, İzmir’den Ankara’dan kalkıp kapılara gelenlerle nasıl baş edeceği de Matmazel’in sorunudur. Kafasının içi biraz dolu her hanım gibi o da sevgi dolu yüreği ve fikirleri için övgü almayı tercih etmekte, bu seks bombası imajının ağırlığı altında gitgide ezilmektedir. Radyoya başladığından beri, tümüyle değişen yeni hayat düzenine alışmakta zorluk çeken Matmazel, bilhassa düşkün olduğu mükellef kahvaltıları sabahın 6’sında yapamamasının yanısıra, girdiği bunalım sonucu da ilk defa hayatının en kilolu dönemini yaşayacaktır!.

Hazır millet bu kadar galeyana gelmişken bir de partneri bir gün ansızın “Matmazel’le bir akşam yemek yeme fikrini ortaya atmaz mı?”. Artık telefonlar kilitlenir! Işin garibi arayanların çoğu evli erkeklerdir! Patrondan derhal haber gelir “kaldırın şu Date’i! Matmazel’i deşifre etmeyin!”. Ama ne fayda ünlü radyocu, ortalığı birbirine katmaya kararlıdır. Telefonların yanı sıra internet’ten de başvuru ve resimler yağmaktadır. Bir curcuna ki sormayın… Allah’tan evli erkeklere otomatikman diskalifiye oldukları söylenir!. Bu arada Matmazel’in Ermenice bilmesi adayların arasına bir hayli de kuyumcu katar!

Durum öyle bir hal alır ki; aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık dedikleri konuma gelir. Bu da yetmezmiş gibi Ankara’lı, bir şirkette genel koordinatör hanım dinleyici arar ve “Bırak şekerim bütün bu adayları! Ben sana şirketin helikopterini gönderip aldırayım, bizim müthiş bir terasımız ve orada harika bir kafe-restoranımız var, başbaşa yemek yeriz. İnan çok daha keyifli vakit geçiririz” der. Zaten partneri ha bire bastırmakta “kendine bir sevgili bul yoksa Matmazel lezbiyen diyeceğim!” diye sıkıştırmaktadır. Bu dinleyici bilmeden yangına körükle gelmiştir. Matmazel, “Sağol şekerim, ben de çok keyifli bir sohbet olacağından eminim. Ancak seni seçmem son derece yanlış anlaşılır.” der ve bu teklifi böylece savuşturur.

Çember gitgide daralmakta ne bahane bulursa bulsun bu akşam yemeği gitgide kaçınılmaz olmaktadır. Kimi seçse diğerleri otomatikman kırılma eğilimindedir. Bu aşamada da imdadına bir başka hanım dinleyici yetişir. Yayına bağlanır ve “Ben Matmazel’i ilk günden beri dinliyorum çok benimsedim ve seviyorum; O’na bu zor kararda yardımcı olmak adına,izin verirse adaylardan kimle çıkacağına ben karar vereyim” der. Hay Allah razı olsun! Böylelikle büyük bir yük kalkmıştır Matmazel’in üstünden. Seçtiği de kendi halinde efendi bir genç doktordur. Diğer adaylar “o gece biz de oraya gidip, bakacağız” filan dediklerinden tamamen gizli bir organizasyonla çıkılır ve olay biter. Ama Matmazel yeni vücut ölçüleriyle gardrobundaki harika gece elbiselerinden hiçbirine sığamadığından ve havaya girip çok şık olmak istediğinden, gider tepeden tırnağa özel bir kıyafet hazırlatır. Dolayısıyla o gecenin faturası biraz ağır olur kendisine!

Daha evvel arşivindeki plâkları, cd’leri dinlemekten ve hayır işi, meslek hayatı, şu bu derken, radyo dinleyicisi olmaya fırsat bulamamışken, Matmazel şimdi anlamıştır ki bu iş, partnerinin de dediği gibi “Bir sihirli kutudur”. Gerçekten radyoculuk çok büyülü bir iştir!. İnsanlar ta nerelerden kalkıp gelmekte, hediyeler getirmekte; gelemeyenlerse kargoyla postayla göndermektedirler… Matmazel hayatında hiç yaşamadığı bir ilgi ve sevgi seline tanık olmaktadır. İnternetten yağan mail’lere ise haftanın iki günü yayından sonra bakarak bilâhare toplu halde teşekkür etmekte, tanımak için yanıp tutuşan oraya buraya davet edenlere, nazik bir biçimde red cevabı vermektedir. Çünkü deşifre olmamak zorundadır… Bir başka inanılmaz olay da yine ilk aylarda olmuştur. Şöyle ki; “biraz hastayım boğazım ağrıyor” diyen Matmazel’e rum bir dinleyici evine kadar gelerek ilaç getirir!…

matmo5Bütün neşesine ve iyimserliğine rağmen dinleyicilerle iki kerede gözyaşlarını paylaşır; zira Mayıs ayında kısırlaştırma operasyonu sonrası, canı gibi sevdiği 4,5 yaşındaki Ankara-Van melezi kedisi Minnoş veteriner hatası sonucu ölür. Diğer acı olay ise, sinagogda meydana gelen patlamada ölen arkadaşının kızının resmini önüne konulan gazetede görmesidir. Her iki hadisede de partneri son derece duyarlı davranır ve acısını paylaşır, hele dinleyicilerden gelen olumlu tepkileri ve teselli mesajlarını asla unutmayacaktır!…

Partneri çoktan beri başka radyoya geçmekten söz etmekte, O’da “Tamam sen nereye ben oraya” diye bağlılık bildirmektedir. Yalnız bir yeri geldiğinde “ben bu yılı staj dönemi olarak kabul ettim, seneye bu şartları kabul etmem. Ben anamdan Matmazel olarak doğmadım, tepem atarsa bırakır giderim!” diye söyler.

Yılbaşı seyahatine gitmeden evvel, yasal işlemler bir elden yürütülsün diye, partnerinin avukatına vekalet verip giden Matmazel; dönüşte bambaşka bir tablo ve 180 derece değişmiş biri ile karşılaşır. Ünlü radyocu “Ben burada kaldım, bir yere gitmiyorum ve seni istemiyorum. Defol!” demektedir. O, olanlara bir mana veremez,sadece 3-5 gün uzak kaldığı radyoda her ne olmuşsa olmuş, döndüğünde tamamen ‘O’nu dışlayan bir ortam bulmuştur. Yapı itibariyle istenmediği yerde bir saniye geçirecek biri değildir, fakat sözleşmedeki tazminat maddeleri dolayısıyla yayında renk vermemeye çalışarak Ocak ayını “kan kusup kızılcık şerbeti içtim” diyerek geçirir. Bütün reklam ve haber aralarında partneri hakaret etmekte, bir bahane bulup kavga çıkarmakta, yayın esnasında ‘O”na yönelik arayanları da terslemektedir. Matmazel bunun üzerine “Çok ayıp ediyorsun böyle yapmakla, unutma ki dinleyenler artık beni de seviyor. Hem bu yaptıkların sana hiç yakışmıyor” der. Starın gerekçesi ise şudur “Senden şuh ve seksi olmanı istiyorum. Sense mutaassıp, yardımsever, hümanist karışımı berbat biri oldun!”. Evet ne yazık ki partnerinin gözünde bu özellikler “defo” dur.

Hakikaten ilerleyen aylarla birlikte Partnerinin sürekli sosyeteden, mankenlerden ve seksten bahsetmek istemesi O’na da fevkalâde sıkıcı gelmiş, gerektiğinde, sesi olmadığı halde şarkıcı geçinen, mecmualara adeta jinekolojik fotoğraflar çektiren, kameralar veya mikrofonlar aracılığıyla kendine yolacak yeni kazlar arayan kişiler konuk olduğunda ya da bahisleri geçtiğinde gayet sert eleştirilerde bulunmaktan çekinmemiştir. ‘O’na göre konuşacak binlerce mevzu varken temcit pilavı gibi mütemadiyen aynı şeyleri konuşmaya zorlanması artık baymıştır! ‘O’, partnerine defalarca “herşey zıddıyla kaimdir, bizim farklı uçlarda olmamız aslında dezavantaj değil, rahatsız olma, dinleyenlere bu ilginç geliyor!” derse de dinletemez.

Artık bir yıl dolmuştur ve sözleşme yenileme aşamasında Matmazel 21.1.2004 günü patronla ve partneriyle bir toplantıya katılır. Patron, kendisinden çok memnun olduğunu sözleşmeyi yenilemek istediğini belirtir ve Pazar günleri yayınlanacak O’na ait ayrı bir program önerisini yapar. Fakat öncelikle mevcut programa devam edilecektir!. Toplantıda partneri “ben de memnunum, çok disiplinli vs.” gibi laflar ederek başlayacağı programa da destek vereceğini belirtir. Matmazel şaşkındır, toplantıdaki kişiyle stüdyodaki taban tabana zıttır!. Canlı yayını can sıkıntısıyla devam ettirmek mümkün değildir. Dinleyicilerin önünde küçük düşmek ise asla kabul edemeyeceği bir şeydir. Bu arada yaklaşan Kurban Bayramı için rehberlik yaptığı seyahat firması,
Portekiz turunu verir. Matmazel radyoculuğu ve bilhassa dinleyicileri çok sevmesine rağmen, yol ayrımına geldiğinin farkındadır. Cehenneme dönmüş bir stüdyoda daha fazla kalamayacaktır…

matmo630 Ocak günü dinleyicilere “İyi Bayramlar” diler. Bütün kırgınlığına rağmen başta partneri olmak üzere diğer iş arkadaşlarının bayramlarını kutlar ellerini sıkar ve ayrılır. Evet, 375 gün süren serüven noktalanmıştır. Oraya bir daha dönmeyecektir. Bunu yalnızca, yakınları ve ‘O’nu sevenler bilmektedir.

Ocak ayında yaşadığı hakaretlerin, haksızlıkların üzerine Portekiz turu ilaç gibi gelir!. Hem 28 kişiden oluşan grup harikadır, hem de Portekiz!. Daha Istanbul’dan Frankfurt’a uçarken yolculardan genç bir hanım “ben sizi sesinizden tanıdım siz şu Matmazel’siniz!” der. Kaderin cilvesi, grupta 7-8 tane sıkı dinleyicisi vardır. “Evet” der, “O benim!”. Artık saklanmaya gerek yoktur nasılsa.

Matmazel’in üzüleceği ya da pişman olacağı bir şeyi yapmamış olmasından dolayı içi huzurludur. Aradan geçen zamanda kendisine bir taraftan “geri dön” çağrıları atılır ve aracılar konulur diğer taraftan (dinleyiciler ve dostları takip edip aktaracaktır bunları!) alay edilip saygısız, sorumsuz, aklına esip hiçbir açıklamada bulunmadan çekip gitmiş gibi gösterilmeye çalışılır. Ne garip, sessiz sedasız kapıyı çekip çıkmasına rağmen hala ‘O’nunla uğraşılmakta, hakkında abuk subuk konuşulmaktadır! ‘O’, tipik bir KOÇ kadınıdır ve burcunda da yazdığı gibi; ağlatacak kadar üzenleri uğurlu taşı pırlantaları dahi hediye etseler affetmesi olası değildir! Tek üzüldüğü şey, dinleyicilerinden ayrılmak zorunda kalmış olmasıdır. Ama akıllı, vefalı, dikkatli, kültürlü dinleyenleri; hafiye gibi ‘O’nun izini sürüp Gezginler Kulübü toplantılarına, Fransız Fakirhanesi’nin kermesine, zayıflamak için gittiği doktora giderek ve eski e-mail adresine mesaj göndererek ‘O’nu bulacak ve sitem yağdıracaklardır!. ‘O’, zaten kadınlara özgü iç sesiyle dinleyenlerin böyle mükemmel insanlar olduklarını hissetmiş ve 375 gün boyunca bütün çabası onlara layık bir program sunma yönünde olmuştur.

Mutlulukla hüznü bir arada yaşamaktadır. Evet, ‘O’, radyoculuğu radyoculukta ‘O”nu çok sevmiştir. Bu noktadan sonra dileği başka ‘güçlü’ bir radyoda bu işe devam etmektir. Daha söyleyecek öyle çok sözü, paylaşacak öyle çok fikri vardır ki…

Atasözlerini ve deyimleri çok seven Matmazel’in daha önceden bildiği bir deyime bu son yaşadıklarından sonra bir ilavesi vardır:

 “Hiçbir iyilik cezasız, hiçbir başarı da hasetsiz kalmaz!”…

Şiyma Aksekili