Abi arabanın camını sileyim?
…
O zaman bir ekmek parası ver…
Ülkenin en merkezi yerinde yalınayak dolaşan küçücük kıza kim öğretti bu pazarlık stratejisini? Hangi ülke, arkasında iki elin parmağı kadar yaşanmış yıl bile olmayan çocuklarını böyle gurur kırıcı diyalogların tarafı yapar? Küçücük kız bu cümleleri gün içinde yüzlerce kez kuruyor. Ben, sen, siz, biz fark etmiyor; o an için ordaysanız 10 saniyelik bile olsa onun hayatının parçası oluyorsunuz. Ve biz, bütün yaşamışlığımıza rağmen o kız kadar olamıyoruz. Hangimiz onu sokakta gördük de o bize yönelmeden halini sorduk? Ve hangimiz onun karmaşık dünyasının huzurumuzu bozacağını düşünüp oradan uzaklaşmadık?..
Bu ülkenin en saygın siyaset bilimi okulunda yıllarca eğitim aldım. İnsanlığın var oluşundan bu yana gelişen tüm düşünce akımlarını birbirleriyle neden-sonuç ilişkisine dayandırarak anlatırım. Bu konuşmanın çok subjektif olacağını düşünenler için de engin iktisadi bilgilerimi ortaya koyar, konuşmamı daha somut hale getiririm. Fakat o küçücük kızın yaz-kış demeden o repliği neden tekrar ettiğini size anlatamam. Bunun benim kifayetsizliğimle bir alakası yok, bana bugüne kadar öğretilmiş hiçbir felsefe, sosyoloji, iktisat kuramının gücü o kızın içinde bulunduğu durumu anlatmaya yetmez. Çünkü o hiçbir zaman arz-talep eğrisinin bir parametresi olmadı, hangi ideoloji egemen olursa olsun onun tek derdi o gün içinde önünden geçecek araba sayısıydı…
Beynimiz yüzyıllardır rakamlarla, istatistiklerle dolduruldu; hem de itinayla. “Gelişmiş”, “gelişmekte olan” ve “az gelişmiş” diye ayırıyoruz ülkeleri. İyi de neye göre? O gelişmiş ülkelerdeki çocukların, gelişmişliklerini yaşamaları için dünyanın geri kalanındaki çocuklar girişte bahsettiğim diyalogun tarafı olmak durumunda kalıyorsa ben o gelişmişlikten hiçbir şey anlamıyorum, anlamamakta da direniyorum. Çünkü insanlık rakamlarla ifade edilebilecek bir kavram değildir. Rakam isteyenler için de mühimmatımız yok değil… O en gelişmiş ülkelerdeki intihar oranlarının, açlık ve sefalet içinde yüzen ülkelerdekine dört tur attırmasını nasıl açıklayacaksınız? Adam Smith’in o meşhur “görünmez eli” neden müdahale edip banka hesapları dolu o milletlerin evlatlarını intiharın ucundan alamıyor? Buyurun, istediğiniz rakamsa fazlasıyla var; çarpın, bölün, toplayın… Gelin bizi havuz probleminin muslukları gibi rakamsal değerler üzerinden ifade etmeye kalkanlara karşı, başka bir tarafımız olduğunu gösterelim. Varsın bütün kredilendirme kurumları eksiyle başlayan harfler versin. Varsın gelişmişlik listelerinin sonlarında yer bulalım; ben bu ülkede bir merhabayla çorbasına ortak olacağım evlerin varlığını bileyim yeter…
Seçim günlerinde yüzlerce vaat duyarız. Kâinatın en çok önemsenen milleti oluruz. Belki borçlarımız silinir, belki kredi başvurularımız sonuca daha kolay bağlanır… Belki de bir “görünmez el” gece kapımızın önüne içi yağ, şeker, un dolu bir koli bırakır. Seçim kampanyalarındaki vaatlerin hepsine kulak tıkamaya kararlıyım. Artık gülmek için bile olsa dinlemeyeceğim. Çünkü yıllarımızı çalan o b.ktan püsürükten vaatlerden, alavere dalavereyle akraba zengin edenlerden, siyaseti hizmet olarak değil meslek olarak görüp emekli bile olmamak için diretenlerden fazlasıyla sıkıldım. Bu sefer bizi yöneteceklerden tek bir şey istiyorum: Işıklarda cam silen kızın saçlarını okşayacak bir vaatle gelin karşıma, bu kadarı bana yeter. Enflasyon, AB, işsizlik umurumda değil. Bir gün için bile olsa şu meşhur “görünmez el” o küçücük kızın tunç rengi saçlarını okşasın.
Bir oyunuz garanti…