Kornanın haykırışıyla kendime geldiğimde ineceğim yere yaklaştığımı fark ettim ve bu eziyete bir son vereyim diye kendimi minibüsten attım. “Allahım şu koyunun sakinliğinden bu adama biraz nasip et!” diye de dua ettim. Birkaç adım attım, atmadım biri kolumu tuttu. İrkilerek döndüm, çok yaşlı bir adam, üst, baş perişan, gözünde neredeyse on numara bir gözlük, saç, sakal karışmış. “Nooolur bir çorba parası evlâdım, açım!” dedi. Daha yeni bir karar almıştım kendi, kendime.” Dilencilere para yok bundan sonra” diye. Sen misin diyen, buyur işte! Verdim tabii, o da dua etti tabii. Bu sefer yaşlı adamın derdine düştüm. “Bu yaşta, sokakta dilendiğine göre kimsesizdir bu” diyerek yürürken yerde yatan bir adam görünce kalakaldım. Yüz üstü boylu boyunca kaldırımda yatıyor. Sokakta yaşayan biri değil gibi, kıyafetleri düzgünce çünkü. Kıpırdamadan, bir eli kıvrılmış başının altında yatıyor öyle. İnsanlar yanından geçip gidiyor, görenler, ya başlarını eleştirir şekilde sallıyor yoluna devam ediyor, ya da üzüldüklerini belli eder bir ifadeyle bir an durup sonra gidiyorlar. Etrafıma baktım, biraz ileride parkın içinde bir bekçi kulübesi gibi bir şey var. Ne yalan söyleyeyim cesaret edemedim tek başıma adama ne olduğunu anlamaya. Gittim bekçiye durumu anlattım. “Sarhoştur o” dedi, kıpırdamadı yerinden. “Ya değilse” “Sarhoştur, sızmış işte” çekişmesinden ben galip çıktım ve adamın yanına geldik beraber. Bekçi dürttü adamı, adam yana döndü yavaşça ve anladık ki sarhoşmuş evet:) Bekçi zafer kazanmış bir edayla baktı bana ama hiç bozuntuya vermedim. “Olmayabilirdi” diye de ısrarıma devam ettim üstelik. Neyse adamı parka götürüp bir banka yatırdık, ben de yoluma devam ettim, gönül rahatlığıyla.
Ofise kendimi attığımda işler beni beklediği için yolda yaşadıklarım da geride kaldı. Ta ki kumru camın önüne konup beni durumumdan koparana kadar…
Bu yazıdan bir “mesaj” çıkarma derdinde değilim. “Koyunları yemeyin, adak falan adamayın, dilenciler belki de gerçekten dilenmek zorundadır, üç- beş kuruş verin, yolda gördüğünüz yardıma muhtaç insanlara yardım edin” demek için değildi bu yazdıklarım. “Etrafınıza daha görerek bakın” demek isterim ama. Hay huy içinde geçen ömürlerimizde dert ettiğimiz birçok şeyin dert olmadığını anlamak için meselâ. Küçük bir iyiliğin ruhunuza iyi geleceğini fark etmek için meselâ. Camınızın önünde uyuyan bir kumru gördüğünüzde bu yazıyı hatırlayın diye meselâ.