Son günlerde bol bol düşünmeye vaktimiz oluyor. Haliyle kafamda yaşananlarla ilgili düşünceler dolanmakta. Sabah izlediğim bir videoda ünlü bir yazar insanlığın pek çok açıdan hasta durumda olduğunu ve bu salgının da hastalıklı tavırların bir yansıması olduğunu anlatıyordu. Belli bir açıdan baktığımızda doğruymuş gibi görünse de bu düşünce tarzı tam olarak içime sinmiyor…

Eğer daha geniş bir perspektiften bakacak olursak insanın içinden geçtiği doğal gelişim aşamaları var. Ve her aşamanın da kendine göre bir idrak kapasitesi, değerler sistemi dolayısıyla belli bir anlayış biçimi var.

Şimdi, varoluşun nasıl başladığı hakkında neye inanırsanız inanın sonuçta aklı başında insanın görebileceği bir gerçek var: Doğa kendi içinde mükemmel bir sistem… Eğer en baştan itibaren elementlerin bir araya gelişi, astronomik sistemlerin organize oluşu, dünyamız gibi gezegenlerde hayat formlarının ortaya çıkışı, biyolojik organizmaların mükemmel işleyişi, bilinçlilik vs… gibi olguları göz önüne alırsak, evrendeki her şeyin bir üst bütünden beslenerek kendi kendini organize eden sistemler olduğu gerçeğini de görebiliriz.

Tümüyle varoluşu ve yaşamı destekleyen, kendi kendini organize eden mükemmel bir sistemin içerisinde gerçekten “hastalık” diye bir şeyin olabilmesi mümkün müdür? Yani bizim hastalık diye nitelendirdiğimiz, en uç noktada canlıların ölümüne yol açan bir hal de bu mükemmel bütünün bir parçası değil midir?

Benim yaşlarımda olanlar en az 35 senedir “çevre katliamı” hikayesini dinliyor. Çok net hatırlıyorum 1980’lerin sonlarında 30 – 40 sene sonra ne gibi çevresel felaketlerin oluşabileceği hakkında bir sürü araştırma yapılıyor ve bu konuda kitaplar yazılıyordu. Bu süreçte çevreci organizasyonlar vs. bir sürü şey söyledi. Neler olabileceği hakkında pek çok kampanyalar yürüttü. Eylemler yaptı. Peki bütün bunları bilmemize rağmen niye insanlar çevreye verdikleri zararları durduracak önlemleri almadılar? Diyebilirsiniz ki insanlar açgözlü, sömürgecilik var, doğayı önemsemeden sadece kendi bencil isteklerini tatmin etmek, kendi konforlarını sürdürmek için uğraşıyorlar… Falanca memleketler şunları yaptı, filanca devlet şuna yol açtı, falanca devlet adamı şunu dedi vs. vs. vs.

İşte kritik nokta burada: Neden yaptıklarımızın zararlı sonuçlarını bile bile aynı şeyi yapıyoruz??? İşte bana göre bunun tek bir cevabı var: İnsanların hepsi aynı akıl, idrak, anlayış, duyuş, hissediş, davranış düzeyinde değil… Dolayısıyla her insan bugüne kadar birikmiş olan bilgilerden, deneyimlerden aynı biçimde yararlanamıyor. Onları kendine mal edemiyor… Çünkü eğer böyle olsaydı, yani her nesil bir diğerinden daha gelişmiş düzeyde doğsaydı bugün dünya bu halde olmazdı…

O zaman şöyle bir kanaate varmak çok da yanlış olmayacak: Demek ki şu an “hastalık” olarak nitelendirdiğimiz şeyler insanlığın doğal gelişim sürecinde içinden geçilmesi gereken aşamalar… “Bunlardan bir şey öğrenip öğrenememek tamamen insanın kendi seçimine bağlıdır” demek de doğru değil. Çünkü seçme özgürlüğüne sahip olmak için belli bir aşamanın üzerine çıkmış olmak gerekiyor…

Eğer dünya bugün bu haldeyse aslında ne bir başkasını ne de kendimizi suçlayamayız. Çünkü idrak bu kadar olunca icraat de ancak bu kadar oluyor. Bunu hastalık, gerilik, kötülük vs. gibi isimlerle adlandırmak keyfinize kalmış… Aslında her şey tam olarak olduğu gibi, olduğu yerde kendi doğrularına ve kendi gerçekliğine sahip. Yani bir insanı dövseniz öldürseniz onun gelişim düzeyine bağlı idrak kapasitesini değiştiremezsiniz.

Ha, bu durum elbette kendi etki ve sorumluluk alanımızdaki işleri boş bırakmak ve vurdumduymazlık içinde yaşamak anlamına gelmiyor. Tam tersine eğer aklınız eriyorsa etki alanınızda bulunan, yani kendi gücünüzle gerçekten değiştirebileceğiniz şeyleri değiştirmek için harekete geçmek zorundasınız. Ama gücümüzün ve etki alanımızın ötesinde kalan şeyler için hiç birimizin yapabileceği pek bir şey yok.

Zaten olaylara bakarsanız, işini iyi yapan doktorlar kendi etki alanlarındaki insanların iyileşmesine, insanlara hizmet eden diğer sektörlerdeki fedakar insanlar bir şeylerin değişmesine vesile oluyor. Ama hiç birimizin tek başına bütün her şeyi topyekün değiştirebilecek bir gücümüz yok. Bununla birlikte kendi bedenimizi, kendi zihnimizi, kendi psişemizi yenilemek, güçlendirmek, dönüştürmek ve bütünleştirmek adına yapabileceğimiz hiçbir şeyin sınırı yok. Çünkü bizim -idrak durumuna göre- tam etki ve sorumluluk alanımızda olan şey sadece budur: Bedenimiz, zihnimiz ve psişik yapımız. Bunlarla uğraşırsak belki etki alanımızı geliştirme şansına da sahip olabiliriz.

Kısacası yaşanan olağandışı durumlar ilk bakışta bir “bozukluk” gibi görünse de daha bütüncül, kapsamlı ve derinlikli bir bakış açısıyla baktığımızda aslında hastalıklı bir durumun söz konusu olmadığını, yaşanan hiçbir şeyin ceza olmadığını, olan işlerin gerçek sebeplerini beynimizle tam olarak kavrayamayacağımızı, sebepler ve sonuçlarla ilgili yorumlarımızın sınırlı bir zihnin ürünü olduğunu da kavrarız.

Corona salgını bir şeyler öğrenmek isteyen insanlar için olağanüstü iyileştirici, dönüştürücü bir araç oldu. Ben kendi ömrüm süresince bu kadar kapsamlı ve bu kadar küresel çapta bir olaya şahit olmadım. Yaşıyoruz, yaşayacağız… Naçizane önerim, kendi içinizde bu sürecin getirdiği değişimleri yaşamaya ve gözlemlemeye devam ederken, yapılan standart yorumların ötesinde, yarattığımız kültürün hipnozuyla oluşmuş sanal gerçekliklerin nasıl birer birer çöktüğünü, bu çöküşlerin aslında ne güzel bir boşluk yarattığını, nasıl bir gelişime vesile olduğunu izlemeye çalışın.

Güzel günlerde yeniden kucaklaşmak dileğiyle…

M. Reşat Güner