İki rahibin hikayesini bilir misiniz? Çok sıkı prensipleri olan bir manastıra bağlı iki rahip, bir görev için uzun bir yürüyüşe çıkmışlardır. Yolculuk sırasında kurallar gereği kimseyle konuşmaz, iletişim kurmazlar. Birbirleriyle bile. Bir nehir kıyısına gelirler. Kıyıda, zaman-mekan ölçülerine göre oldukça açık giyinmiş ve yine zaman-mekan ölçülerine göre çok çok güzel bir hanım üzgün ve kırgın oturmaktadır. Rahipleri görünce ayağa kalkar, ve, biraz önceki hüzünlü haline göre çok işveli ve vaatkar bir üslupla kendisini karşıya geçirmelerini ister. Rahiplerden biri, diğerinin bütün eğitimine rağmen kontrol edemediği şaşkın, hatta kızgın bakışlarını görmezden gelerek, hanımı sırtına alır. Nehri geçerler. Diğer kıyıda, hanım kendisini taşıyan rahibin sırtından inerken, pek acele etmez ve aslında dengesini sağlamış olmasına rağmen, teşekkür ederken biraz da sarılır.

Rahipler sessiz yürüyüşlerine devam ederler. Yürürler, yürürler. Uzun bir süre sonra, biri, yine kendini kontrol edemeyerek, diğerine “bütün günahlardan uzak durmaya yemin etmiştik” der, “nasıl oldu da o kadına dokundun ve onu taşıdın?”. Güler diğeri, ve yanıtlar: “Ben onu nehirin öbür kıyısında bıraktım. Ama sen hala taşıyorsun”…

İşte aldatmak ve aldatmamak arasındaki fark budur. Hanımlar hiç bir zaman, erkeklerin, nasıl olup da yaramazlıklar yapıp, bir şey olmamış gibi geri dönmelerini anlayamamışlar, “erkeğin elinin kiri” gibi deyimleri gerçek dışı ve aşağılayıcı bulmuşlardır. Ama erkek aslında gerçekten ellerini yıkadığında, geçici hanımı, lavabodan yolcu etmiştir. Temiz elleri ve ruhuyla sisteme dönmeye hazırdır. Bu aldatma değildir ki…

Hayatlarının herhangi bir aşamasında “ikinci” olmayı denemiş okurlar, nehir kıyısında bırakılma kararının merhametsiz adaletini sorguluyorlardır mutlaka. Onlara, hikayedeki erkeğin bir rahip olduğunu hatırlatıyorum. Başka bir erkek olsa, hikaye, beraberce nehri geçmemeyi tercih, ya da taraflardan birinin kendini nehrin şefkatine terk etmesi gibi farklı yönlerde de gelişebilirdi. Ama gerçek bir rahibin, sıradışı tecrübesini unutabilmesi olasılığı kuvvetlidir. Bunu yapabilen hanımlar ve yapamayan erkekler, tabii ki vardır. Ama şimdi erkek aldatması- kadın aldatması ayrımı yerine,” aldatmak-aldatmamak farkına dönelim.

Aldatmak, kandırmakla ilgili. Eğer ortaklardan biri, mesai ve enerjisini başka bir ortağın da hizmetine sunacaksa, önce izin almalıdır. İzin olursa, bu aldatma olmaz. “Ortaklığımızdan memnunum, sen başka kazançlar da kovalayabilirsin”, “yetersiz ve/veya isteksiz olduğum için, ortaklığımızı sürdürmen benim için yeterli, sen kum havuzunda oyna ama eve benimle dön” veya “ben de özgür olduktan sonra, sen de özgür olabilirsin” mutabakatlarından biri gereklidir. Sessiz onaylamalar sayılmaz, bu konuda alınacak söz altındır, sükut tehlikeli.

Pekiyi, konuşulmadı ya da onaylanmadı diyelim, yapılan bir yaramazlık sonrası, üstelik hiç bir cam da kırılmamışsa, insan kendini suçlu hisseder mi? Ya da insan kendini ne zaman suçlu hisseder? Onur ve kalp kırıcı bir aleniyet değil söz konusu olan, çünkü orada zaten kötü niyet var. Partnerinizi kırmamanıza, konu gizli kalmasına, kimse sizi görmemesine rağmen kendinizi emanete hıyanet etmiş, ellerinizi yıkamanıza rağmen temizlenmemiş hissetmenizin nedeni nedir? Hanımı nehirin kıyısında bırakmamak ve taşımak. Bir yaramazlığı suça dönüştüren detay. Sihirli küreyi zincirli bir prangaya dönüştüren ihmal.

Bu riski yönetemeyenler, akıllı ve uslu yaşamalı. Keyifleri tutkuya ve bağımlılığa dönüştürmek, duygusal zeka eksikliğinin ilk göstergelerinden biridir ve duygusal zekasını eksik bulan arkadaşlar, -kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz- risk hesaplamak bir yana, kağıt saymak gereken duygu kumarlarından uzak durmalı. Şimdi, futbol kritiklerinde olduğu gibi, pozisyonu karşı açıdan seyredelim. Hikayedeki hanımla özdeşleştirelim kendimizi. Kumar yok, taşımak yok, çünkü risk yok, risk-kazanç analizleri yok. Hanım rahibe değil. Ama bağımlılıklarını test etmek gibi bir motivasyonu da yok. Flört, imalar, ve neşeli eşik oyunları var. “Aştım mı, aşmadım mı?”, “söyledim mi?”, “yaptım mı?”. Hayır. Hiç bir şey söylemedim, hiç bir şey yapmadım. Ben suçlu değilim. Her çiçekte balım, her bahçede çiçek. Kelebekler ve arılar buyursun.

Aslında çapkınlık bir meslek değil, bir ruh halidir. Ve her günah gibi, teorisi pratiğinden daha lezzetlidir.

Ali Korkut Keskiner