Yıllarını evde harcayıp, çocuklarını doğurup, onları büyütmüşsen şayet, o zaman kariyer yapmadığına lanet eder elinden her geldiğinde evinden kaçma moduna girersin. “Ay şekerim ev depresif yapıyor insanı.” dersin her iki cümlede bir.
Bir yerin genel müdürüysen ya da özel hayata zaman vermeyen bir işte tükettiysen ömrünü, bu sefer de neden evlenemeyip, çocuk doğurmadığına, eğer çocukların varsa onların dakikalık değişimlerine tanıklık etmediğine, yaşama bakış açılarını istediğin gibi yönlendiremediğine yanarsın. Bu sefer kaçmaya çalıştığın evin olur bir kuş yuvası. İşten çıkışlarında ayaklarının kıçına vurarak geldiğin sükunet mekanı…
Kıvırcık saçlıysan düze, düz saçların varsa dalgalı ya da kıvırcığa özenirsin.
Uzun ve inceysen, minyatür ve yuvarlık hatlı olmaya takarsın kafayı, tersi durumunda kendini olduğundan uzun gösterecek ne tür ayakkabı varsa onu seçer, hayatını spor salonlarına adarsın zayıf görünmek uğruna…
Çocuklu ve yalnızsan içinden sorumluluk duygusu yüzünden, dinlenememekten, sevişememekten “İmdaaattt!” diye bağırmak gelir, çocuğun yoksa karı koca çocuklu ve ince hatlı kadınları dünyanın en şanslı ve seksi kadınları, erkeklerini de en iyi baba adayları olarak tanımlar, hamile kalmak için kendinden geçercesine paranı ve bedenini tüketirsin.
Birlikte yaşadığın bir erkek yoksa hayatında, sorumluluk paylaşmanın o ilişkiden neler alıp götürdüğünü, her günün getirdiği boktan rutinin nasıl hayatı ele geçirdiğini bilmez, erkek ve kadın ilişkisini karşılıklı mehtaba karşı yudumlanan şarap olduğunu sanırsın, hep sonsuzluğun peşinden koşar durursun.
Şayet yıllara yayılan bir ilişkide, bir de küçük insanların sırtlara yüklediği ağırlığı hissediyorsan omuzlarında, işte o zaman da tek başına kalmayı özler, geçmişe bir kadeh kaldırırsın…
Kısa ve öz, hayatında elinde olmayan ne varsa onun peşinden koşar durursun, kedinin kuyruğunu kovalaması misali…
Ama seçimlerinden biri ya birine izin verir ya diğerine…
Hepsi birden asla olamazsın.