Toplumumuzda çok sayıda insan, çeşitli alanlarda şiddete maruz kalıyor. Fakat bu insanlardan bazılarının başına gelenler sansasyon yaratırken, diğerlerinin mağdur olduğu olaylar ısrarla basın ve yayından uzak tutulmaya çalışılıyor; hatta örtbas edilmek isteniyor.

 

İnsana yönelik şiddet; maruz kalan kişiler, uygulanma yeri ve uygulanış biçimindeki farklılıklara bakılarak, çeşitli kategorilerde ele alınabilir. Bunlara örnek olarak, tarafsız(?) basın ve yayınımızın sık sık yer verdiği “aile içi şiddet”ten başka; “okulda, sokakta ve sosyal hayatta şiddet, karakollarda gözaltına alınan insanlara uygulanan şiddet, bazı işyerlerinde ustalar tarafından çalışanlara uygulanan şiddet, askeriyede uygulanan şiddet” gibi pek çok şiddet çeşidinden bahsedebiliriz. Şimdi bunları teker teker ele alalım:

 

Aile içi şiddet, aile fertlerinin birbirlerine uyguladıkları şiddet türü olup, genel olarak fiziki yönden güçlü olan birey tarafından uygulanır. Dolayısı ile bundan en çok zarar görenler, çocuklar (özellikle de erkek çocuklar) ve kadınlardır. Uygulayanlar ise eğitimsiz olduğu kadar, sadece gücünün yettiği insanlar üzerinde kendini kanıtlamaya çalışan kişiliksiz kimselerdir. Ancak evin dışına çıkıldığında, artık bayanların dokunulmazlığı vardır. Kaldırımlarda, otobüslerde, vapurlarda, eğlence yerlerinde (özellikle de açık hava konserlerinde), okullarda, bankalarda, alışveriş merkezlerinde ve daha pek çok ortamda bayanlar doğru olsun, yanlış olsun hemen hemen her istediklerini rahatça yapabilirler (Not: Bu paragrafta ve yazının geri kalan kısmında bahsettiğim bayanlar, genellikle kötü niyetli olanlardır. İyi niyetli, temiz kalpli bayanlarımıza ise insanlıkları için teşekkür etmekten başka diyecek sözüm yok.).

 

Eğer başka birisi/birileri, yanlış yaptıkları gerekçesiyle kendilerine müdahale ederse, etraflarında bu insanların üstlerine salabilecekleri çok sayıda dalkavuk bulabilirler. Bu dalkavuklar da zaten bulundukları mevkie, bayanlara yalakalık yapıp, çevrelerinden “Ne kadar sosyal, ne kadar medeni bir insan!” şeklinde takdirler alarak gelmişlerdir. Ayrıca bu tipler, bayanları yüceltmenin diğer bir yolunun da, erkekleri aşağılamak olduğunu düşünürler ve bazı yollarla (İleride açıklayacağım.), bu dalkavukların kısır beyinleriyle düşündükleri her sosyal olgu, pek çok insana “çağdaşlık, sosyallik” olarak yutturulur.

 

Ev ortamı dışında hemen hemen her yerde bir erkeğin şiddete maruz kaldığına şahit olabiliriz. Zaten bu durum, insanların nazarında doğal bir olay haline gelmiştir. Peki, bu haksızlığın doğal karşılanmasındaki temel neden nedir? Tabii ki: okulda şiddet.

 

Genellikle, insanların çocukluk yıllarında içinde bulundukları ortam, zihinlerine en çok nüfuz eden ortamdır. İlkokullarda ve ortaokullarda (şimdiki ilköğretim okullarında) hemen hemen hepimizin şahit olduğu bir gerçek vardır: Neredeyse tüm öğrenciler suç işler ama asıl cezayı hep erkek öğrenciler çeker. Bu durum, lise sıralarında da benzer şekilde devam eder. Herhangi bir okulun bir köşesinde öğretmenden dayak yiyen bir erkek öğrenciye rahatlıkla rastlayabilirsiniz ama eğer bir kız öğrenciye fiske bile vurulursa, olay sansasyon yaratır. Erkek öğrenciye karşı bir suç işleyen kız öğrenciyi ihtar etmeyi yeterli bulan öğretmen, kıza karşı suç işleyen erkek öğrencinin karşısında aslan kesilir (Burada bahsettiğim öğretmenler, şiddet yanlısı olanlardır; diğerlerinin ellerinden öperim.). Durum böyle olunca, diplomayı alan birey geçmiş yıllara şöyle bir bakar ve şiddete maruz kalmanın erkekler için sıradan, bayanlar için ise sıra dışı bir durum olduğu kanısına varır. Eğer bu durumda olan bir erkek, bir şekilde sahip olduğu hakları öğrenemezse ömrü boyunca ikinci sınıf insan muamelesi görür.

 

Sokakta ve sosyal hayatta yaşanan şiddete gelelim: Bu sene, ülkemizde Dünya Kadınlar Günü kutlamaları sırasında polis, yasadışı örgüt lehine slogan attıkları gerekçesiyle birkaç bayanı dövdü. (Elbette ki şiddet, savunulacak yanı olmayan çağdışı bir uygulamadır ve gerek erkekler, gerekse bayanlar şiddetin hiçbir türünü hak etmemektedir.). Ancak olay, bütün dünyada sansasyon yarattı. Siyasi parti liderlerinden birinin sözleri şöyleydi: “Nasıl olur da bir kadına vurulur?…” yani, dayak yiyenlere insan oldukları için değil, kadın oldukları için acıyor(lar)! Akabinde, dokunulmazlığı olan bayan milletinden birilerini copladıkları için, söz konusu polislere jet soruşturma açıldı ve ceza verildi. Ülke tarihimizde, pek çok erkek vatandaşımızın polis tarafından coplandığı objektiflere yansımıştır ancak kimse bu insanlar için sanal sansasyon yaratmamıştır çünkü ezilen erkekleri savunmak, bulundukları yere -sözde- sosyallikten ve çağdaşlıktan rant sağlayarak gelen siyasilerin, gazetecilerin, yazarların ve televizyoncuların işlerine gelmemektedir! Ayrıca, basında ve yayında karşılaştığımız haberlere dikkat edersek, erkeklerin başına gelen haksızlıklar anlatılırken (Nadir de olsa anlatıyorlar.) “Falanca kişinin başına şu iş geldi…” şeklinde bir ibare kullanırlar ki, erkeklerin mağdur olduklarını herkesler duymasın. Ne zaman ki bir bayanın başına gelenler haber yapılır, “şu isimli kadınımızın/kızımızın başına bu iş geldi… Nerede bu insanlar! Nerede bu devlet!” şeklinde bol vurgulu ifadelerle karşılaşırız.

 

Açık hava konserlerinde yaşanan olaylar da diğerlerinden farklı değildir. Bir bayan, bir erkeğin kendisinden önde veya kendisinin bulunduğu yerde konseri dinlemesinden rahatsız olunca, bu erkeğe “sapık” veya “tacizci” damgasını vurmak suretiyle iftira atıverir. Bunu duyan korumalar boş durur mu? Söz konusu bayanın söylediğinin doğru olup-olmadığını bile araştırmadan, bir köpek gibi bu erkeğin üstüne atlarlar, çoğu zaman da şiddet uygularlar. (Etraftakiler de daha olayın ne olduğunu bile anlamadan bu bayandan yana dururlar.) ve uzaklaştırırlar. Böyle durumlarda sanatçıların çoğu da, kendilerine “sosyal, çağdaş” desinler diye bayandan yana tavır koyarlar. Bana kalırsa, bu bayan magandaların iftirasına uğrayan suçsuz erkeklerin yapması gereken en mantıklı şey, cinsiyetleri yüzünden yargısız infaza uğradıkları gerekçesiyle yetkili mercilere şikâyette bulunmaktır. Burada haysiyete yönelik haksız bir suçlama olduğu için, dava açarak yüklü miktarda manevi tazminat talep etmek de yerinde olacaktır.

 

Karakollarda gözaltına alınan kişilere uygulanan şiddet de, en çok erkekleri hedef almaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden biri ise, haksızlığa uğrayan bayanları sonuna kadar savunan tarafsız (?) basın ve yayınımızın, mağdur erkeklerin seslerini bile duymayacağının şiddet yanlısı polisler tarafından da biliniyor olmasıdır.

 

Yurdumuzun genelinde çok sayıda çocuk, aile bütçesine katkı sağlamak gerekçesiyle çalıştırılmaktadır. Aileler, çocuklarını çalışmaya zorlarken ilk önce erkek çocukları seçerler ve sanayi (tamirhane vs.), inşaat, şantiye, çay ocağı gibi yıpratıcı ve şiddete açık yerlerde,  ustalarına/patronlarına “Eti senin, kemiği benim” mantığıyla teslim edilen, para kazanma makinesi olarak görülen, baskı ve şiddete maruz kaldıklarında sahip bile çıkılmayan erkek çocuklar da birer “insan”dır. Toplumumuzda hemen hemen her aile, kız çocuklarını, kendilerinin “namus”u, “şeref”i olarak görmekte ve başlarına gelen en ufak bir olumsuz durumda dahi, hemen bu “namus”larına, “şeref”lerine sahip çıkmaktadır. Ancak aynı aileler, erkek çocuklarını “namus”, “şeref” olarak görmek şöyle dursun; bu çocuklar için “saldım çayıra mevlam kayıra” demekle yetinmektedirler. (Her an şiddet görmeye ve uygulamaya açık olan sokak çocuklarının tamamına yakınının erkek olmasının ana nedeni de budur!).

 

Kızlarına yan bakıldığında bile bunu bir namus meselesi olarak değerlendiren aileler, ustalarından/patronlarından kimi zaman da öğretmenlerinden ve çevrelerindeki diğer kişilerden hayvan muamelesi gören; hatta namusu ve şerefi iki paralık edilen erkek evlatları için kıllarını dahi kıpırdatmamaktadırlar. Bu düşüncede olan ailelere, erkek çocuklara da kızlar kadar değer verilmesi gerektiği öğretilmelidir. Ancak basın ve yayına baktığımızda şu acı gerçekle karşılaşıyoruz: Televizyonların, radyoların, gazetelerin ve diğer yayın organlarının tamamına yakını, sürekli kadınlarla ilgili konuları gündemde tutuyorlar. Bu sayede, erkeklerin mağdur olduğu noktaların önü perdeleniyor ve ayrıca, toplumumuzun kafasına, erkeklerin bayanlara adeta ‘tapması’ gerektiğini ileri süren düşünceler, “medeniyet kuralları” olarak işleniyor. Bu kuralları ileri süren -sözde- kadın hakları savunucuları ile basın ve yayın organlarındaki pek çok üst düzey yönetici de, karşılıklı çıkar ilişkisi içindeler, ilişki ise şöyle: Bu -sözde- kadın hakları savunucusu olan bayanlar, basın ve yayın yolu ile bayanları ilahlaştıran, erkekleri ezen düşünceleri demin de bahsettiğim gibi “medeniyet kuralları” olarak halkımıza şırınga ediyorlar ve bu sayede de sadece kendilerinin egemen olacağı bir toplumun temellerini atıyorlar. Bunun karşılığında da, kendi fikirlerinin yayılmasını ve sürekli gündemde kalmasını sağlayan basın ve yayın organlarındaki üst düzey yöneticilere “medeni, sosyal” madalyasını takarak daha iyi mevkilere gelmelerine katkıda bulunuyorlar. Kısacası, kız çocuğa değer verip erkeğe değer vermeyen ailelerin yaptıkları bu yanlışın bence en büyük sorumlusu, kişileri yanlış yönlendiren medya kanallarıdır.

 

Askere gitmiş olanlar iyi bilirler, gitmemiş olanlar da mutlaka gidenlerden duymuşlardır askerliğin nasıl olduğunu. Anayasasında cinsiyet eşitliğinden dem vuran devletimiz; makyajları, manikürleri bozulur diye midir bilinmez, bayanları zorla askere almamaktadır. Savaş, terör gibi durumlarda piyon gibi öne sürülenler hep erkeklerdir. Nene Hatun gibi eli öpülesi analarımız, artık yerlerini ellerinde “En iyi erkek ölü erkektir”,”Erkek milleti eşek milletidir” yazılı pankartlarla dolaşan bayanlara bırakmıştır. Toplumumuz ise “ana” oldukları için bayanları el üstünde tutarken, “baba+asker” olmalarına rağmen erkeklere ikinci sınıf insan muamelesi yapmaktadır.

Konuk Yazar