Fonda çalan yumuşak müzik eşliğinde, hülyalı hülyalı bakarak aşkı tarif ettiğini zanneden şiirler okuyan tiplere oldum olası gıcık olmuşumdur nedenini bilmediğim bir şekilde. Hani “Aşk, bir çiçeğin yaprağında onu görebilmektir, içine çekebilmektir onun kokusunu…” gibi dizeleri ardı ardına sıralayan geceyarısı yerel radyo DJ’i kılıklı tipler vardır ya, aynen onlara işte. Bir de bunların gelişmiş modelleri ulusal TV’ler ve gazetelerde boy gösterip, ağdalı dilleriyle yazılar yazıp, yüzbinlerce kitap satarlar. Onların ki de bir nev’i kültür hizmeti olmakla birlikte benim içime hiç sinmeyen bir durumdur. Bugüne kadar neden böyle kıllandığımı tam anlamamıştım, ama şimdi gayet net görüyorum; çünkü onların anlattığı “gerçek aşk” değildi, onların “aşk” tanımıyla “gerçek aşk”ın alakası yoktu ve ben bir şekilde buna tepki duyuyordum. Ama bunun farkına varmamı sağlayan şey ise “gerçek aşk”ın ne olduğunu kavramam oldu. Voooovvvv, ne dedim ben şimdi? “Gerçek aşk”ın ne olduğunu kavramam mı dedim? Yani ben “aşk”ı çözdüm mü?! Çözdüm anasını satayım ve şimdi size bunu anlatacağım…

“Gerçek aşk, zamandan, mekandan, olaylardan, kişilerin hallerinden ve hatta ilişkilerinden bağımsız olarak yaşanılan bir durumdur.” Karşınızdaki kişinin dünyanın neresinde olduğu, kaç yaşında olduğu, kiminle olduğu, ne yaptığı, ne yaşadığı vs. gibi verilerin hiçbir etkisinin olmadığı, sizin onu düşündüğünüzde, sadece o aşkı hissettiğiniz bir haldir. Bana bunu kavratan durumu anlatarak açıklayayım daha net: 20’li yaşlardayken birisine fena halde çarpılmıştım ve üç sene süren bir birlikteliğimiz de olmuştu. Sonra ayrıldık ve aradan 6-7 sene geçtikten sonra tekrar karşılaşıp konuşmaya başladık. İkimiz de farklı yollarda yürüyorduk haliyle, fakat ben şunu hissettim, onu ilk gördüğümde hissettiklerim neyse, benim içinde hiç eksilmeden aynen duruyordu. İlişkimiz, ayrılığımız, birbirimizi yıllarca göremememiz… o enerjiden hiçbir şey eksiltmemişti, ama arttırmamıştı da. İşte bunu fark edip kurcaladığımda aşkın ne olduğunu kavradım. Aşk, artan veya azalan bir duygu değildi; aslında aşk bir duygu da değildi, ruhunuzla kavradığınız bir enerjiydi, etkisi duygu olarak ortaya çıkıyordu ama özünde “sonsuz” bir enerjiydi. Onu yakaladığınızda da karşınızdakinin dünya üzerindeki hallerinin size herhangi bir etkisi olmuyordu, çünkü artık “sonsuz” olan sizinleydi. O kişi 80 yaşına da gelse, bedeni buruş buruş da olsa… siz hissediyorsunuz ki onu 20 yaşında gördüğünüzde hissettiğiniz neyse, o haliyle de gördüğünüzde sizinle olacak ve hatta bu dünyadan ayrıldığınızda da sizinle birlikte zamanın ve evrenin herhangi bir köşesine sizinle birlikte gidecek.

Bu noktada şunun da altını çizmem lazım, bahsettiğim “ilahi aşk” veya yaradana duyulan bir aşktan farklı bir şey. Etiyle kemiğiyle karşınızda olan, elini tutabildiğiniz, öpebildiğiniz, gezebildiğiniz… bir kişiye duyulan aşk. Somut olarak dünyada yaşayabildiğiniz, hiçbir şekilde ulaşamayacağınızı düşündüğünüz bir aşk değil bu. Gayet de yaşanıyor, yalnız bir noktanın daha altını çizmem gerekiyor ki bu aşkı hissettiğiniz kişiyle, eşsel durumdaki ilişkiniz süper olacak diye bir durum da söz konusu değil. “Gerçek aşk”, ilişkilerin çok çok ötesinde bir durum. O kişiyle birlikte olduğunuzda, belki birlikteliğiniz sonsuza kadar yürümeyecek ve belki de birkaç sene içinde ayrılacaksınız. Çünkü “gerçek aşk” eşittir süper bir ilişki denklemi söz konusu değil. Bunun nedeni de “gerçek aşk”ın dünyeviliğin çok çok ötesinde bir enerji olması, ama ilişkilerin tamamiyle dünyevi şartlarla oluşması. Birbirimizle kurduğumuz ilişkilerde kültürümüzün, yaşayışımızın, kişisel yapımızın… çok etkileri var ve dünyamızı da, özsel varlığımıza oldukça uyumsuz bir biçimde geliştirdiğimiz aşikar. Keza ilişki biçimlerimiz de… İlişkilerimiz yoksunluklar ve korkular üzerine inşa edilmiş durumda. Duygularımızı bile, bir kağıt parçasına imza atarak sonsuza kadar süreceği konusunda garanti vermeye dayalı bir sistem bu. Sahiplenmelerden, kıskançlıklardan veya kişisel egolarımızla beslenen diğer kavramlardan bahsetmiyorum bile… Böyle dünyevi bir ilişki içinde de “gerçek aşk”ı hissedebilmek, hissetsek bile yaşayabilmek çok kolay değil. Hele ki ilişkiler sırasında yaşananlar, bir süre sonra “aşk”ın üzerini moloz yığınlarıyla doldurabiliyor ve artık karşınızdakine karşı bir şeyler hissedemez duruma da gelebiliyorsunuz. Sanıyorsunuz ki artık “aşk” bitti, fakat biten bir şey yok aslında. Çünkü eğer biten bir şeyler varsa o “aşk” değil, sadece “yoğun hoşlanma”. Evet, o kişiye karşı bir şeyler bitti diyorsanız içinizden, siz o kişiye asla gerçekten “aşık” oldum demeyin, çünkü siz sadece “yoğun hoşlanma” yaşamışsınız. Çünkü “gerçek aşk” molozların altında kalabilir, ama hiçbir zaman yok olamaz, eksilemez, artamaz da. O sadece “var”dır ve hep “orada”dır; siz içsel olarak ne kadar “saf”sanız, onu o kadar rahat ve keyifle hissedersiniz. Ayrıca içinizde zerre de beklenti olmaz, “onunla birlikte olsak” veya “şöyle yapsak, böyle yapsak” gibilerinden. İlişki yaşanabiliyorsa ve yaşananlar da birbirinizi yıpratmadan sürüp gidiyorsa eyvallah, kaymaklı kadayıf; ama ilişki yürümüyorsa da sorun değildir, önemli olan sizin bu “aşk”ı saf bir biçimde hissedebilme yetinizdir.

Peki illa ki insan sadece bir kişiye karşı mı bunu hisseder? Kesinlikle hayır. Birden çok kişiye gerçekten “aşık” olabilir insanoğlu -ki aslında birlikte binlerce yıldır birlikte yürüyen ruhlarızdır ve o kişilerle de ilk karşılaşmamız da değildir bu- ama yine altını çizmek istiyorum, öyle onlarca kişiyle çıktım, hepsine de aşık oldun vs. vs. gibi “magazinsel” bir kavramla en ufak ilgisi yoktur “gerçek aşk”ın. “Offf hayatımda en çok ona aşık oldum, hiç unutamadım, ama şimdi gitti bir zibidi buldu boyu devrilesice…” gibi bir cümleyi kuran kişi de “aşk”ı yaşamamıştır aslında. Bunların hiçbirinin, onun eteklerine bile yaklaşamayacağı bir haldir “gerçek aşk” ve birden fazla kişiyle da yaşanabilir ve hepsinde de aynı “sonsuz”luğu hissedebilirsiniz. (Ben hayatımda iki kişiye karşı bunu hissettim, birisini az önce anlattım, diğeriyle de evlendim zaten.)

En can alıcı soruya geldik son olarak ki birçoğunuzun aklına bunun geldiğin eminim: Ben “gerçek aşk”ımı nasıl bulacağım? Yanıt gayet net ve belki de bazıları için biraz can sıkıcı: Siz onu arayarak bulamazsınız, o size gelir, siz hazır olduğunuzda… Hazır olduğunuzu nasıl bileceksiniz? Ortadaki “nasıl” kelimesini ve sondaki soru işaretini kaldırdığınızda: Hazır olduğunuzu bileceksiniz. Ama şunu hatırlatayım tekrar: “Gerçek aşk” ilişkilerden, beklentilerden, sahiplenmelerden… çok çok öte bir enerjidir. Zaten “o”nu yakaladığınızda da, bu fani kavramların hiç de önemli olmadığını görecek ve sadece “o”nu hissedeceksiniz. Bunu hissettiğinizde de söyleyebilirsiniz göğsünü germeye hiç ihtiyaç durmadan, sadece içten gelen bir gülümsemeyle, “Ben gerçekten aşık oldum.” diye…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...