Her 26 Nisan günü Çernobil virüsünün etkinleştiği tarihtir ve her ne kadar günümüzde bu virüse çare bulunmuş olsa bile zamanında yarattığı etkileri ve başka virüslere yol göstermesi açısından bilgisayar bünyesi için son derece tehlikeli bir virüs olmuştur. Kendi başına televizyon başına bırakılmış, yanına birasını cipsini almış, bir yandan da internet başında bahis sitelerini dolaşan erkek bünyeleri gayet mutlu mesut yaşar giderler. Taa ki kadın adı verilen “varlığı ayrı bir dert, yokluğu ayrı…” varlıklar hayatlarına girene dek. Kadınların erkek bünyesi üzerlerindeki etkilerini yazmaya dergiler yetmeyeceği için konunun sadece virüssel kısmına değinmek istiyorum. Kadın mekanizmasının yaşam sürecinde onun neredeyse hayati işleyişini kitleyecek kadar “önem” teşkil eden günler mevcuttur: Doğumgünü, yılbaşı gecesi, ilk öpüştüğü gün, ilk seviştiği gün vs. Kendi halindeki bir erkek bünyesinde ise doğumgünü (arkadaşlarla içilecek, belki biraz hediye gelir falan), GS’ın UEFA kupasını aldığı tarih (17 Mayıs 2000, beşiktaşlı olmama rağmen ezberden yazıyorum), Fenerli ise GS’ı 6-0 yendikleri gün… diye sınırlıdır bu özel günler. Sonra kadın erkeğin hayatına girer ve kendi halindeki erkeğimiz artık sevgilisi olan kadının sadece özel günlerini değil; annesinin babasının doğumgünlerini, daha da abartıyorsa en yakın arkadaş Ayşen’in doğumgünü (yarın kızdan ayrılırsın falan neme lazım Ayşen iyi bilgi kaynağı olacaktır) falan gibi günleri hatırlamak durumunda kalacaktır. Kadınlar bu özel günlerini o kadar ciddiye alırlar ki gidip erkek evladı “Hadi aşkım bugün BJK’nın 100. kuruluş yıldönümü birlikte kutlayalım mı?” dese, “Offf çok sıkıcısın Atacan” yanıtını alırken “Ayşen’in doğumgününü kutlayalım mı?” dediğinde “Canımmm, sen ne kadar iyisin” olur. (Halbuki Ayşen’in gelecek sene gene doğumgünü olacaktır, ama 100. yıl bir daha gelir mi beee??? )

 

İşte özel günlere bu kadar takık olan kadın bünyesi için deyim yerindeyse “çernobil virüsünün aktifleştiği tarih” 14 Şubat’lardır. 14 Şubat’lar Sevgililer Günü olması mahiyetiyle aslında güzel düşünülmüş bir gün olmasına rağmen, kadın milletinin ona verdiği değer bağlamında ülke gençliğini, hatta dünya gençliğini depresyona sürükleyen bir gün haline dönüşmüştür. Eee malum kadın organizmasının yaşamsal süreci, diğer kadınlardan daha üstün olduğunu gösterme çabasıyla geçer ki bu doğada “en iyi dölü” kapabilme yarışıyken, medenileşmiş doğada “kendini iyi hissetme” haline tekabül eder. Sorduğunuzda bir kadına aslında tüm bu çabalar diğerinden üstün olduğunu kanıtlama çabası değildir ki o zaten diğerlerinden “farklı” ve “özel”dir. O sadece kendini daha iyi hissettiği için böyle yapıyordur. “Kendini daha iyi hissettiği için” 14 Şubat’ta mutlak bir sevgilisinin olması için dualar ediyor, “kendini daha iyi hissettiği için” mum ışığında yenilen yemekleri ve aldığı hediyeleri diğer kız arkadaşlarıyla “paylaşıyor”, “Kendini daha iyi hissettiği için” sevgilisiz geçen 14 Şubatlara burun kıvırarak bakıyordur… Sonuçta 14 Şubat öyle bir kilit tarihtir ki ondan önceki ve sonraki dönem nasıl akacak olursa olsun kadınların “kendini iyi hissetmesi” buna bağlıdır.

Peki Ya Erkekler?

Erkekler de veriyorlar o güne önem tabii ki, ama sonuçta erkek bünyesi için çok daha önemli günler var hayatında yani. (UEFA Kupası gibi) Şimdi kendi başına TV başındaki bir erkek 14 Şubat’ı sevgilisiz geçirdiğinde en fazla “Yarın da 15 Şubat Abazanlar Günü, o zaman kutlarız biz de bayramımızı” der ve bir saniye sonra aklında “Ulan Udinese-Inter maçı da 2.65 veriyor. Parayı Inter’e bassak mı? Bizim Ercan iyi vurmuş gözüne geçen hafta” düşüncesi peydahlanır. Ama bir kadın “şimdi o Ayşe şıllığı da sevgilisiyle neler yaptığını yarın gelip ballandıra ballandıra anlatacak, iyice çatlacak beni. Kasten yapıyor biliyorum, zaten Hamdi’yle çıkarken hasetinden çatlamıştı. Ben de burada oturayım da Çocuklar Duymasın’ı izleyeyim. Keşke kendime hakim olup Ahmet’i hemen sepetlemeseydim. Offf Duygu offff, bir kere de kendine hakim ol ya. Sevgililer Günü geçerdi de öyle sepetlerdik…” cümlelerini sayfalarca uzatabilme yeteneğine sahiptir. Yani aslında böyle düşünceleri için kadınlara pek kızmamak lazım, sonuçta virütik bir durum sözkonusu yani. O gün gelince mekanizmaları duruyor toplu halde ve tek anti-virüs sevgili, hediye, yemek vs. oluyor.

Benim de hayatımda bir dönem 14 Şubatlar önemli bir yer tuttu kabul ediyorum. Hele ki lisede hiç sevgilisi olmayan ben için öyle mahsun geçerdi ki o gün… Fakat sonradan istesem de yalnız geçirememeye başladım ve bir noktadan sonra gözümdeki o değeri bitti. Yani lisedeyken 14 Şubat benim için “bir sevgilinin olmasına duyulan özlemi” ifade ederken, sonradan “yarın 14 Şubat mıydı yahu?”lara dönüştü. Şimdi ise bu satırları yazarken geriye dönüp baktığımda ise gülümsüyorum. Hele ki 14 Şubat etkinliklerine göz atınca…


Gül, Teddy Bear, Kalp

Zamanında erkeğin değeri at, avrati silahla ölçülürken, artık günümüzde gül, teddy bear, kalp üçlüsüyle anılıyor. Hangi erkek sevgilisine Sevgililer Günü’nde kalptan bir balon içine konulmuş bir teddy bear ayıcık ile yanında şöyle iyi buketlenmiş bir gül sunarsa, o erkek değerli. Nerde o eskinin kükremesiyle dağları yırtan, kodu mu oturtan, bir koluyla yedi diğeriyle sekiz kadını kaldıran koçyiğitleri; nerde şimdinin değil tek bir kadını kaldırmak, elini tutmak için bile yedibin çeşit cambazlık yapan erkek milleti. Bir millet işte böyle yola geliyor. (Başka bir milletin yoluna) Babalarımız, dedelerimiz 14 Şubat mı bilirdi? Ermeydanlarında birbirleriyle cenk eden erkek milleti, kadın dırdırına ve propagandasına yenik düştü; şimdi her 14 Şubat’ta ellerinde demet demet güllerle meydanlar da dikiliyor.

Neyse işin ideolojik kısmını bırakalım da dönelim esas derdimize. 14 Şubatların olmazlarıdır bu gül, teddy bear ve kalp üçlüsü ve erkeğin cüzdanını da oldukça hafifletir. Şimdi kadınlar “ne yani senede bir gün birşey alacaksınız onun da lafını mı edeceksin kardeşim” diyebilirler ama sırf 14 Şubat geldi diye çiçekçi sektörüne de 12 Şubat’ın üç misli para bayılmak insana biraz koyuyor be. Ha bir de şu var ki o gün nerdeyse tüm herkesin elinde güller oluyor, yani tamam madem kabul ettik 14 Şubat’ı erkek alemince, bari değişik birşeyler yapsak hani. Saçlarını ortadan jölelemiş popstar Bayhan hayranı liseli gencin elinde de gül oluyor sevgilisine götürmek için, 45 yaşında şirket yöneticisi Halim Bey’inde. Hadi biz erkekler için fazla sorun olmuyor, sonuçta kadının çenesi kapansın muhabbeti de, kendilerini diğer kadınlardan bu kadar “farklı” ve “özel” hisseden kadın milleti için yanından geçen kızla aynı çiçek buketini taşıyor olmak biraz “sıradan” değil mi yahu?…

 

İlkler Hep Hatırlanır

Bu noktada biraz kendimize eleştiri getirmek istiyorum. Şimdi üst satırdaki “kadının çenesi kapansın” ifadesine takılıp “ben sevgilime aşkımı ifade etmek için alıyorum o çiçeği” savunmasını getirenlere sözüm. Tamam belki sen veya sevgilin güllere aşık ve gerçekten bu şekilde ifade ediyor olabilirsin, ama ben daha genel bir çoğunluğa birşeyler söylemek istiyorum. Aşk kişiler arasında yaşanan “çok özel” bir duygudur ve “olağanüstü”dür tam anlamıyla. Sevgiline bu aşkı ifade etmenin tek gününün 14 Şubat olmayacağını zaten hatırlatmama da gerek yoktur biliyorum ama 14 Şubat’ta bu aşkı madem “özelliğine yakışır” biçimde ifade etmek istiyorsun, gidip kalplerle, ayıcıklarla, güllerle doldurma be kardeşim o günü. Evet karşındaki kız zaten “ay canımmmm!!!” otomatik tepkisini verecektir bunları gördüğünde ama yaratıcılığını kullanıp birşeyler yaptığında göreceğin tepkiye çok şaşacaksın emin ol. O ana kadar muhtemelen kaç erkekten ayıcık, kalpçik, gülcük almıştır ve bu tepkileri vermiştir düşünsene. Ama sen gidip mesela sadece ona “özel” ve dünyada sadece “bir” tane olan ve aşkınızın “özelliğini” anlatan birşey hazırladığında çoğunlukla tepki bile veremeyecektir, çünkü karşısındaki durum bir “ilk” olacaktır ve önceden kodlanmış bir tepki alamayacaksındır. O kız yarın gider veya hayatında kalır onun orası ayrı, ama bir “ilk” olarak onun ruhunda ölene kadar hep yer edeceksin, bunun anlamını düşünsene. Daha önce aldığı ve hayat boyu alacağı binbeşyüzotuzbeş hediye unutulacak, ama senin verdiğin hep hatırlanacak. Belki kısa vadede “bana ne yaf” diyebilirsin ama birgün bu dünyadan ayrılmak üzereyken geriye dönüp baktığımızda ne kadar çok hatunla yattığımız değil, kaçının ruhunda yer ettiğimiz önem kazanacaktır. Bir erkek olarak benim en büyük kazancım budur…


Sevgilisi olan, olmayan tüm erkek kardeşlerim 14 Şubat Sevgililer Günü’nü huzur, sıhhat ve afiyet içinde geçirmesini dilerim.
  

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...