Akşam… Üç bayan, arabadayız. Sürücü koltuğunda ben… Son yıllarda giderek daha azap çektiren bir hal almış Ankara trafiğinde söyleşerek ilerliyoruz. Tat katmalı bu yolculuğa… Zaten uzun zamandan sonra bir araya gelmişiz. Konuşacak, anlatacak çok şey var. Çoğunu hedef mahale bırakıyoruz ama üsten üsten anlatmadan da edemiyoruz. Ama trafik o kadar yoğun ki hedef mahal giderek uzaklaşıyor sanki. Dakikalar geçmek bilmiyor. Geriliyoruz iyice… Bu gerginlikte arkada oturan arkadaşım öyle bir şey söylüyor ki hep beraber kahkahayı patlatıyoruz. Öyle ki, gerginliğin üzerine gelen bu yeni hal sarıp sarmalıyor bizi. Gözümüzden neredeyse yaş geliyor gülmekten. Dakikalarca gülüyoruz. Birden, bu sefer yanımda oturan arkadaşım: “Ay çok güldüm, kesin ağlarım bunun arkasından. Kesin kötü bir şey olur.” diyor. Anında kesiliyor gülmemiz. En çok da ben bir anda ciddileşiyorum. Kolay mı, direksiyon bende çünkü. Ben de çok güldüm, kesin bir şey olacak, en azından trafikte olmasın… Kulağımı çekiştirip direksiyona vuruyorum. Eski bir alışkanlık. Farkında olarak yaptığım bir şey değil yani. Tamamen otomatik. Otomatikleşmiş batıl inançlarımızdan yalnızca biri. Sanki öyle yapınca bütün kötülükler bizden uzaklaşacak.

Sonradan, paradigmaya* dönüşmüş bütün bilgilerimi derlemeye çalışıyorum bu konuda. Bir öğreti diyor ki: “Kötü olmazsa iyi olmaz, iyi olmazsa kötü olmaz”. Bir çeşit yin yang felsefesi. Kara ve akın iç içe geçmiş hali. Pozitifin değeri negatifle anlaşılır düşüncesi. Torbadan çıkarıp masaya koyuyorum bu düşünceyi. Sonra bir diğerini buluyorum, el yordamıyla… “Gece gündüzü, gündüz de geceyi izler”. Yaşamın kuralı bu. Yani iyiden sonra kötü, kötüden sonra mutlaka iyi yaşanır! Hiçbir kötülük ya da iyilik hali sonsuza kadar sürmez. Burada iyi ve kötünün yerine istediğinizi koyun: mutluluk, mutsuzluk; başarı, başarısızlık; sevgi, sevgisizlik; aydınlık, karanlık, hatta belki de yaşam ve ölüm! Bakıyorum ne kadar da birbirini doğruluyor bu iki düşünce: “Kötü olmazsa iyi de olmaz ve iyiden sonra kötü, kötüden sonra iyi yaşanır” düşünceleri ya da inanışları. Alıp yan yana yerleştiriyorum masanın üzerinde. Sonra bir de fizik kuralı geliyor arkalarından: “Negatif kutup ve pozitif kutup, yani ters kutuplar birbirini çeker”. Lisede fizik dersinde döne dolaşa anlatılırdı bu kavram. Hatta üzerine deneyler yapardık mıknatıslarla… Kim derdi ki kör bir inanışa temel olacak bu fizik kuralı? Al onu da koy biraz önceki iki birbirini destekleyen düşüncenin yanına!

Gördünüz mü? Nasıl da akladım batıl inancımı… Bütün öğretiler aynı yere çıkıyor işte! Çok gülersen çok ağlarsın! Var mı ötesi?

Oysa biraz daha düşünmek gerek… Diyor ki bir öğreti de: “Neye inanırsan bir gün onu yaşarsın!” Bu düşüncenin temelinde inancın çok büyük bir güç olduğu yatıyor. İnsan beyni ucu bucağı olmayan bir âlem zaten. Dünyanın birçok ülkesinde beyin güçlerinin sınırsızlığı üzerine bilimsel deneyler yapılıyor. Bunların içinde çok elle tutulur, inanılır sonuçlar verenler de var, hâlâ çözülememiş, nasıl olduğu anlaşılamamış sonuçlar verenler de… Hele “Schrödinger’in Kedisi” benim aklımı en çokbulandıranlardan. Gözlemleyenin etkisinin ne kadar önemli olduğunu anlatan bu deney kuantum fiziğinin de baş tacı olmuş. Bu deneyde ünlü kedimiz, bir Gayger sayacı, radyoaktif bir atom ve bir çekiç düzeneğiyle bir kutu içine konuyor. Eğer madde bozunursa Gayger sayacı tıklayacak ve bu tıklamayla düzenek harekete geçerek kediyi öldürecektir. Ama bozunmazsa kedi canlı olarak kalacaktır. Bir saat içinde kutunun içinde neler olduğunu bilme şansımız yok. Kedi ölmüş müdür, yoksa hâlâ canlı mıdır? Olasılık %50 – %50… Kuantum fiziği, kediyi yarı ölü yarı diri olarak kabul ediyor. Yani neye inanmak istiyorsan o! Paralel evrenlere hoş geldiniz! Kutuya bakmadan önce siz kediyi canlı olarak düşündüğünüz bir evren yaratabilirsiniz. Kutu açıldığında ise kedi eğer ölmüşse farklı bir evrene geçiş yaptınız demektir. Ama hangisinin gerçeklik olduğunu kim söyleyebilir?

Dahası bir dönem fırtınalar gibi esen, yaralı ve çaresiz yüreklere derman olacağı düşünülen hatta çevremizde yarattığı ve hep inanmak istediğimiz efsanelerle dönüp dolaşan “Sır” (Secret), yeni çağın okullarından NLP felsefeleri hatta yine yeni çağın deneyleri de diyor ki: “Kuantum dünyasında zıt kutuplar değil benzer kutuplar birbirini çeker”. Yani mutluysan daha da mutlu olursun, gülersen daha çok gülersin, sağlıklıysan daha çok sağlık gelir seni bulur. Hatta bir deyim vardır: “Para parayı çeker!” Ne gariptir ki bu deyim bize bir çok negatif paradigma mirası bırakan bir dönemden kalmıştır.

Bu noktada gülmeye başladığınızı biliyorum. Ben de güldüm çünkü. Ama dedim ya beyin uçsuz bucaksız bir âlem. Kendine, kendi istediği evreni yaratma gücüne sahip. Bu noktada onu nasıl kullandığınız, onu hangi dille konuşturduğunuz, hatta çevrenize bile hangi dili ve paradigmaları kullanmaya izin verdiğiniz çok önemli… Beyninizi neye inandırdığınız, kendinizi hangi olasılıklara açtığınız da öyle!

Düşünün, sabah arabanızda işe giderken arabesk müzik dinlerseniz ne olur, daha canlı, neşeli bir müzik türü dinlerseniz ne olur? Sürekli hastalıktan bahsederseniz ne olur, sağlığınızın keyfini çıkarır ve o bilinçle yaşarsanız ne olur? İş para kısmına gelince biraz çetrefilleşiyor. “Sır” öğretisi gibi: “Düşün, düşün, düşünerek evinin önünde bir Ferrari yaratabilirsin” demiyorum. Yalnızca kullanılan dile ve inançlara dikkat edilmeli diyorum. “Her zaman böyle olacak!” çaresizliğiyle beynimizi, yaratabileceği evrenler konusunda kısıtlamak yerine yeni olasılıkların da olabileceği konusunda ikna etmeliyiz diyorum.

Yani, çok gülünce arkasından mutlaka ağlamak gelmez diyorum!

Konuk Yazar