Bu yazımı çok uzun zamandır yazmak ve paylaşmak istiyordum sizlerle… Hatta birkaç dostuma yazacaklarımı anlattığımda bunu gruplarınla da paylaş demişti…

Bir toplantı öncesi anlattığım sevgili Reiki hocam Gülüm de “Ertan, bunu gruplarınla paylaşsan keşke” dediyse de bugüne kadar her nedense yazıp paylaşma isteğim yoktu… Ancak sevgili sonsuzlukotesi mail grubunun sonsuz’u Hasan’ın annesinin yıllar önce bir civciv meselesi sebebiyle  teselli etme sözcükleri beni bu yazıyı kaleme almama sebep oldu… Ne demişti Sonsuz Hasan annesine, “Bir boncuuuk ölür, bir boncuuk dogar anne üzülme, ne de olsa pazarda civciv bol”… Evet pazarda civciv bol… Ama kaybettiğin civcivlerinle yaşadığın duygusal bağ ise apayrı bir şey…

Şimdi yazımıza dönelim…

Bugünlerde yaşadığımız bir yaz günü gibi bir yaz günüydü Istanbul’un.. Pazardan küçük kızımla (o zamanlar 6-7 yaşlarındaydı kızım) severek aldığımız 3 civcivimizi güle oynaya evimizin terasında bakıyorduk… Onları besliyor, sularını veriyor, onların neşe içinde terasta gezinmelerini seyrediyorduk… Büyük bir keyif veriyordu bu her ikimize de… Tabii pislikleri de bir  çileydi annemiz için… Bize söyleniyor, “bir bu eksikti evde beslediğiniz” gibilerinden sürekli mırıldanıyordu… Biz de onu sinirlendirmeden birkaç kova su alıp balkonu temizliyorduk kızımla birlikte…

Yine böyle bir civcivlerimizi havalandırma sırasında bizlerin terasta bulunmadığı bir anda olacak, civcivlerimizden bir tanesi sırra kadem bastı… Balkonun altını üstüne getirdik yok… Herhalde aşağıya düştü gibilerinden düşünürken ve aşağıya inmeye hazırlanırken üzerimizde pike yaparak uçan kocaman bir  karga gördük… Bir diğer karga da, karşı apartmanın üzerinde sarı bir şeyi parçalayıp yiyordu… O zaman anladım ki, bizim küçük civciv, bu karganın hışmına uğramış, Hakk yolunda bir karganın leziz öğlen yemeği olmuştu…

Bu durumu gören kızım sürekli ağlıyordu… “Baba, git o karganın elinden civcivimizi kurtar, onu yemesin” diyordu sürekli… Ben de  onu teselli etmeye çalışıyordum… “Kızım bak o karşı evin damında, oraya süpermen olsam bile uçup gidip o civcivimizi kurtaramam… Zaten civcivimiz artık hayatta değil… Allah baba onu yanına aldı”… Kızın isyanı bitmek bilmiyordu… Ona bunu anlatabilmek çok zor olsa da, kızımı susturabilmiştim sonunda.. “Elimizde kalan 2 tane
daha civcivimiz var bak, onlarla oynarız, onlara iyi bakarız… Onlar sonra tavuk olurlar, horoz olurlar” diyordum… Bu arada da diğer karga da evin üzerinde sürekli uçarak, “Gaaak”lamayı sürdürüyordu… Ben de kargaya dönüp, “Hele bir teşebbüs et de görelim, el mi yaman, bey mi?” diye söyleniveriyordum…

Artık bu karga bizim evi ve teras katını yer bellemişti… Sürekli benim telsiz anteninin üzerine gelip konuyor, aşağısını kontrol ediyordu… Ağır olduğu için telsiz antenimin ucunu da eğmişti, kuşoğlu kuş… Şeytan da bir yandan dürtüyordu beni: “Şu antene 220 volt cereyan ver, karga kızartma olarak düşsün balkona” … Neyse bu şeytanca ve aptalca düşüncelerimden kendimi arındırmaya çalışıyordum… “Takma oğlum Ertan, bir kargadan ne istiyorsun, o da sonuçta karnını doyurmak için senin civcivini kaçırdı ve yedi… Bırak afiyet olsun…” kendi kendime desem de,  yine de içimde o kargayla bir hesaplaşma fikri aklımdan çıkmıyor değildi hani…

Bir gün arka odamda otururken balkondan tuhaf sesler geliyordu.. “Takkk, tukkkk, takkkk, tukkkk”… Ne oluyor diye çıktım balkona… Etrafıma bakındım, hiç ses seda yok… Hiçbir şey de görünürlerde yok ortalıkta… “Allah Allah, bu ses de ne ola?” diye söylenip içeriye girdim… Tam odama yönelecekken yeniden bir “takkk,
tukkk” ses..

Bir hışımla balkona çıktım… O kuş oğlu kuş kargayla gözgöze geldim…

Karga yerdeydi ve önünde bir şey vardı, ne olduğunu tam anlayamadan, onu ağzına alıp yeniden benim antenimin üzerine yükseldi… “Ne arıyorsun lan karga?” dedim, “Yetmedi mi bize ettiklerin” diye söylenip onu  balkonun en sotalı yerinden beni göremeyeceği bir  yerden izlemeye koyuldum…

Kuş oğlu kuş dediğim akıllı karga, ağzındaki şeyi yere yeniden attı… “Takkk” diye balkona düştü.. Hemen yattığım sotadan  koşup karganın yere attığı o şeyin başına gittim “Acep bu ne diye?” Bir de ne göreyim… Çok güzel bir ceviz… Ama hala üzerinde kabuğu duruyor… Bu kuş oğlu kuş, bu cevizi bizim balkona atıp kırıp yemek istiyormuş anlaşılan… “Heh dedim, sen şimdi görürsün…” Hıncımı alacağım ya bu kargadan… Balkonun kenarında duran minik mermer parçasını cevizin üzerine indiriverdim. Ceviz kırıldı, cevizin kabuklarını soyup içini yemeye başladım… Bir yandan da kuş oğlu kuş kargaya bakıp:
“Ulan ne güzel ceviz getirmişsin bana… Bu ders olsun sana… Senin cevizini de yemek varmış kısmette… Sen benim civcivimi yersen, ben de senin cevizini yerim işte böyle” dedim… O da aşağı bana  bakarak, “Gaakkk gaakkk, gakkkk” diye serzenişlerde bulunduysa da, ben umrumda bile olmadan cevizin tamamını yedim afiyetle…

Beni bir gören olsa o durumda, bu adam tırlattı diyecek, varsın desin… Kargayla benim aramda olan bir karma meselesiydi bu… O karga nasılsa bir gün bir yerde bunun hesabını verecekti, eh ben de bir gün bir yerde bu karganın rızkını yediğimin hesabını vereceğim, helalleşeceğiz o zaman böylece…

Siz siz olun, bir kargayla da olsa karma yaşayacaksanız varın yaşayın… Çok zevkli oluyor… Herifçioğlu ağzının tadını çok iyi biliyor, eh ben de ondan aşağı kalmıyorum elbette… Boşuna değil arada bir “gaaak”lamak isteğim buradan geliyor demek ki… 🙂

Her daim sevgiyle kalın… 🙂

Not: Bu arada beslediğimiz iki civcivin başına neler geldi diye merak edeceklere de şöyle diyeyim… Onların ikisi de horoz oldular. Bir süre sonra ben de bir arkadaşımın kümesine ziyarete gönderiverdim onları.. Çok yaramaz ikili oldukları için de bir gün arkadaşım onları kesip afiyetle yemiş… O arkadaşımla karmam hala devam ediyor..