Bazen parmağınızı bile oynatacak haliniz olmaz. Havalardan der geçer, bir vitamin alır, iki saat fazladan uyursunuz.
Bazen ayakkabı ayağınızı vurur. Değil adım atmak, ayağınızı bilekten itibaren kesip bir kenara koymak istersiniz.
Bazen canınız sıkkındır, karnınız ağrıyordur, muayyen gününüz gelmiştir, canınız tatlı çeker, saçlarınızı kestirmek istersiniz…
Birbiriyle çok da alakası olmayan bütün bu meseleleri önemli ve bağlantılı yapan tek bir ortak nokta vardır. Evet, eğer siz bir bale dansçısıysanız bütün bu sayılan hadiseler, diğer kişilerin başına gelen şekillerden daha fazla önem taşır.

 

Öncelikle kabul etmelisiniz ki bale, beden yasalarına karşı gelen bir sanattır. Anayasaya bile karşı gelenler en ağır cezalarla yargılanırken, beden yasalarını çiğneyen kişilerin acı çekmemesi elbette ki düşünülemez.

 

Her şeyin başına dönersek, baleye ilk profesyonel adımı atacak olanları görmek için konservatuarın kapısından girdiğinizi varsayalım. Birbirinden hırslı ve iddialı onlarca veliyle beraber dizlerinin dibinde bekleşen topuzlu küçük kızların veya taytlı oğlanların heyecanlarına tanık olacaksınız. Bihaber halleriyle o kapıdan sınavı kazanmış olarak çıkacak çocukların bu zaferle beraber aslında bir çok şeyden vazgeçmeleri gerektiğini, ancak baleden vazgeçemeyeceklerini hissettikleri an anlayacaklarını ve bu anın muhtemelen her şey için çok geç olacağını şu andan biliyor olmak ne acı!

 

Tavrım, bir müneccim edasıyla onlarca kişinin hayalini süsleyen bu doğaüstü sanat dalını yerle bir etmek değil. Ama kaç kişi, dondurucu sıktığı bir kas yığınının üzerine ince mus çorap giyerek, bir de kafasında çiçekli taçla gülümseyebilir ve sonra yine hayatında kaldığı yerden normal bir şekilde devam edebilir ki?

 

Bale eğitmenlerinin en büyük arka kapısıdır; “Sizin acınızdan seyirciye ne!” kapısı….Haksız da sayılmazlar! Paralarını harcayıp onları izleyen ki daha da önemlisi izlemek için hayatlarından belli bir zaman ayıran insanlara nedir ki incinen bir ayak bileğinden ya da yırtılan bir kasıktan…

 

Ancak kapılar bununla bitmez. Yine aynı eğitmenlerin kullandığı bir başka kapı vardır ve diğerinin aksine insanın suratına çarparak açılır.

 

“Bir gün bale yapmazsan kendin, ikinci gün koreograf, üçüncü gün de seyirci farkına varır.”

 

Böylelikle bilinçaltında tavan yapan zorunluluk katsayısı dahilinde bale dansçısı olmaya karar veren birinin oldukça zor şartlarda ve uzun saatler boyunca çalışma gerekliliğinin, kaçacak bir sigara odası dahi yoktur.

 

Bale dansçıları her gün dans etmek, en azından teknik egzersizlerden kurulu bale dersini yapmak zorundadırlar. Çünkü egzersiz yapmadan provaya girmek ya da sahneye çıkmak bale ve beden kurallarına aykırı, tabiri caizse yasaktır.

 

Beden kuralları demişken, bir bale dansçısının vücudunun normal insanlardan farklı olduğuna değinmekte yarar var. Mesela bir bacağın 180 derece kalkması demek beden çatısının tamamen değişmesi demektir. Gerçi buradaki maharet bacaklardan önce sırt ve karındadır. Çünkü bütün hareketler sonsuz bir karın kuvveti ve sırt hakimiyetiyle yapılır. Eğer üst beden bloke olmazsa, bacaklar hareket edebilecek bir ortam bulamaz hatta ağırlaşırlar. Onların yükü karın ve sırtta toplanırken alt bedende de, yapılan tüm büyük ve hızlı hareketler için yer açılmış olur. İşte kimi zaman günlük hayatta kullanılmaya pek teşebbüs edilmeyen kaslar bile bir bale dansçısı için çok elzem olabilir. Hatta bu nedenle ortaya çıkan sakatlıkların bazılarına, spor hekimleri tarafından bile doğru tanı koyulamamaktadır.

 

Bir çok insan için balenin en ilginç yanı, parmak ucunda yürünebilmesidir. Aslında daha ilginç olan bir şey vardır ki o da, bir bale dansçısı için bunun sadece bir detay olmasıdır. Hatta dönüşler, pozlar ve balanslarda parmak ucunda olmak yerde olmaktan çok daha kolaydır. İşin zor olan yanı, parmak ucuna kalkmak değil tam aksine parmak ucundan inmektedir. Çünkü bale dansçısının giydiği “point” denilen ayakkabılar, çivilerle birbirine tutturulmuş ahşap bir yapıda olduğundan ayağın kontrolü pek mümkün olmamakla beraber, ayakkabının gerektirdiği sert ortamın sonuçlarına katlanmayı da zorunlu kılar. Nasır, parmak yaraları, tırnak batması veya düşmesi en sık rastlanılanlardır.

 

Bu fiziksel değişimi ruhuna yansıtmamaya çalışan ama hemen yanıbaşlarında onlardan birkaç saniye fazla dengede durup, tur dönebilen kişilere karşı gıpta ya da haset duyan dansçılar, yalnızlık duygusunun da hakkını vererek yaşayanların en başında gelir. Oysa ki bedensel en ufak bir yetersizlik, ruhsal başka arızalara; önü alınmadığı takdirde davranışlara hatta ilişkilere bile yansımaktadır.

 

Nankör sayılabilecek kadar fedakarlık isteyen bu sanat dalı için vücudun herhangi bir uzvunu feda etmek bile bazen yetmez. Bu bir alışkanlık hatta bir sevgili ya da aile olabilir. Kimi ebeveyn çocuğunun bacaklarının arasından tutularak gökyüzüne kaldırılmasını anlayışla karşılamayabilir. Ne de olsa bir dansçı için daha küçük yaşlardan itibaren giyilen mayo benzeri hafif kıyafetler nedeniyle çıplaklık mevhumu diye bir şey kalmamışken, bunun aileye, hatta bir de ona cinsel arzularla bağlı olan bir sevgiliye anlatılması pek de kolay değildir.

 

Oysa onun dışında gelişen bütün çekincelerinden çok uzak bir yerde bedeniyle, ruhuyla, diğer beden sahipleriyle ve ülkesindeki konumuyla savaşan biri vardır!

 

Söz ülkenin durumundan açılmışken, devlet balelerinde maaşlı çalışan dansçıların büyük çoğunluğu aktif olarak dans etmemekte hatta edememektedir. Çünkü emeklilik yasasının bedensel bir iş yapan kişileri düşünerek çıkarılmaması (ya da dansçıları kapsaması) nedeniyle bir çok dansçı, bale salonunun bulunduğu 6. kata bile yürüyerek çıkamayacak kadar yorgundur(!) Emeklilik yasası ve devlet sanatçılığı nedeniyle kadro işgal eden onlarca insandan fırsat bulamayan yeni mezun gençler ise taze bedenlerini opera, müzikal, sinema, dizi, klip, reklam gibi ana fikri bale olmayan alanlarda değerlendirmekte ya da daha doğru bir deyişle harcamaktadır. Bu yazıyı okuyan ve belki de bu işten sorumlu olan insanlar da hak vereceklerdir ki, her insan gibi bale dansçılarının da hayatlarını idame ettirebilmek için paraya ihtiyaçları vardır. Oysa ki katı bir disiplin, bedensel zorlamalar, acı ve imkansızlıklarla yoğrulan bale dansçılığı, maden işçilerinden sonraki en zahmetli meslek grubu seçilmiştir.

 

İşte bu nedenle sizin parmağınızı bile oynatmak istemediğiniz anda bir bale dansçının havada dört tur dönmesi gerekebilir. Ki o da insandır ve emin olun ki bu hareketi yaparken mide spazmı geçirdiğini ruhunuz bile duymayacaktır. Hatta saçınızı kestirmek istediğinizde topuz yapmak zorunda olmamanız, fön çektireceğinizde günün sonuna kadar terlemeyeceğinizi bilmeniz, regl olduğunuzda tütü giymeyecek olmanız, tatlı yemek istediğinizde kilo alsanız bile bunun hareket senkronunuzu değiştireceğinin çok önemli olmaması, belki de hala mutlu olmanızı, en azından bir bale dansçından daha mutlu olmanızı gerektirecek somut birkaç nedenden biridir.

 

Ama o izlediğiniz kelebek, melek ya da kuğu rolüne bürünmüş uçarcasına tüller arasında kaybolan hanımefendiler, bir çok insana olağanüstü gelen bu akla hayale sığmaz hareketleri yapabilmek için ter döküyorken, bir çift avucun birbirine kavuştuğu ses karşısında tüm acılarını unutabilecek kadar da mütevazıdır.

 

Eh ne diyelim; en büyük acının hiç acı çekmemek olduğu bu hayatta, darısı alkışlanarak azalmayan diğer acıların başına…

Elçin Demiröz