11 Eylül 1965 akşamüstü suları hiç olmaması gereken bir şeyler hissetti kadın… Daha çok erkendi, mümkün değildi ki… Her şey doğru hesaplanmıştı ve daha en az 34 gün vardı önünde, ayrıca hayalleri de vardı… Bu kez özel bir klinikte gerçekleştirecekti doğumunu, ertesi gün de en güzel geceliği ile güzel odasında karşılayacaktı kutlamaya gelenleri… (henüz 21 yaşındaydı ama deneyimliydi, zira bu ikinci bebeğiydi ve ilkini İstanbul Zeynep Kamil Hastanesinde doğurduktan (parantez içi 2. parantez ama gerekiyor, finalde hepsini birden kapatırım, aslında özel oda bulamadıkları için toplu doğum odasında bulunduğunu yazacaktım, mahvettim hikayenin akıcılığını) ve bir de kızının göbek adını Zeynep yapmaya kalkıştıklarından beri hayali bu ikinci çocuğu özel doğum evinde doğurmaktı). İlgilenmemeye çalıştı bir süre, sonra dayanamadı ve bir terslik var dedi, aslında artık terslik göze de görünür olmaya başlamıştı… Acilen ambülans çağırıldı ve en yakın hastaneye (Ankara Gülhane hastanesi) götürüldü… Yolda hala yok canım önümüzdeki ay doğum evi gibi saçma sapan şeyler söylüyordu etrafına, yüzü bembeyazdı ama hala direniyordu…

 

Sabaha karşı saat 02:15’te direniş son bulmuştu, içeride bekleyememenin yanısıra %99 annenin (o zamanlar, şimdi değişmiştir herhalde ve hatta böyle bir tehlike bile yoktur belki) yine hatırlayamadığım ama hatırlı olan bir yüzde ile de hem annenin hem de bebeğin ölümü söz konusu olan bir vakadan ikimiz de kurtulmuşuz  ve siz benden kurtulamamışsınız… O zamandan belliymiş ne olacağım ama, kolay mı doğduğunun ertesi günü 500 kişinin karşısında gösteri yapmak… ( Derse konu olmuşum da… hayret bir vaka olarak) Neyse uzatmayayım, bir takım hayaller yok olmuş ama sağlıklı anne ve çocuk hayalleri de gerçekleşmiş…

Eylül 1969, okul telaşı ile tanıştığımız ilk yıl, bir telaş, bir koşuşturma, önlükler alınıyor yeni ayakkabılar, kitaplar, defterler… Çok mutluyuz ablam okula başlıyor, törenlerle, iki uzun örgüsüyle, biraz eksik dişleriyle okula başladı, çok güzeldi… Aaaa ben de o sıralarda doğmuştum yahu, gümbürtüye geldi bizim doğuşumuz… 1970 bu kez Gölcük’teyiz, e okul değişti, yeni önlük, yeni ayakkabı… E yine bu okulu aynı zamanda açtılar ve biz İstanbul a gidip üzerinde Seden yazılı, mavi boncuklu künyemi alamadık (annemin sözü vardı aylardır), puftidiiii (bunu da ben uydurdum, sözlükte bulamazsınız, sevimli bir sıkıntının belirtilmek istendiği yerlerde kullanılır), tabi ki annem her zaman olduğu gibi sözünü tuttu ama önce okulları açtık, sonra İstanbul a indik… 1971 Seden okula başlıyor, bütün törenler bana da yapıldı,  üstüne üstlük ben annemi okulda da oturttum ben burada yalnız kalmam diye, okulla ilgili herşey çoook güzeldi ama …

11 Eylül 1981, kıvırcık saçlar moda ve ben artık kendimle ilgileniyorum, genç kız oluyorum ya… Annem saçlarımı hafif nemliyken önce gazete kağıdının arasına koyuyor ardından da kumaş parçaları ile teker teker sarıyor, uzun bir işlem ama bir sonraki gün saçlar kıvır kıvır oluyor… Son işlem de bitti işte, ertesi güne hazırım, arkadaşlarımla birlikte doğum günümü kutlayacağız, okul iki gün sonra açılıyor olsuuun… Sabah kalktım evde bir sessizlik hakim, olabilir diyorum ve saçlarımı açmak için banyoya gidiyorum, bir takım fısıltılar geliyor kulağıma “Seden çok üzülecek”… Neden diye koşuyorum salona , ihtilal oldu diyorlar…

11 Eylül’de İkiz Kuleler devriliyor…

Zaman geçtikçe bir tek şeyin farkına varıyorum aslında ,sorun sadece benim doğumgünüm civarında değil, tüm eylül ayında (tabi ki benim için)… Hep en sorunlu  en zorlu, başıma en çok şeyin geldiği ay EYLÜL…

Ben okulu (yada ları) bitirdim ama okul faslı hala devam ediyor, biz de okul alışverişlerimizi yaptık ve 6 Eylül’de Emre beyin okulunu açtık, 13’ünde de İrem hanımınkini açamadan, 7 Eylül’de Emre bey kolunu kırdı, e kol bu kırılır, hastaneye götürüp tamir ettirdik ama sağ el olduğu için Eylül ayı defterleri tarafımdan tutuldu ve ben de fransızca öğreniyorum (güzel bir şey)… 15 Eylül; bir borcam kase yere patladı, banyo kırıldı (alt kata suyun nereden aktığı bulunmaya çalışılıyor), banyo kırılırken yerden ısıtmanın borusu kesildi (olsun yapıldı), kuyuda su bitti evde sular akmıyor, su alındı, yine su akmıyor, tamirci çağırıldı, sayaç bozulmuş söküp suyu direk bağladılar, hala su yok, öğrendik 14:30’dan sonra ziyaretimize gelebilirmiş, kazan dairesine girdim su istemediğin kadar bol ama yerde, ne oldu, tamirci geldi, vana bozulmuş değiştirildi, mutfakta fransızca yazıyoruz bulaşık makinesi bağırmaya başladı, gidip baktım bulaşık makinası fırına dönüşmüş içinde su yok, bir daha denedim haaaaayır o da bozuldu, tamirci ancak bir sonraki gün gelebilir (olsun ya farketmeseydim)…

Çocuklar yattı, bilgisayar bana kaldı, maillere bakalım… Yaşasııın, sitemiz de ahşap boyama kursu açılıyormuş, 4 resim (çektiririz), ikametgah (hemen şurda çıkarırız), nüfus kağıdı fotokopisi (scan-print out işlemi itinalı yapılır), diploma (neeeee?)… O günün ardından bir mail yazıverdim kendimi tutamayıp… ( bu arada size telefonları yazmayı unutmuşum, maili aynen size sunuyorum )

ben kesinlikle bu kursa katılmak istiyorum ve fakaaat bir sorun var …  benim gibi diploması hala okulunda duran başka biri varmi acep ? ola ki okula gitmedim, ahşap boyamayı öğrenmem yasaklanacak mi? 17 yıl sonra İTÜ’ye gidip ahşap boyama kursu için diplomam gerekiyor dersem daha da komik olmaz mi? aslında bunları yazarken çok güldüm kendime ve gece boyunca bu konuyu köpürtüp durabilirim … Çünküüü bugün, aşağı kata hafif su sızdıran yeri bulmak adına giriş banyosu kazıldı ve zaten alt kata ulaştık, o kazılırken evdeki tüm telefonlar (adsl) haric (mutluluk verici) kesildi ve hala kesik, sızıntı bulundu ama bu arada yerden ısıtmanın borusu da kesiliverdiği için , kazan sapıttı o da su akıttı. Biraz önce tamir edildi , kuyuda ki su bitmişti aşağıdan su aldım geldim, su saati elimizde patladı (yani bozulmuş ) sokup götürdüler ve en son bulaşık makinesi 2 saattir bulaşıkları yıkamak yerine kendini ııtıyordu. Onu da devre dışı bıraktım, hala iyi ve mutluyum diyebilirim diploma gerekmez derseniz… Sakın kızmayın, öyle yaz geldi iste… (ama taktım diplomaya) Seden
 

Bu mailime asla yanıt alamadım, iki gün sonra bir kaç kişiyle yazışırken bir anda hatamı kavradım, her ne kadar yahoogroup içi bir sistem olsa da ben muhtarımızdan gelen ciddi bir maile böyle sulu bir cevap yazamazdım  ve benimle aynı dertten muzdarip olan bir arkadaşıma;

sanırım ikimizde ciddiye alınmadık ve sonucunda da bir cevap alamadık… bundan sonraki yazılarımı dilekçe seklinde ve çok ciddi bir dille yazmayı düşünüyorum… ama bu ilgisizlik sonucunda sanırım kurs iki yetenekli öğrencisini kaybetti … kısacası ne kelepçelenmesi, kaale alınmadım , ama muhakkak ben hakketmişimdir :(( Seden

yazdım (ama dilekçeyi tabi ki yazmadım, yolu göstermiştim (kursa katılmak isteyen ciddi, oturaklı ve kalıplı yazılar yazmalıdır), çok da emin değildim aslında  belki arada görülmemiştir herkesin işi başından aşmış benim diplomamla mı ilgilenecekler diye kendimi avutuyordum) size bunun ardından da yazdığım üçüncü maili bildirmeyi bir görev bilirim, ne olduğunu ben anlatmadan anlayacaksınız …

sorumuzun yanıtına sizin ciddiyetiniz sonucunda ulaştık, serap hanim… kurs bizi kazandı ama bu arada kaybedenler de yok değil… görüşmek üzere… Seden
 

(sinirlenmişim) bütün bu mailler açık bir ortamda sergileniyor ve herkes (muhtarımız da dahil) okuyor olduğu için burada da yayınlanmasında bir sakınca görmedim , ama kursa da gidip yazılmadım… (cezalıyım ben bu halimle o kursun ciddiyetini de bozarım sanırım)

Ama ben nereden nereye geldim, yine karıştı ortalık (“bum bum bum daldan hop dala uçtum” ne demekmiş anladınız herhalde ) hop hop hop değiş tonton !… Ya da değişme … Ertesi gün bir şişe su yere patladı, temizlemek için kazan dairesine gittim daha fazla su vardı, kollektör patlamış … Tabi bunların hepsi komik ama bunların yanısıra bu ay olması gereken hiç bir şey olmadı, olmaması gereken beni epey bir yıl yaşlandıran her şey de oldu… (dedim ya bu böyle geçen ilk eylül de değil üstelik) Ve bir terslik olmasın diye, 16 Eylül’de savaşı bırakıp sitemi (www.sedengurel.net buyrun beklerim) güncellemeyi Ekim’e erteledim, yazımı 1 Ekim’de yazıp teslim etmeye karar verdim, yapmam gereken tüm işleri Ekim’e erteledim…

Bir yıl 11 ay olsa ve Eylül sadece son dönemde çok sık dinlediğim ve çok sevdiğim şarkıda kalsa “Eylül’ün ortasındaaa yak beni yağmur öncesiiiii”… (bunun için ciddi bir dilekçe versem de işe yaramaz biliyorum)

Bu ay beni ayakta tutan ve her gün içimden bazen de dışımdan söylediğim şarkı pervanenin şarkısıydı , hatırlarsınız hepiniz Melike Demirağ söylerdi o buğulu sesiyle …

Bir pervane uçuyordu
Uçuyordu  güneşe doğru
Biliyordu inanıyordu
Herkes yanlış o doğru
Ulaşırsa yakalarsa
Tutar getirirse o ışığı
Kalacak tüm pervaneler
Yeryüzünde aydınlık … 

Pervane ve ışık ??? 

Kendinize iyi bakın …

Konuk Yazar