Geçenlerde bir mektup yazdım. Yıllar, yıllar sonra önümdeki bembeyaz ve boş kağıda bakakaldım biran. Unutmuşum. İlk defa mektup yazacakmış gibi, ne yazacağımı bilemedim. Güldüm sonra bu acemi halime ve birşeyler karaladım. Ama başladı mı duramayan ben kısacık bir mektubu uzunca bir zamanda tamamlayabildim ancak.

 

Ben ilk gerçek mektubumu (Eskiden okullarda mektup yazmayı öğrenirdik ve örnek yazdırırlardı bize. Onlar sayılmaz yani.) ailemden uzakta kaldığım okul yıllarımda onlara yazmıştım. Babam saklamış, aradan uzun yıllar geçtikten sonra, onu dünyadan uğurlarken, eşyalarının arasında bulmuştum mektubumu. Okuduğumda, evinden, korunaklı yuvasından uçmaya korkan ama bunu belli etmemeye çalışan o küçük kızın yazdıklarının babacığımı nasıl etkilediğini anladım. Kimbilir o da bana belli etmeden nasıl merak ediyordu beni. Kimbilir ne çok okudu o mektubu, satır aralarından beni anlayarak. Mektup elimde bunları düşünürken, sanırım ana-baba olmanın ne demek olduğunu anladım.

Ben de bana gelen mektupları saklamışımdır hep. Bir çanta dolusu mektubum var. Arada okurum, içinden rast gele birini seçip. Tamamen unuttuğum birçok olay ve insan canlanır gözümde. Yıllar içinde olaylara bakışımın ne kadar değiştiğini anlarım bana yazdıklarından. O zamanlar benim için çok önemli olan birçok şeyin ne kadar önemsiz olduğunu, yerini bazen tam tersi düşüncelerin aldığını da. Büyümemin adımlarını görürüm satırlarda.

Bazı mektupları hatırlarım satır, satır. Heyecanla beklenmiş ve her fırsatta tekrar, tekrar okunmuş mektuplardır onlar. Bazı mektuplarda şiirler vardır, o günlerin duygularıyla dopdolu. Tam yazarken radyodan dinlenen şarkıların haberlerini verir bazı mektuplar, paylaşmanın tadını arttırır, yoğunlaştırır. Sitem mektupları, uğursuz haberlerin mektupları, itiraf mektupları, özür mektupları, müjdeli mektuplar. Her mektup bambaşka duyguları canlandırır, hatırlatır, yaşatır yeniden.

Bilgi ve iletişim çağındayız ya nicedir, çoğu insan unuttu benim gibi mektup yazmayı. Mesajlaşıyoruz artık. Telefon hayatımızın her anında elimizin altında. Yazmak külfetli ve gereksiz. Hele de bizim gibi metropol insanlarının soluk soluğa koşturmacasında hiç yeri kalmadı mektubun. Oysa mektubun yerini tutmuyor ki hiçbirşey. Konuşmak o anlık bir şey, mesajsa ruhsuz ve kalıcı değil. Mektubu beklemenin, eline almanın, zarfı açarken yaşanan merakla karışık sevincin hiçbiri yok ki bunlarda. Hayatımız yaşadıklarımızın toplamı değil mi? Belki de çocuklarımıza bırakabileceğimiz en güzel miras hayatımızın doğruları ve yanlışlarıyla nasıl yaşandığının yazılı belgeleri. Günlükler, mektuplar, otobiyografiler yani.

Ben kendime söz verdim, mektup yazacağım artık arada da olsa, uzaktaki insanlarıma.

Onların da bana yazmasını isteyeceğim. Yeniden postacıdan, kredi kartı ekstresi, tanıtım, reklam mektupları vs. yerine heyecanla bekleyeceğim bir zarf almak için.

Oğluma da “mektup çantamı” bırakacağım, giderken. İçinde ona yazılmış mektuplarla beraber.

Gülseren Karaçizmeli