Yıl 1960…

Küçücüğüm, gece bir gürültüler oluyor, uyanıyorum.

Babam radyoyu açmış dinliyor. Annem heyecanlı görünüyor… Camdan dışarı bakıyorum, sürekli uçaklar geçiyor karanlıkta, ışıklarını görüp seslerini duyuyorum. Kapıya bir askeri Jeep geliyor. Babam üstünü giyiyor ve kapıya gelen askerle aşağıya iniyor. 3 – 4 gün hiç gelmemelerde onu bulamıyorum. Arıyorum onu, ama yok!

 

Yıl 1961…

Babam o zaman Teğmen…

Dışarıdan sınavlara giriyor. İktisadi Ticari İlimler Akademisini bitirmeye çalışıyor.

Ankara’da bir çatı katında oturuyoruz. Benim yaramazlıklarımdan, gürültümden evde ders çalışamıyor. Devamlı peşindeyim. O kaçıyor ben kovalıyorum. Sonra birden kayboluyor. Arıyorum onu ama yok!

Bir başka gün babamın kayboluşunu çözüyorum bir de bakıyorum ki balkon camının altında çökmüş ben görmeyeyim diye orada çalışıyor. Kapıyı vuruyorum, camı vuruyorum, adam çalışamıyor. Annem beni alıp öbür odaya götürüyor. Ama durmuyorum, babamın peşindeyim, onu özlüyorum, kaşla göz arasında yine balkonlu odaya gidiyorum. Yine cam. Yine kapı… Bir sonraki gidişimde babam balkonda da yok, ısrarlı takibim sonucu artık en yakın kütüphaneye gidiyormuş. Bütün evde arıyorum onu ama yok!

Yıl 1962…

Annemi arıyorum evde yok, babamı arıyorum evde yok, yengem var, teyzem var ama onlar yok. Tutturuyorum babamı isterim diye… “İşi var” diyorlar. “Yakında bir kardeşin olacak, baban annenin yanına gitti” diyorlar. Zaman geçmiyor, kardeş gelmiyor, babamı arıyorum ama yok!

Birkaç gün sonra kız kardeş geliyor eve… Bir müddet onu seyretmek avutuyor beni… Annem de evde, ben babamı aranırken “işe gitti” diyorlar. Yine de arıyorum tüm evde babamı ama yok!

Yıl 1964…

Erzurum’dayız, ilkokula başladım. Yarı belime kadar kar altında yürüyerek okula gidiyorum, lojmandan arkadaşlarımla beraber… Babam sürekli görevli, seyahatlere gidiyor. İki günlüğüne gittiği bir görevden dönmüyor. Annemle bekliyoruz, haber yok, birliğini arıyoruz, onlar da ulaşamamışlar. Sonraki gün bizi arıyorlar kardan Zigana’da mahsur kalmışlar. Her gün okuldan döner dönmez babamı arıyorum evde… Ama yok!

5 gün sonra dönüyor babam perişan bir halde… Ama dinlenemeden gelen bir telefonla yine işe gidiyor. Babamı arıyorum ama yok!

Yıl 1966…

Gelibolu’nun Koruköy’üne tayinimiz çıkıyor. 3. Sınıfa orada başlıyorum bir köy ilkokulunda, beş sınıf bir arada okuyoruz, okumak denirse… 3.sınıflar hep bahçeyi sulamada… Tek öğretmen var ne yapsın. Babam köye yakınca bir taburun komutanı… Okula arkadaşlarla yürüyerek gidip geliyoruz. Babama bazen uğruyorum taburda iken, bir astsubay ağabeyin boyumdan büyük bisikleti ile… Elektrik yok, geceleri karanlık bastıktan sonra taburun jeneratörü ile aydınlanıyoruz. Karanlıkta babamı arıyorum ama yok! Tabura gitmiş “alarm var” diye, “gece eğitimi var” diye, “bir asker hastalanmış” diye, “bir asker firar etmiş” diye, “iki asker kavga etmiş” diye, diye, diye…

Yıl 1967…

Artık büyük bir şehirdeyiz, İstanbul’da… Fındıkzade’de lojmanlarda oturuyoruz. Okunmamış bir 3. Sınıftan sonra oldukça zor oluyor 4 ve 5. Sınıflar… Babam aynı tempoda çalışıyor. Ancak hafta sonları babamı görebiliyorum. Elimden tutuyor beni Tahtakale’ye götürüyor, Karaköy de Baylan’a gidiyoruz, bana “Kup Griye” yediriyor. Taksim’e gidiyoruz, Kristal büfede hamburger yiyoruz, Atlantik büfeye gidiyoruz dilli sandviç yemeye, yürüyoruz geziyoruz. Hafta içlerinde ise babamı çok özlüyorum ama yok!

Yıl 1970…

Bir askeri darbe daha… Uzun bir süre yine babamı arıyorum ama yok!

Yıl 1973…

Artık Lise 2’deyim. Kocaman adam oldum. Ergenlik, sivilceler, kızlar falan filan derken o sene sınıfta kalıyorum. Babam kızacak biliyorum. Erzincan’a babaanneme kaçıyorum. Dedem o zaman kolordu komutanı… Babama telefonda söylüyorum sınıfta kaldığımı, köpürüyor… 1 ay orada kalıyorum sakinleşsin diye… Onu özlüyorum, arıyorum ama babam yok!

Yıl 1976…

Artık Üniversiteliyim. Olaylar, yürüyüşler, mitingler, taşlardan, kurşunlardan, kazalardan, belalardan kaçışlar, 4 senelik okulu ancak 6 senede bitirebiliyorum. Bir yandan müzik organizasyonları ile ilgili bir şirkette çalışıyorum. Rahmetli Tolga Aşkıner, Nisa Serezli ile hazırladığımız bir müzikalde hem yapımda çalışıyorum, hem de sahneye çıkıyorum. Devamında turneler falan… Bir yandan sınavlar, bir yandan il il geziyoruz. Daha sonra eski gazeteci Çetin Ener ile çalışmaya başlıyorum, “Zülfiye Zülfü” diye bir müzikal hazırlıyoruz. Gece gündüz iş peşindeyim. Yani artık babam da beni arıyor. Bu arada bir askeri darbe daha yaşıyoruz. Babamı arıyorum babam yine uzun bir süre gece gündüz yok!

Yıl 1983…

Askere gidiyorum. Tuzla’da 4 aylık eğitimden sonra, torbadan Van Sınır Jandarma Tugayını çekiyorum. Ne dedeme ne babama beni İstanbul’a alın demiyorum. Bırakın bazıları gibi uyduruk raporlar alıp askerden kaçmayı… Torpilsiz 18 ay şerefli bir asteğmen olarak görevimi Van’da tamamlıyor, vatana borcumu ödüyorum. Bu zaman zarfında babamı arıyorum, özlüyorum ama onu görmem imkansız, çok uzaklardayım ve o Yok!

1985’de işe giriyorum, 1990’da evleniyorum, çoluk, çocuk derken.., Bir hayat boğuşması, arızalar, travmalar, borçlar, düşmeler kalkmalar, başka şehirlere gidişlerdir zaman hızlıca geçiyor, babamı özlüyorum ama yok!

Yıl 2000… Babam uzun bir süre hastane de yatıyor ve by-pass oluyor. Evine gidiyorum geliyorum,babamı arıyorum ama yok!

Yıl 2008…

Babam artık 80 yaşında… Diyaliz hastası, bir gün kalp yetmezliği ile hastaneye yatırılıyor. 3 Hafta yoğun bakımda yatıyor. Diyalizde kalbi duruyor, yeniden çalıştırıyorlar, 2 gün sonra diyalizde yine kalp duruyor. Bu sefer artık yorgun kalbi bize geri dönmüyor. GATA Askeri hastanesinde bana veda ediyor. Son görevime soyunuyorum, onu hastaneden alıyorum tabuta elimle koyuyorum, Bir manga asker geliyor, onu sırtlayıp cenaze arabasına koyuyorlar, selam duruyorlar ve gidiyorlar. Hemen cenaze arabasının arkasına takılıyorum onu Levent’e kadar takip edeceğim. Hastanenin kapısına gelmeden dar bir kaldırım var. Bir bakıyorum askerler orada tek sıra yan yana bekliyorlar.

Binbaşı bağırıyor. “Selaaaam Dur”

Selam duruyorlar başları ile cenaze arabasını takip ederek…

İlk defa ağlayabiliyorum…

Bir yandan takip ediyorum arabamla bir yandan önümü görebilmek için gözyaşlarımı siliyorum.

Levent’e varıyoruz, askerler yine kucaklıyor onu musalla taşına kadar, başında nöbet tutuyorlar cenaze namazı başlayana dek… Sonra yine kucaklıyorlar, camiinin kapısında bekleyen top arabasına koyuyorlar hüzünlü bir boru sesi eşliğinde…

Top arabası hareket ediyor, babam üstünde, yıllarca uğrunda hizmet verdiği, o canından çok sevdiği, şanlı, şerefli, ay yıldızlı, al bayrağımız üstünde, bakıyorum bu son giysisi ona çok yakışmış, trafik kesilmiş, bando cenaze marşını çalıyor ve arkasından yürüyerek onu takip ediyorum, ikinci kez yaşlar gözümden boşanıyor. Yine cenaze arabasına devrediyorlar babamı o çok sevdiği askerleri… Takılıyorum yine peşine Kilyos’a doğru…

Önde babam var, arkasında bir manga askeri taşıyan araç ve arkasında ben…

Artık bundan sonra dinleneceği yere geliyoruz, askerleri, son kez onu alıp mezarının yanına koyuyorlar.

Mezara iniyorum ve babamı ellerimle yerleştiriyorum toprağa…

Babamı arıyorum, babamı özlüyorum… ama o, yine… artık… hiç… yok!

Reha Ersavcı