Elbette Yunus Emre, bütün çağların en büyük hümanistlerinden birisidir. Antik Çağ hümanist düşüncesiyle konuya kısaca bakacak olursak; Antik Çağ’ın hümanistleri insanı her şeyin ölçüsü yapmışlar, onu mikrokosmos olarak görmüşler, bütün insanları doğadan soydaş ve akraba kabul etmişler, erdemli yaşamayı yüceltmişler ve nihayet insanın Tanrı’ya gönül ile varabileceğini söylemişler. Ancak bu düşünceler ilk filozoflardan Yeni Platonculara kadar uzanan bir birikimin ürünüdür. Oysa Yunus’un felsefesi hem sistematiktir hem de daha kapsamlıdır.
Yunus Emre’nin hümanizmi kendine özgü ve orijinaldir. Şüphesiz insana güven duyan, onu yücelten, sevgiyi, insanın varoluşunun yaşamının anlamı yapan düşünceler çoktur. Bunlar mitolojilerden beri, çok renkli ve güzel bir tabloya yeni güzellikler ekleyerek oluşturmaya devam ediyorlar…
Yunus’un hümanizmi çağdaşı olan Batı hümanizmine (Rönesans hümanizmi) göre daha verimli ve çok yönlüdür. Rönesans hümanizmi, daha çok insanın bu dünyadaki yerini aydınlatmak ister. Bu insan, günlük yaşamın içinde, duygularıyla, yaratıcılığıyla, kendine özgülüğü ile somut, gerçek insandır.
Yunus’un hümanizması kapsamlı, derinliği olan sistematik bir yapıya sahiptir. Bu hümanizma bilgi ile yüklüdür. Şiirlerinde engin bir kültür birikimi vardır. O, bütün mutasavvıflar gibi, Kuran’ı, onun hem zahiri (dışsal) hem de batini (içsel) anlamını bilir. İslam klasiklerini, efsaneleri, Hint, İran, Yunan mitolojilerini bilir. Bunları şiirlerinde kullanır. Hece ve aruz ölçülerini ustaca kullanır. Medrese eğitimi aldığını söyler. Mevlana’nın sohbetlerine katılır, ondan ilim irfan alır. Taptuk Emre’den aşk yolunun sırlarını öğrenir. Bütün bunların sonucu olarak, Yunus’un hümanizmi soyut bir sevgi değil, fakat bilgi dolu bir derinliğe sahiptir.
Yunus’un düşünceleri kendi içinde tutarlı bir bütünlük gösterir. İnsanın yaradılışı, Tanrı karşısındaki konumu, insan-evren-Tanrı birlikteliği, insanın bu dünyada etnik bir varlık olarak onurlu yaşaması, sevginin evrenselliği, ‘yetmiş iki milletin’ birliği, bütün bunlar birbiriyle tutarlıdır. Yunus’un sistem kurmuş büyük filozoflardan farkı yoktur. Platon’un sistemi ne kadar kapsamlı ve tutarlı ise, Yunus’un sistemi de en az onun kadar kapsamlı ve tutarlıdır.
Yunus’un şiirleri filozofik açıklamalarla yüklü, fakat ağır ve anlaşılmaz değildir. Türkçenin güzelliklerini ustaca kullanan Yunus, anlaşılması güç, kapsamlı olan, kavratmak için uzun uzun konuşmayı gerektiren düşünceleri bir çırpıda söyler. Bu söyleyişte sadelik ve güzellik vardır.
Bu özellik belki de Yunus’u diğer mutasavvıflardan ayıran bir üstünlüktür. Şiir sanatının kıvraklığını, çarpıcılığını kullanan Yunus, çok güzel bir anlatıma sahip olan Mevlana’nın söylediklerini öz olarak, kısaca özetler;
“Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm”…
Yunus, tasavvuf geleneğinin güçlü bir izleyicisidir. O Cüneyd-i Bağdadi, Hallac-ı Mansur, İbni Arabi, Mevlana ve Hacı Bektaş geleneğinin devamıdır. Özellikle, Yunus’u aynı zaman diliminde yaşadıkları için, Mevlana ya da Hacı Bektaş’tan birine yakın saymak hata olur. Yunus, her iki büyük mutasavvıfın etki alanı içinde olgunlaşmıştır. Bu yargımızı üç büyük mutasavvıfın yapıtlarındaki konu ve söyleyiş benzerliklerine dayanarak güçlendirmek mümkündür. Ayrıca Mevlana ve Hacı Bektaş’ı farklı konumlarda göstermek, birini saraya diğerini halka yakın tutmak doğru değildir. Onlar bir elin iki yüzü gibidirler. Yunus, Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli, bu üç bilge, bu üç ulu ırmak, aynı yüce dağdan doğarlar ve aynı denize varırlar. Geldikleri yer de ulaştıkları yer de birdir. Bu bütün mutasavvıflar için böyledir. Onlar nerede ve ne zaman yaşarlarsa yaşasınlar, hepsi aynı dilden, aynı gönülden konuşurlar.
Yunus’un hümanizmi içinde yaşadığı sosyal koşullara ve siyasal olaylara bağlı olarak gelişmiştir. Yunus’un doğumundan üç yıl sonra Selçuklu hükümdarı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Kösedağ Savaşı’nda Moğollara yenilmesiyle başlayan buhranlı dönem 82 yıllık yaşamı boyunca devam etmiştir. İstila, yağma, iç kargaşalıklar, yalan, gammazlık, açlık, ağır vergiler insanları bunaltmıştır. Yunus’un insan sevgisi, erdemli davranışları yüceltmesi, insanları birliğe çağırması bu ortamda anlam kazanır.
Yunus sadece Tanrı’ya ulaşmak için çilesini dolduran bir sufi değildir. O, haksızlığa, zulme, yalana karşı çıkmış, doğrunun, haklının yanında olmuştur. Yunus bu tutum içinde olmasaydı halkın gönlüne taht kuramazdı. Çağlar boyuncu erdemin, sevginin ve barışın timsali olamazdı. Yunus, toplumcu bir ozan olmasaydı, kendi döneminde unutulur giderdi… Yunus’un hümanizmi öncelikle kendi dönemine bir tepkidir. Bu gerçek, onun evrenselliğine gölge düşürmez.
Yunus’un insanı, hem pratik yaşamın içindeki sade insandır, hem de ideal bir model olan insan-ı kamil yani yetkin insandır. İnsan, ancak kamil insan ile birlikte olgunlaşır, gerçekleri görür ve aşk yoluna girer. Rönesans hümanizmi bütün insanlara, dillere, dinlere Yunus kadar hoşgörülü değildir. Bireyci yanı ağır basan bu hümanizm evrensel boyutlara yeterince ulaşamamıştır.
Yunus, insanı, Tanrı’dan korkan ve korktuğu için inanan zavallı bir kul olmaktan çıkarıp, ona onurlu bir yer vermiştir. Daha evren varolmadan, can kalıba girmeden, insan, ruh olarak ya da tasarlanan bir imge olarak Tanrı ile beraberdir. Bir köprü olan dünyadan geçince yine Tanrı’ya kavuşacaktır. O “Dost” ile birlikte olacaktır. Böylece Yunus, ezeli-ebedi tanrısal sıfatlarla donatılmış olan insana evrende en ayrıcalıklı, en saygın yeri verir.
Hiçbir hümanist insanı Yunus kadar yüceltmemiştir.
Yunus, çağdaş hümanistlere de rehber olacak zenginliklere sahiptir.
Yunus’un evreni kucaklayan sevgi yüklü hümanizmi bütün insanlara, bugün de bir ışıktır.
Kaynakça: Hüseyin Bal – “Yunus Emre ve Hümanizm”