Bu aralar sürekli yalnız kalmak ve düşünmek istediğiyle kıvranıyorum. Şimdi “Bu da ne demek, tutan mı var, düşünmek dünyanın en kolay işi, düşün.” demeyin. Çünkü bu hiç de sanıldığı kadar kolay bir şey değil. Eğer bir işte çalışan “şanslı” insanlardan biriyseniz ve temposu gün içinde hiç düşmeyen bir işiniz varsa bittiniz. Hele de “evli ve çocuklu” bir kadınsanız akşamınız ve geceniz de ipotek altında demektir. Şimdi burada ayrıntısına girmeyeceğim, ne anlatmaya çalıştığımı  anladığınızdan eminim. Diyeceğim, kendime ama sadece kendime ayırabileceğim o kadar az zamanım var ki birçoğunuz gibi, kıvranmam ondan. Ya da belki problem bendedir, zamanı doğru kullanmayı bilmiyorumdur, o “süper” kadınlarda değilimdir falan. Bilmiyorum. Bildiğim, düşünmek için zamanım olmadığı ve bunun artık beni  rahatsız ettiği. Zira anladığınız gibi benim düşünmek için ekstra bir şeylere ihtiyacım var. İnsan ve telefon sesinden uzak, hiçbir şekilde uyaranın olmadığı, yalıtılmış bir köşede, sadece iç sesimi duymam gerekiyor düşünmek için. Düşünüp de bir şey icat edecek, dünyanın bir problemine de olsa ışık tutacak – ya da hadi hedef küçültelim- kendi dertlerimden birini toptan halledecek bir şey bulacağım da yok. Belki de, tam istediğim ortamı yaratıp, düşünmeye başladığımda,  bomboş gözlerle etrafıma bakacağım ve hiçbiri beş para etmez şeyler geçecek aklımdan. Olsun, yine de istiyorum.

 

Ben bu düşünme işine çocukluğumdan beri düşkünüm. Çocukken de kendime bir köşe bulur, derin, derin düşüncelere dalardım. Bu düşünme işinin bana yaşımın üstünde bir duruş kazandırdığını da fark etmiştim, bir düşünme seansımda. Bu durum pek hoşuma gitmişti ve düşünen her insanda oluşan derin bakışlarımın etkilerini de  zaman içinde görüp iyice keyiflenmiştim.

Yazının buraya kadarını “Bana ne kardeşim senin düşünme hikayelerinden, sen bize Timuçin Esen’den haber ver” diye fenalaşarak okuyan okuyucularımdan biraz sabır rica ediyorum. Az kaldı asıl konuya geleceğim.

Dediğim gibi, bu “düşünme işi” insanın bakışlarına ve o bakışların gözlerine  başka bir şey katıyor. Göz deyip geçmeyin. İnsanın dünyaya açılan penceresidir gözler. Gözleri güzel olan hatta  gözleri güzel olmasa da güzel bakmayı becerebilen, her zaman bir adım öndedir hayatta. Gözlerimizle tüm duygularımızı anlatabiliriz, dilimizin ve bedenimizin gizlediklerini gözlerimiz açık eder. Yani durum kısaca şudur; “Gözler kalbin aynasıdır, yalan nedir bilmez onlar.”

Düşünen insanın gözlerinde ise o duygular daha bir derinleşir. Bunu bir örnekle  şöyle anlatabilirim: Bir deniz kıyısındasınız ve akşam olmak üzere. Dalgaların sesi ve yosun kokusu eşliğinde güneşi batırıyorsunuz. Sarı, kızıl bir renk cümbüşüne kapılmış gitmişsiniz. Bu tabloya güzel bir göz diyelim. Siz böyle kendinizden geçmiş bu muhteşem tabloyu seyrederken ve “ Aman Tanrım, bu ne güzel bir akşam. ” diye içinizden geçirirken, yelkenlerini rüzgarla doldurmuş, neşeli bir çocuk gibi koşarak suda süzülen bir yelkenlinin, güneşin ışıklarıyla yıkanarak önünüzden geçtiğini düşünün. Bir de üstüne birkaç martı havalansın denizden, kimi hızla ufuğa doğru kanat çırparken, kimi kendini rüzgara bırakıp aksın gökyüzünde. Bu tablo da düşünen insanın gözleri.

İşte Timuçin Esen’in estiği yer de tam burası. Son zamanlarda oynadığı “ Hırsız Polis” dizisindeki Çınar karakterinin özellikle kadın izleyicileri hayallere daldırmasının, “Gönül Yarası” filmindeki performansının, hatta “Gurbet Kadını”nda keşfedilmesinin (Hakkı karakterini duyduğum en doğru güneydoğu şivesiyle konuşturduğunu söylemeden geçemem) altında duygularını gözlerinden anlatmasının çok büyük rolü var. Bazı sahnelerde safi  göz olup çıkıyor, sevgiyi, özlemi, nefreti, acıyı, endişeyi yaşatıyor gözleriyle. Başka birçok sanatçı da  yaşatıyor, gözleriyle birçok duyguyu bize ama bu adamda bir fark var. Onun gözleri “düşünüyor”.

Kendisiyle yapılan röportajlardan anladığımız kadarıyla, ülkemizde görmeye alıştırıldığımız “sanatçı” lardan değil Timuçin Esen. Onun gibi bir avuç da olsa sanatçımız var çok şükür. TV dizilerinin  belki böyle bir katkısı oluyor sanat hayatımıza. İyi sanatçıları, sanatçı adaylarını tanıma ve oyunculuklarını izleme fırsatı oluyor insanımızın. Böylece de iyiyi kötüden ayırmaya bir adım atılıyor. Ayrıca, dizilerden hayranı oldukları tiyatro sanatçılarının oyunlarına giderek, tiyatronun tadına varıyor pek çok insanımız. Timuçin Esen’in, Devin Özgür Çınar’la  oynadığı, Melih Cevdet Anday’ın , “Mikadonun Çöpleri” oyununun biletleri  biraz da bu sayede tükeniyor.

Böyle işte, “Timuçin Esen, gözler ve düşünmek” deyince düşündüklerim. Büyük usta M. Cevdet Anday’ın konumuzla çok alakalı bir şiiriyle bitiriyorum bu yazıyı.

YANYANA DALGINLIK
Gözlerine bakıyorum
Denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi
Dağınık köy evleri gibi orda burda
Sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli 
Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi
Yarışı başlatan tabanca sesi gibi
Dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra
Duyuyoruz söylediklerimizi

Gülseren Karaçizmeli