Birbirimize gittikçe yaklaştığımızı hissettiğim, belki tanıdığım; belki de henüz tanımadığım EŞ’ime…

(Filmin adı Otoyol 60, merak edenler Digitürk Moviemax’ten izleyebilir. Kelimelerle anlatamayacağım bir film)

Oğlan başını kaldırdığında karşsında dev bir billbordda muhteşem güzellikte bir kadın vardır. “İşte rüyalarımdaki kız” der. Kızın yanında “Coming Soon” yazıyordur. Oğlan’ın yanına bir adam yaklaşır ve der ki “o mu senin rüyalarının kızı?”. Oğlan “Evet, ama onun çevresinde zaten bir sürü erkek vardır, beni görmez bile”. Adam yanıtlar: “Evlat, rüyalarının peşinden gitmeyecek misin? Ben eşimi böyle buldum. Onu ilk defa bir partide gördüm ve gözlerimi ona diktim; biliyordum onun benim EŞ’im olduğunu..”

(Rüyamı evren biliyordu ve aynı billbordu ben de görüyordum. Hatta herkese söylüyordum hayat bana teaser yaptı diye. Ne komik teaser örneğini verirken resmen beni anlatan bir filmde esas oğlana da hayat teaser yapıyordu. Zaten o filmdeki oğlan bendim; hatta sevdiğimiz renkler ve tanrıyla birlikte kullandığımız araba bile aynıydı. (Teaser: hani geliyor geliyor 18 kasımda geliyor gibi reklamlar olur ya). Bana film aracılığı ile sordu evren “geliyor, sen hazır mısın?” diye. Evet, hazırım bu sefer ve bu sefer hepsinden farklı olacak. Hiçbir özel çaba göstermeyeceğim sevilmek adına, birşeyler yapmak zorunda hissetmeyeceğim, kendimi değerli göstermek adına parmağımı bile kıpırtdatmayacağım, hatta seçilmek için dua bile etmeyeceğim. Çünkü bu sefer sırf BEN olduğum için sevmeyi ve sevilmeyi yaşayacağım, aslında bunu yaşadım bol bol ama farkında bile değildim; ne kadar unique olduğumu biliyorum artık ve bunu tadacağım bol bol unique olan seninle…)

Oğlan yolda bir süre seyahat ettikten sonra bir kasabaya gelir ve bu kasabada rüyalarının kızıyla karşılaşma olasılığı olduğunu söylemiştir ona elindeki yol gösterici alet. Bu kasabada hapse düşer ve pencereden bakarken karşıdaki hapishanenin penceresinde onu görür, hayallerinin kızı karşısındadır. Dışarı çıktıklarında kız ona der ki “birgün karşıma kırmızı papyonlu ve insanların tek bir dileğini gerçekleştireceğini söyleyen bir adam çıktı ve ben de “rüyalarımın erkeği”ni diledim. O sen’din, ben seni dilemiştim; ama seni bulmak için 1 sene hapiste kalmam gerektiğini bilmiyordum”.

(Aslında bu film acaip renkli ve eğlenceli bir film, ama o kadar etkilemiş ki beni anlatılar böyle yazıyorum. Sanırım “olan herşey de bir hayır vardır” sözü burada çok geçerli. Ben de seninle buluşana kadar neler yaşadım, tıpkı senin yaşadığın gibi. Ben SEN’i defalarca diledim o kırmızı papyonlu adamdan. Ama önce yaşamam gereken bambaşka ve aklıma pek gelmeyen birşeydi. Kendi içimde bütünleşmek. Yarım elma kalınca hep bir başkasına ihtiyaç duyuyorsun, ama aslında aradığın kendi içindeki diğer yarın, zaten o gelince artık “yoksunluk”tan değil, keyiften dilemeye başlıyorsun paylaşmayı. Burada hep bir püf noktası var, ihtiyaç hissetmedğin zaman kendi kendiene soruyorsun “ulan ben de buda yada isa gibi tek başına mı götürecem bu hayatı” diye. Hayır benim seçimin bu değil. Tıpkı filmde söylediği gibi “Bizler insanız ve insanlar Companion (yoldaş)lara ihtiyaç duyarlar. Ben artık beni tamamlayan birini dilemiyorum, kendini tamamlamış bir companion’la aşkı deneyimlemeyi seçiyorum ve açıkcası ne yaşayacağım hakında bir fikrim yok, çünkü benim için çok yeni ve denenmemiş bir yol)

Oğlan kızla ilk defa buluşacaktır. Kız ışıklar içinde hapisten çıkar ve ağır ağır oğlana yürümeye başlar. Olağanüstü güzeldir ve oğlanı büyüleyerek ona doğru gelir. Oğlan uçmuştur ve kız yaklaşır. Kız yanına gelince birbirlerine bakarlar ve kız konuşmaya başlar. “Offf, bu s.ktiğimin yerinden kurtulamayacağımı sanmıştım, bu piçler kapattılar beni buraya, onların hepsini s..im” ve sürekli küfretmeye başlar. Oğlan şok olmuştur ve kız ona sorar “ne var? bir sorun mu var?”. Oğlan önce kabul etmek istemese de “evet, sen böyle olmamalıydın, Mike Tyson bile senin yanında Oxford Mezunu kalır” der hayal kırıklığı içinde. Kız ağzındaki çikleti çıkartı ve gülümser. “Korkma roldü. Çok güzel olduğum için bugüne kadar tüm erkekler benimle çıkmaya o kadar hazırlardı ki böyle konuştukça hepsi ne kadar güzel konuştuğumdan falan bahsediyorlardı. Ben de bu rolü sürdürdüm hep. Haklısın, ben böyle değilim ve böyle konuşan biriyle ben olsam ben de çıkmazdım”.
(Bana soruyorlar nasıl oldu da bu kadar güzel bir kızla birliktesin diye. Daha önceki arkadaşlarım için de soruyorlardı. Aslında çok güzel kızlar insana şu konuda çok güzel ayna olurlar: “Siz kendinizi ne kadarına layık görüyorsunuz”. İnsanlar, çok güzel insanları erişilmez görürler ve çevresinde başkalarının olup onlarla birlikte olamalarına gıptayla bakarlar ve doğal karşılarlar bunu. Çünkü kendileri o güzelliğe layık değildir ve başkaları onlardan değerli olduğu için onların haketmeleri normaldir. Bu işin ayna yönü, ama esas önemli nokta şudur ki fiziksel olarak ne kadar güzel olursa olsun karşınızdaki de bir insandır sonuçta ve siz de neler varsa onda da vardır. Aslında çok güzel bedenle gelenlerin işleri daha da zordur. Çünkü çevresindekiler onun sadece görüntüsüne takılmışlardır. Erkekler sürekli peşindedir, kızlarsa sürekli kıskanır. Ama bu kalabalığın içinde kimsenin pek aklına o güzelliğin ardındaki ruha bakmak pek aklına gelmez. Hele evrende varolan “önemli olan içgüzelliğidir” yargısı, bu insanlar hakkında özellikle de çevredeki kadın ve reddedilmiş erkeklerin pohpohlamsıyla “dışı güzel, ama içi kof” yargısını ve enerjisini oluşturmuştur. Benim tanıdığım böyle kızların en büyük yakınmaları aslında “yalnız” olmaları olmuştur. Gerçi çoğumuzda bu yalnızlık hissi var, ama onların en büyük zorluğu çevrelerindeki onca insana rağmen yaşadıkları bu “sanal” deneyimler sonucu oluşan “gerçek aşkın ve sevginin varolduğuna dair kaybedilmiş güven” sendromudur. Birilerinin onların ruhuna girebilmesini çok isterler, ama karşıdakiler sürekli sığ sularda gezinince de zamanla içlerine kapanırlar. Zaten çok kişi yanlarına bile yaklaşamamaktadır. Ben güzelliğe hayranımdır tıpkı sana söylediğim gibi daha önce, ama o güzelliğin altında yatan ruhun genişliğini görünce aşık olurum esas. Sadece güzellik, takdir edilecek bir peyzaj çalışmasıdır; ama derin ruh güzelliyle birleşmiş fiziksel güzellik ve hele de karşılıklı paylaşılan aşk insanın hayatına farklı güzellikler katan eşsiz bir deneyimdir. Eh bunu fazla anlatmama gerek yok, gözlerimiz anlatıyor sanırım yeterince) 😉

Oğlanla kız birbirlerini bulduktan sonra oğlan paketi götürmek üzere Danver’a gidecektir ve kız da gelmek ister. Uzun yıllar sonra birbirlerini bulmuşlardır ve ayrılmak istememektedirler. Ama evren kızın gitmemesi konusunda çok sıkı mesajlar yollamaktadır. Oğlan elindeki alete sorar “Onun için bir daha döneceğim değil mi?”, kız aletin üzerine elini kapatır ve der ki: “Tabii ki döneceksin”. Ama alette “hayır, dönmeyeceksin” yazmaktadır. Dönmemesi gerekiyordur… Oğlanın yolculuğu bittikten sonra bir resim galerisinde resmi satışa çıkar ve o galeride müşterilerle kokteyldeyken kızla tekrar karşılaşır. Oğlanın Otoyol 60’daki macerası aslında ruhsal bir boyutta gerçekleşmiş olduğu için dünyada henüz tanışmamışlardır ve bu onların ilk karşılaşmalarıdır. Oğlan kızı hemen tanır ve bir an gözgöze gelirler. Kız irkilir. “Ben Lynn, sanki sizi biryerden tanıyor gibiyim; daha önce karşılaşmışız gibi” der. Gözlerinde birbirlerini uzun zamandır bekleyen ruhların birbirlerini bulduğunda beliren aşkın kıvılcımı vardır…

(Bu satırları yazarken ikimizde bunu yaşamak üzere olduğumuzu biliyoruz, hatta senin ruhunun hissedebiliyorum. Birbirimizi ilk gördüğümüz anda tanıdık hatırlıyorsun değil mi? 🙂 Daha fazla söze ne gerek… Seni seviyorum)

Yaşamaya….

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...