Bu yazıyı Moulin Rouge gösterime girdği hafta yazmıştım. Aradan 4 ay geçti ve Oskar adaylığı nedeniyle tekrar gösterimde. Bence bu senenin en güzel filmi…
Ben iflah olmaz bir müzikal hastasıyım sanırım. “Phantom of the opera”yı kaç defa dinlediğimi, Madonna’lı “Evita”yı kaç kere izlediğimi, “Aspects of Love”da ‘Love Changes Everything’i söyleyen Michael Ball’a kaç kere eşlik ettiğimi hatırlamıyorum. Hatta internette ne kadar saat müzikal DVD’leri bulmak için surf yaptığımı da… Andrew Llyodd Webber ismini duymak bile tüylerimi diken diken etmeye ve kulaklarımı tazı gibi dikmeye yeter. Elimde Evita, Cats, Les Miserables, Joseph anf the Technicolor Dreamcoat’un DVD’leri var ve bunlara yakında “Notre Dame de Paris” de katılacak umarım. 2002’de ise “Phantom of the opera” vizyona girecek, herhalde 1 hafta sinemadan çıkmam o gösterime girince. 🙂 Bu gece ise Moulin Rouge’un DVD’sini bilmem kaçıncı defa izledim.
Moulin Rogue, tek kelimeyle muhteşem bir müzikal film. Müzikler olağanüstü, dekorlar ve çekimler de, Nicole Kidman bir melek sanki ve “Romeo&Juliet”te harika bir iş çıkartan Baz Lurhmann’ı ayakta alkışlıyorum.
Leonardo di Caprio’nun oynadığı “Romeo&Juliet”i ilk defa izlerken kalakalmıştım ööle. Çok farklı ve çarpıcı bir anlatım tarzı vardı; daha ilk dakikasından içine almıştı film beni. Filmden çok MTV’deki bir video klibe benziyordu. Zaten bir video klibi izler gibi izlediğim için de defalarca sıkılşmadan izlemiştim. “Moulin Rogue”u da hiç sıkılmadan defalarca izleyeceğime eminim. Gerçi muhtemelen büyük hasılat yapamayacağı için çok fazla gösterimde kalmayabilir ama kalkana kadar birkaç kez daha izlemeyi düşünüyorum. Maalesef ülkemizde müzikal filmler pek iş yapmıyor. Ben “Evita”yı büyülenmiş şekülde izlerken, kaç kişinin filmin ortasında salondan ayrıldığını görmüştüm. 🙂
Filmin müzikleri dediğim gibi -hele benim gibi slow parçalara hasta biri için- muhteşem. Nature Boy, Up Where we belong, I’ll always love you gibi birçok şarkıyı harika bir orkestrasyon eşliğinde yeniden düzenlenmiş halleriyle dinlerken yüzünüzde hafif bir tebessüm beliriyor. Hele Nirvana’nın “Smells Like Teen Spirit” ve Queen’in “Show Must Go On”u bu gülümsemeyi biraz daha arttırıyor. Bu güzel parçalara harika görüntüler ve çekimler de eşlik edince keyiften koltuğa yayılıp kalıyorsunuz. 🙂
Şu ana kadar olan bölümü 4 ay önce yazmıştım. O 4 ay içinde filmin soundtrackini kaç defa dinlediğimi hatırlamıyorum. Şarkıları artık eşlik edebilecek derecede biliyorum. Ama daha önemlisi şu ki bu film bana, benimle ömrüm boyunca yaşayacak bir anıyı verdi. Dünya’nın en güzel mavi gözlü kızını. O benim iyi bir arkadaşımdı ve aramızda aşka dair hiçbirşey de yoktu. Taa ki Moulin Rouge’a gidene dek. “El Tango Del Roxanne”i dinlerken onun elini tuttum sıkıca ve bir daha da bırakamadık. Espri olsun diye derdim hep “Moulin Rouge öyle bir film ki en aklına gelmeyecek kişiyi götür, aşık olur çıkarsın” diye… Şaka gerçek oldu. (da kötü mü oldu, yoooo) Aşkı paylaştığınız veya gelecekte paylaşacağınız kişiyle elele bu filmi seyredebilmeniz dileğiyle…