Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş, genç, yakışıklı, hali vakti yerinde, bekar, yalnız ve arı misali yaşayan çapkın bir ERKEK.

Yaşayan: “gülen, öfkelenen, üzülen, içen, sevişen, dalıp giden”, yani sonuçlara katlanan ama sebepleri bilmeyen bir “Issız Adam”.

Aşk nedir bilmiyor, sevgi nedir bilmiyor. Korkuyor, neden korktuğunu bilmiyor…

Sadece – anne çok zor… diyebiliyor.

Bir hikaye vardı, internette dolanırdı zamanında.

Delikanlının birini bir gül bahçesinin giriş kapısına getiriyorlar ve diyorlar ki git en güzelini seç ve al, biz seni çıkışta bekleyeceğiz.

Çocuk bahçeye adımını atar atmaz bembeyaz bir gül görüyor, duruyor, bakıyor, kokluyor; o sırada gözü hemen ilerdeki pembe güle ilişiyor, beyazı unuttuğu gibi pembeye koşuyor; bu defa uzanıp dokunuyor, sonra kokluyor, hatta öpüyor, o sırada yandaki sarı gülü görüyor ve derken yeşil gül, mavi gül, mor gül, turuncu gül, kırmızı gül diye devam ediyor bu öpüp koklama seremonisi…

Bir de bakıyor ki aklı başından gitmiş ama ayakları çıkış kapısına gelmiş bile ve elde var sıfır…

Hayali karakter Alper’in ve günümüzde bir çok hemcinsimin durumunu anlatıyor bu hikaye de filmdeki de…

O kadar çok renk ve seçenek var ki “bahçede”, telefonun, internetin öteki ucunda…

Sevgili Aslı’nın sözleri geliyor aklıma:

-Bu ara karşıma hep evli erkekler çıkıyor, ya da psikolojisi bozuk tipler, en iyi “seçenek” sensin aslında…

Belli ki kadınlar cephesinde de durum çok farklı değil artık…

Neyse biz Aslı’yı seçenekleriyle baş başa bırakıp Alper’inkilere dönelim yine…

Sonra birden Alper’in karşına hiç bilmediği, görmediği bir renk, bir ADA çıkıyor.

O da Anadolu’dan gelmiş büyük şehire, genç, güzel, modern, bilmiş, güler yüzlü, deneyimli, olgun, yaralı ve en az Alper kadar asi ve tutkulu…

Ama Ada’nın diğer güllerden bir farkı var, o da bir gül olduğuna dair farkındalığı.

Alper’in çevirdiği tüm numaraları önceden deneyimlemiş, bir yanı inanmak istese de kanmıyor.

Ve Alper’i seçtiği an, ona kendisinin bir seçenek olmadığını ispat ediyor, ona kadın ve erkeğin nasıl BİR olabileceğini öğretiyor!

İşte gerçek hayatta filmin koptuğu an burası bence.

Erkek daima kadından geç olgunlaşıyor toplumumuzda, dolayısı ile kadının erken büyümüşlüğünü kullanabiliyor olması çok önem kazanıyor bir ilişkinin başlayabilmesi, yürüyebilmesi ve kalıcı olabilmesinde…

Acaba Ada savaşmasa, diğerleri gibi Alper’in oyununu oynasa, kendi kurallarını dayatmasa onu kazanabilir miydi? İlk rauntta kaybederdi bence. Çünkü o bir seçenek olmayı reddetmişti ya o vardı, ya da diğerleri…

Karar verilmiş, “BİR”liktelik başlamıştı.

Peki ya bağımlılıklar?

İnsan beynini oluşturan nöron adını verdiğimiz hücreler için duygular (hormonlar) birer besin kaynağı ve onlar için hangi duygu türü ile beslendikleri çok da önemli değil bu sebeple alışık oldukları yemeği istemek en doğal güdüleri demiştik önceki yazılarımızda, o zaman bir insan herhangi bir duygusuna bağımlı olabilir mi? Evet.

Öfke, şehvet, acizlik, karamsarlık, vs…

Alper’in de Ada’nın da bağımlısı olduğu, yani beyinlerinin beslenmeye alışık olduğu duygular vardı ve bir süre sonra aşk gibi güçlü bir duyguyu bile bastırabilecekti bu alışkanlıklar…

Evlenmek Alper’in kafasında “onlarca seçenek dururken sadece Ada ile olmak” diye şekillendikçe soru işaretleri perdeye yansımaya başladı… O kendine küçük bir krallık kurmuştu zaten, her şey yolundaydı, neden düzenini değiştirmesi gerekiyordu? Neyi feda edecek, ne anlamda kara geçecekti (Feda/kar)?

Annesi ile tanıştırdı sevdiği kadını, en büyük onay mercii ile. Bir erkek için ne büyük mutluluk olsa gerek annesinin onay vermesi… Hemen de beğenilmişti Ada, çünkü çok daha önce büyümüştü Alper’den, hazırdı, genç ama olgun bir kadındı. Çabucak kaynaştı büyüğü ile de, sevdirdi kendini… Olgunlaşmamış kadınların hatasına düşmedi, “bu erkekciğin yeni yöneticisi benim, sen artık aradan çekil” demedi büyük kadına, eğildi saygıyla önünde annenin, olması gerektiği gibi, böylece gelin kaynana çatışması diye bir şey doğamadan ölmüştü o an yine Ada sayesinde…

Dedik ya ürküyordu Alper, ya bu sonsuza dek sürerse, artık başka kadın olmayacak mı?

Peki ya bağımlılıklarım ne olacak? Kendime kurduğum küçük krallığım?

İçinde tek başına yaşamaya alıştığım ISSIZ ADAM…

Onu paylaşmak istiyor muyum bu ya da herhangi bir kadınla?

Kim bu, nerden çıktı, ne ayrıcalığı var diğerlerinden?

Gerçi farkını sevişirken gösterdi, birbirini dinlemeyi, hissetmeyi, iki ayrı beynin ve bedenin birbirini yaşarken “BİR”leşmesini anlattı, yaşattı…

Ada Alper’den daha kararlıydı çünkü korkularını bilincinin epeyce altına tıkıştırmıştı.

Oralara inseniz neler mi duyardınız?

Bu erkeklerin hepsi mi aynı film repliklerini ezberler, hepsi mi aynı şeyi söyler Allah’ım.

-Tatlım sen benden daha iyisine layıksın, ben seni hak etmiyorum, göreceksin, gün gelecek bana hak vereceksin…

Bu da aynısını diyecek, bu da üzecek…

Ada’nın Alper’den üstünlüğü ya da farkı diyelim, yaşadıklarından öğrendiği şeyleri cebinde tutarken yeni şeyler yaşamaya da açık olmasıydı. Alper ise yaşamaya dahi yanaşmamıştı bir ilişkiyi, hep suyun üstünde yüzerdi, dalmamıştı hiç… Ada geçmişinin faturasını başta sık sık Alper’in önüne koyma hatasını yapsa da bu Alper’e “tavşan kaç, tazı tut” oyunu gibi gelmişti, uymuştu çarklar birbirine…

Ve o gün geldiğinde Alper en mutlu anlarında vurdu darbeyi Issız Ada’sına…

-Senden ayrılmak istiyorum…

Ada şoktaydı, korktuğu başına gelmişti “yine”…

NEDEN diye bağırdığı Alper değildi aslında o an, kendi beynine bağırıyordu…

NEDEN; BU HEP BENİM BAŞIMA GELİYOR?

Çünkü nöronları o an hissettiği duygulardan beslenmeye alışmıştı…

Toparlanmaya çalıştı, göz yaşlarını sildi, farkındalığını devreye sokmayı denedi ama aşıktı, çok güçlüydü duyguları… Kaçtı…

Filmin sonuna kadar gitmeyeceğim bu yazıda çünkü o çok güzel final, izleyenin yorumuna kalsın istiyorum…

Çok düşündürdü beni Issız Adam, diliyorum sonunda “BU FİLM İZLEYİCİSİNE ADANMIŞTIR” yazısını gören her Türk gencini de düşündürür.

Diliyorum etrafta dolaşan onlarca Alper uyanır nasıl bomboş bir şeyin peşinde yok olduklarını anlar…

Ya da karşılarına dilerim bir ADA çıkar ve der ki,

“Karda donmak üzeresin, uyku tatlı geliyor ama sen ölmüşsün bilmiyorsun…”

Her kim o an Ada’nın bu sözlerindeki ışığı görüp uyanırsa, kendi filminin sonunu da değiştirebilir.

Bir kez daha, teşekkürler Sevgili Çağan Irmak.