Memleketim insanının “en” sorusu budur bilirsiniz. İki kişinin yan yana gelmesi yeter, birinden biri ya muhabbet başlatmak için, ya da sohbet tıkanırsa hemen bu sorunun engin deryasına sığınır ve sorar, “Ne olacak bu memleketin hali?”

Önce düzenden, insandan, geçmişten, bugünden dert yanılır; sonra herkes kendi meşrebince tahlillerini, bu müşkül durumların hallinin kendilerince nasıl olacağını anlatır ve “Eğitim şart”, “Sallandıracaksın Taksim meydanında on kişiyi” en rağbet edilen iki bitiş cümlesidir. Bu muhabbettin kimseye bir faydası yoktur ve bunu taraflar da gayet iyi bilir. Genellikle âdem kişiler arasında geçen bu muhabbet bir müddet sonra futbola, kadına, askerlik anılarına, arabalara vs. döner ve “memleket üzerine kafa yormuş vicdanı rahat insanlar” olarak rahat bir nefes alınır.

Okumayan, araştırmayan, kendini yetiştirmek için kolunu kıpırdatmayan, sanattan nasibini almayan memleketim insanının çoğunluğu oluşturduğu bir gerçek. Düzenin onlara sunduğu ne varsa onun içinden en kolaylarına gideni seçerek yaşayıp gidiyorlar. “Bilgi çağı” denince interneti, “demokrasi” denince parti başkanının seçtiği milletvekili adaylarından birine oy vermeyi anlıyor çoğunluk. Benim gibi ahkâm kesenlere de “Oxford vardı da ben mi okumadım?” deyip ağzının payını veriyor. Bu dediğinde haklılık payı var kuşkusuz ama ben de Nasrettin Hoca’dan aşırarak diyorum ki “İyi güzel de kardeşim, kabahatin hepsi benim mi? Hırsızın hiç mi suçu yok!”

Gelin şöyle bir genel tabloya bakalım ve ahkâm kesmeye devam edelim: Cumhuriyet rejimi kurulduğu günden beri demokrasimizin eksiklikleri ve sakatlıkları, devlet örgütlenmemizdeki yanlışlıklar, eksiklikler her zaman görmezlikten gelindi. Demokrasinin ve hukukun evrensel kuralları “işine gelmek” mantığıyla işletildi(medi). Sadece kamu değil sivil toplumun örgütleri de yani siyasal partiler, sendikalar, dernekler vs. de aynı mantığın ve dikey hiyerarşik yapının esiri oldu. Bu düzenin bireyleri olan bizler de “biz adam olmayız”, “sürüden ayrılanı kurt kapar”, “Allah, devlete, millete zeval vermesin” diye diye, sorumluluk almanın, söz sahibi olmanın ne demek olduğunu bilmeden, anlamadan çalkalanıp gittik yıllar boyunca.

{mosimage Çok partili siyasal hayata geçtiğimiz tarihten beri, askeri müdahalelerle mevcut sorunları çözmekten uzaklaştık. Cumhuriyet kışlanın ve caminin siyasetin dışında kalmasını esas almışken biz her ikisini de hep siyasetin tam da ortasında gördük ve sonuçlarını toplum olarak yaşadık. Hangi siyasi görüşten olursak olalım her zaman darbe ve-veya şeriat korkusuyla kuşatıldık. Ülkemizin kaderinin birey olarak bizlerin elinde olmadığını, bizden güçlü hem de “ürkütücü” biçimde güçlü birilerinin elinde olduğuna inandık- inandırıldık.

}Seçimle gelen Başbakanımızı ve Bakanlarımızı 27 Mayıs 1960 darbesiyle idam ettik; gencecik çocuklarımızı da 12 Mart 1971 darbesiyle. Aydınlarımızı, eli kalem tutanlarımızı hapislerde çürüttük, işkencelerden geçirdik. 12 Eylül 1980 darbesiyle “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen bir paşayı alkışladık, binlerce insanımızın hayatını yok ettik. Bütün bunların sonucunda da, geleceğe umudunu, güvenini yitiren, kendinden farklı olana tahammül edemeyen, şiddeti çözüm olarak gören bir toplum olduk.

Yapılan seçimlerin de çözüme yönelik olamayacağı da aşikâr. Yüzde on barajı, parti başkanı onaylı adaylar, giderek keskinleşen uzlaşmazlıklar bizi nereye götürecek hep beraber göreceğiz.

İşte bütün bu “ahkâmın” nedeni olan diziye geldi şimdi sıra. Geçmişini iyi bilmenin ve oradan dersler çıkarmanın gerekliliği hepimizce malum. Aynı hataları yapmamak ve en azından kendimizi değiştirmek de bizim elimizde.  “Hatırla Sevgili” dizisi 27 Mayıs ihtilalinde yaşanan trajik olaylardan başlayıp, 1960’lı yılların sonuna kadarki süreyi, Demokrat Partili ve Cumhuriyet Halk Partili iki aile ve onların birbirine delice âşık çocuklarının hikâyesiyle anlatıyor bize. İyi ki de anlatıyor!Farklı siyasi görüşlerin düşmanlığının, önyargıların, uzlaşmamanın insana neler yapabildiğini hep beraber izliyoruz. Cumhuriyetin ilanıyla tarih defterini kapatan insanımız bugünlere nasıl gelindiğini ana hatlarıyla da olsa öğreniyor.Darbelerin adaletinin olmadığını bir kez daha görüyor. Gençlerimiz ülkemizin yakın tarihini, onu yaratan koşulları, yapılan yanlışları, yitirilen değerlerimizi ve hatta temiz Türkçe dilini dizi vasıtasıyla keşfediyor. 

Dönem dizisi olması nedeniyle izlerken bizlere verdiği gerçeklik duygusu “Hatırla Sevgili’ yi” diğer dizilerden farklı kılıyor. Ağasız, mafyasız, silahsız olması ayrı bir değer katıyor diziye. Ayrıca, karakterleri kalın çizgilerle belirlenmemiş dizinin. Hepsinin zaafları, çelişkileri, yanlışları, eksikleri, zayıflıkları oluyor gerçek insanlar gibi. Aşkın büyüsüyle ve heyecanıyla savruluyoruz karakterlerle beraber. Bu kalite ve özende yapılmış işlerin rekabetini görmeyi umuyor ve gelecek sezonda tüm ekibe başarılar diliyorum. Dileklerim bu kadar değil ama.

Birkaç dileğim daha var. “Sevenler kavuşamaz, aşk olur” derler ama Yasemin ve Ahmet’in aşkı artık kendini hepimize kanıtladı. Kavuşmalarının ve aile olmalarının vaktidir. Necdet’in nasıl olsa Güzide’si var artık:) Yeni sezonun eskisinden çok daha sancılı ve acılı geçecek yıllarında birbirlerine ve gençlere destek olsunlar. Deniz ölmesin:) Defne- Deniz, Işık-Yaşar- Harun hem aşkı, hem hayatı onların ve ailelerinin desteğiyle dolu, dolu yaşasın:) Zaten öyle zor yılları anlatacak ki yeni sezon, idamlar, çatışmalar, katliamlar, işkenceler, sürgünler birbiri ardı sıra acılara boğacak bizi. Bunlardan nasibini alacak karakterlerimiz de olacak kuşkusuz ama bari ölen olmasın. Bir de Sevim-Mehmet çiftini aynı evde yaşarken görmek dileğim vardı unutmadan söyleyeyim.

Bu “karamsar” yazıyı aydınlık bir şekilde, “Hatırla, Sevgili’den” bir mektubun yardımıyla sonlandırmak istiyorum. Yasemin’in babası Rıza’nın hapiste iken, Yasemin’e yazdığı mektubun bazı satırlarıyla: “Sevdiklerimden ayrı olmaya alışmaya çalışıyorum. Ama çok iyi öğrendiğim bir şey var. Sevenler asla ayrılmazlar Yasemin. Aklından çıkmayan biri nasıl uzaklarda olabilir? Siz benim uzağımda nasıl olursunuz? Her gün, her an aklımdasınız. Hayalleriniz yani başımda dolaşıyor, sanki seslerinizi duyuyorum. Sizden ayrı kaldığım günlerde bunu çok iyi öğrendim. Bana güç verende bu oldu.

Hayaller kurmak ve onlarla yasamayı öğrenmek. Eğer seversen, çok seversen, bütün kalbinle seversen, elini tutmuş, yanağını okşamış, sımsıkı kucaklamışsan, birlikte acı ve tatlı anları paylaşmışsan, yüzünün her kösesini ezberlemişsen, sevdiklerini hayalinde canlandırabilir hatta sesini duyabilirsin. Bu sevgi sayesinde ayakta kalmayı becerebilirsin. Ayrılanlar, ayrı düsenler hayalleriyle yetinmesini öğrenirler. Bir gün kavuşacaklarına dair umutlarını asla kaybetmezler.”