Benim kuşağımın büyük çoğunluğu TV ile ilkokul yıllarında tanıştı. Hatırlayacağınız gibi eskiden sadece TRT nin tek kanal yayını vardı. Siyah beyaz bir ekranda, sınırlı saatlerde yapılan yayını evin başköşesinde kurulu televizyondan konu-komşu birlikte seyrederdik. Taşrada iseniz haftanın belli günleri paket program olurdu. Reklâm yoktu bu programlar sırasında. Büyük kentlerimizdeki yayında reklâm vardı ama hem sayısı hem de yayın süresi açısından şimdiyle kıyaslanamayacak kadar azdı. Reklâm olmayan bir TV yayınını şimdiki kuşağa anlatsak inanmazlar değil mi? Zira her şeyin reklâma endeksli planlandığı ve reyting temelli hayat bulduğu günümüz “temaşa âlemini” hücrelerine kadar işlettiğimiz bir insan modelimiz var artık. Televizyon öyle hayatımızın içinde ki onsuz bir evi hayal edebilmek mümkün değil. Televizyon izleme saatleri sıralamasında dünyanın en önde gelen ülkelerinden olduğumuzu da biliyorsunuzdur sanırım.

Artık ülkemizin en ücra köşesinde bile izlenebilen yüzlerce yerli, yabancı, yerel kanal var. Elimize kumanda aletini alıp “zaplamak” marifetiyle ülkenin, dünyanın her yerinden, binlerce haberin, filmin, belgeselin, söyleşinin, müziğin, eğlencenin içine dalabilme şansımız var. Var da biz millet olarak nerelere dalıyoruz ona bakalım. Evet, tahmin ettiğiniz ve bildiğiniz gibi “diziler” den dizi beğenip izliyoruz.

Onlarca kanalda onlarca dizi olduğundan işimiz biraz zor gerçi. Hangi birini izleyeceğimizi şaşırdığımız da oluyor. Hele de yayın saati çakışan iki dizi olayı en fenası. Ben, iki diziyi de kaçırmak istemediğinden elinde kumanda bir o kanal bir bu kanal gezeni de biliyorum ve bu şaka değil. Hayatımızın tam da ortasında diziler. Müzikleri dilimizde, oyuncuları gündemimizde, replikleri konuşmalarımızda, konuları gazetelerde köşe yazılarında, röportajlarda her an bizimle. Dizi oyuncularının saçının aynını isteyip kuaförüne kök söktüren, aynı kıyafeti vitrin, vitrin arayan, dizi oyuncularının aksesuarlarını anında imal ederek parayı bulmaya çalışan nice insanımız var.

Diziler izlenmeye ve en çok reklâm gelirini getirmeye başlayınca duruma “uyanan” yapımcılar dizi üstüne dizi çekmeye başladı. Yeni birçok yapımcı şirket doğdu ve iş yapmaya başladı. Bu bolluğun hayra alâmet olmadığını ve bir süre sonra durumun değişeceğini, insanların dizilerden soğuyacağını düşündü işin içindeki birçok insan ama öyle olmadı. Dizilerin hepsi aynı başarıyı gösteremedi doğallıkla. Birçoğu birkaç bölümden sonra yayından kalktı. Bazı dizilere gerçekten yazık da oldu. Ancak bu durum kimsenin moralini ve hevesini kırmadı ki hâlâ bu kadar çok dizimiz var. Sitcomları bir yana ayıracak olursak dizilerimizin hepsinde aşk ve bir türlü kavuşamayan sevdalılar başrolde oldu hep. Bazılarında kötü adamlar ayırdı sevdalıları, bazılarında töre, bazılarında sosyal statüleri, bazılarında çocuklarından vazgeçemediler vs. Ağalı bir dizi tutunca birçok ağa girdi hayatımıza, töreli dizi tutunca töre hikâyesinden geçilmez oldu. Köşklerde, yalılarda “tatlı hayat” yaşarken ne çileler çekermiş “beyaz Türkler” dizilerle bir kere daha anladıkJ Aşkın kanunu olmayacağını da, fiyatını biçtiğimiz bir gecenin başımıza ne dertler açacağını da, paranın saadet getirmediğini de, yine aşkın din, ırk, vatan, millet karşısında her zaman galip geldiğini de bir bir anladık diziler sayesinde. Bir de dönem dizileri var unutmamamız gereken. 1980 li yılları, “Kurtuluş Savaşını”, 1960 ihtilâlinin çalkantılı yıllarını konu alan dizilerle, bazılarımız yaşadıklarımızı hatırladık, bazılarımız bilmediğimiz pek çok şeyi öğrendik. Laf buraya gelmişken biraz durmak istiyorum burada. Tarihi okullarımızda okutulan “resmi tarihten” ibaret sanıyoruz. Malazgirt savaşını bilmek önemli tabii ki; Cumhuriyete kadar geçen süreci bilmek de. Ancak, Cumhuriyeti ilân edip tarihle işimizi bitirmişiz gibi sonrası meraklısı dışında kimsenin çok da umurunda değil. Okumakla aramız millet olarak pek de iç açıcı olmadığı için yakın tarihimizi öğrenmenin en iyi yollarından biri haline geldi diziler. Özellikle genç neslin yakın tarihimizi öğrenmesine büyük yararı olduğunu düşünüyorum bu dizilerin. “Çemberimde Gül Oya” ile 12 Eylül darbesinin öncesi ve sonrasını öğrendi genç neslimiz. “Kırık Kanatlar” savaşın tarih kitaplarında olmayan birçok yönünü taşıdı ekranlara. “Hatırla Sevgili” 1950 lerden başlayıp 1960 ihtilâline ve şimdilerde 1970 lerin o sancılı yıllarına kadar uzandı. Yani diyeceğim o ki dizi dediğin sadece vakit geçirmek ve eğlenmek dışında da işe yarıyor istenirse.

Dizilerin sayısı giderek artıyor, bu durum bitecek gibi de görünmüyor. Dileyelim kaliteli ve temiz işler çoğalsın. Silâhlı, mafyalı, ağalı, töreli dizilerden, felaket senaryolarından biraz uzaklaşılsın.

Elinde mikrofon yoldan geçeni çevirip,” TV yayınlarından memnun musunuz? Siz neler izliyorsunuz?” diye soran muhabire, “Hiç memnun değilim. Diziler hayatımızı rehin aldı. Biz belgesel ve eğitim içerikli programlar istiyoruz” diyen yurdum insanını ciddiye almayın. Dost sohbetlerinde “Ay ben hiç dizi izlemiyorum şekerim. Hatta TV ile ilgim kalmadı” diyenlere de inanmayın. “E ne yapsın insanlar, diziden başka bir şey yok ki, onların ne suçu var” da demeyin. Durum ortada zira: İzleniyor ki diziler var. İzleniyor ki bu kadar çoklar.

Gülseren Karaçizmeli