Sanırım, dört beş yıl önceydi bu filmi görmeye gittiğimde. Yanım da, en sevdiğim arkadaşlarımdan biri, yer Kadıköy Süreyya… Bilmem, o sinema da kaçınız film izleme fırsatı buldunuz, ama nostalji ve tarih dört bir yanınızı sarar Süreyya’da. Her seferinde de, önünüzde ki sahneden farklı resimler akar gider. Işıklar yanarken, kırmızı ağır perdelerin arkasından canlı kanlı, ellerinde ortaçağdan kalma tüyleri, lüleli beyaz kabarmış saçları ile aktör ve aktrisler fırlayacak derken, ışıklar kapanır gong! diye bir ses duyulur ve bir an da bulunduğunuz yüzyıl değişime uğrar, ses ve ışık efektleri ile donanıverirsiniz…

İşte, bütün bu yazdıklarımı düşündüğüm bir gündü yine ve Gong!!!… Bu sefer, yolculuğumuz ölümden sonra yaşananlara çevrilmişti. Sinemanın devasa perdesinde en sevdiğim aktörlerden Robin Williams. O’nun, kesinlikle bu tür spritüel konulara yatkın olduğunu düşünmüşümdür hep. Belki de ” Patch Adams ” yüzünden. İnsan, ne diye bu tür projeler de rol almak istesin ki? Vardır bir sebebi, her şeyin bir sebebi olduğu gibi. Diğerlerini tanımıyorum. Zaten, öyle aktör aktris ismi ezberleyen, kimin yapımcı ya da yönetmen olduğunu bilen, hatırlayan biri de olamadım maalesef. Keşke olabilseydim… ( Bu yüzden diğer isimler için editörün yazısından kopya çektim!)

 

 

Robin Williams Chris, eşi ise Annie ( Annabella Seriorra ). Biri kız, diğeri erkek iki tane çocukları var. Film, çocuklarını arabayla okula yolcu eden anne babanın görüntüsü ile başlar. Trafik kazası ve iki çocuğun kaybı gibi trajik bir şekilde ilk adım atılır. Chris ve Annie hayatta ki en değerli varlıklarını kaybetmişlerdir.

 

Bir de, bu insanların herkes gibi günlük rutinleri var. Annie bir ressam, bir galerisi var ve sürekli resim yapmakla uğraşmakta. Chris ise bir doktor. Her iki tabut kilise de verilecek vaaz için yan yana konulduğunda Annie’ye Chris’in destek verdiği görülür. Filmimizin kahramanları birbirlerini çok sevmektedirler, yıkıntıları büyük ama aralarında ki sevgi Chris’in karısına destek olması ve duygularını içine atması ile kendini belli eder. Burada, kendi yorumlarımı katmadan edemeyeceğim çünkü o cenaze anı herkesin saç baş yolduğu bir halden öylesine uzak ki! Bizde ki gibi; ” Merhumu nasıl bilirsiniz?”, ” İyiiiiii!” gibi bir bakış açısından fersah fersah ötede bir anlayış bu. Nedense,  yüzlerde ki tüm ifadeler aklıma kazınmış vaziyette. Acı yok mu?! Pek tabi ki var ama bu duygunun dışa vurumu çok daha dokunaklı ve hazmedilmiş. Bunu, ancak böyle tarif edebilirim.

 

Chris herkesin önünde çocukları ile ilgili konuşmayı yapar ve kendinde onlardan bir parça olduğunu, onların yetişkin hallerini hayal edebildiğini belirtir… Akıllarından çocukları ile yaptıkları diyaloglar geçer. Ailede ilk verdikleri fire dalmaçyalı köpekleridir. Küçük kız, annesi ile beraber hasta yatan köpeğinin başında ağlamaktadır. Ölüm ilk defa karşılarına orada çıkmaktadır. Annesine, köpeğinin ölmek zorunda olup olmadığını sorar. Annie ise, köpeğin artık çok yaşlandığını, acı çektiğini ve yalnızca boyut değiştirip kendi cennetine gideceğini belirtir. Bir gün, herkesin gideceği mekan odur.


Hayat, akar gider, Annie hiçbir zaman tam anlamıyla mutlu görünmez. İşini yapmaya devam eder. Chris’de doktorluğu sürdürmektedir. Derken, Chris için dönüm noktası olan olay gerçekleşir. Arabasıyla yoldayken, diğer arabalarla beraber tünele girerler ve ön tarafta bir kaza olur. Chris hızla arabasından çıkar ve yaralılara yardım etmek için ön tarafa doğru koşmaya başlar. Vın! Ön tarafta ki trafik kazasını görmeyen ve hızla gelen bir araba tünele girer ve çarpışmış olan arabalara çarpıp, ileri doğru fırlar ve Chris ölür. O anı bir saniyelik yaşatmış film. Daha doğrusu filmin kopup, bir anda başka bir mekanda başlaması sözkonusu. Hani, her bitiş bir başlangıçtır misali. Ben, geçişlere bayıldım.

 

Arkadan hep sesler gelir, kalabalık… Annie, artık tam anlamıyla çökmüş bir görüntü çizer. Pek net bir görüntü vermeyen bir varlık da vardır, Chris’in orada olduğunu bilen, O’nun dışında hiç kimse… O bölüm de öylesine güzel yansıtılmış ki, insan belki de öldüğünde aynı karmaşayı ya da dünyaya ait olmamayı bu kadar güzel hissedebilir. Artık, değişmiş bir algılaması var Chris’in… Yanında ki varlık (bana göre rehber varlık ya da melek) Chris’e öldüğünü açıklar. Orada ki insanların O’nun cenazesinde olduğunu belirtir. Felsefik açıklamalar yapar. Kilise de ki tabut bu sefer Chris’e aittir. Annie ise sessizce ağlamaktadır. O’na dokunur ve karısının kendisini hissetmesini ister. Annie bir şey hissetse bile onu isimlendiremez…

 

Sonra, tekrar mekanlar değişir, hızlı hızlı. Bir dünyadadır Chris, bir diğer boyutta. Tam bir geçiş aşaması yani. Derken, bir anda, kendini balçık gibi bir şeylerin içine düşmüş bulur. Renkler inanılmaz netlikte işlenmiş. Elini bacağını kurtarmaya çalışırken bir ses duyup irkilir ve yanına ölmüş köpeğinin koşarak geldiğini görür. Chris’in, burada tamamiyle yeni bir mekana geçtiğini ve çok mutlu olduğunu görüyoruz. Tıpkı seyahate çıkmak gibi bir duygu yani. Arkanızda kalan insanlar buruktur ama sizin için her şey keşfedilmeye açıktır, öyle değil mi?

 

Bir tepenin başına geldiğinde aynı sesin kendisine yaklaşmakta olduğunu duyar. (Cenazesi sırasında tam olarak göremediği rehberi). Denizin üstünden yürüyerek gelen bir zencidir bu kişi. Sıra, bu boyutu Chris’e anlatmaya gelmiştir. Kahramanımız, bulunduğu ortam da uçmayı, denizin üstünde yürümeyi v.s’ni deneyimler. Gökyüzüne bakar ve resmedilmiş durduğu yerde duran bir kuş görür. Uçurabilir miyim diye sorduğunda aklını doğru kullanmayı öğrendiğinde yapabilirsin der rehberi O’na. Kuş zar zor uçar ve biraz ötede çakılır!! Bunları yapabilmek için düşünmenin işin esasını oluşturduğunu öğrenir. Derken, yaşananlar olağanlaşır ve sevdiği insanı düşünmeye başlar. Kendisi bu kadar huzurluyken, O’nun son derece mutsuz olması içini kemirir durur. Hep, karısının gençliğini ve tanışmalarını hayal eder. Yine, aynı mekanı deneyimlerken, sahilde kendi çocuklarının oyuncaklarını bulur ama kendisine onları görmenin de belli bir zamanı olduğu söylenir.

 

Burada, Chris’in esas bağının karısı ile arasında olduğunu anlıyoruz.  Kendini bir şekilde karısına anlatmalı, O’na ölmediğini açıklamalıdır. Tekrar geriye, evine döner. Eşini tamamıyla çökmüş bulur. Tanıdığı ve hayal ettiği kadından çok uzak bir insan vardır artık geride. Büyük bir üzüntü, inanılmaz bir yalnızlık ve belki de ölümün hayatta ki her şeyin son bulduğunu anlatmasına inanmak gibi bir acı.  Karısının elinde ki kalemi ve kağıdı kavrar, bilinçsiz bir şekilde direnişe karşın, kendinin hayatta olduğunu yazdırır.

 

Filmin bu kısmında bambaşka bir kaosla karşılaşıyoruz. Annie, kağıtta yazılanı kendine bir anda gelip okuyunca, kontrolünü kaybeder. O’nun kafasında artık sonlanan ömürler ve kaybedilen insanlar vardır. Kendisinin delirdiğini ve hasta bir ruha sahip olduğunu düşünür. Chris ise, öylesine şoka girer ki, karısına sakin olmasını söyler durur, Annie ise pek tabi ki O’nu duymaz. Kendine zarar verecek kadar kontrolünü kaybettiğinde, Chris bunun anlamsız bir hareket olduğunu anlar, karısını korkuttuğunu düşünür ve kendi mekanına döner.

 

Bu mekanın içinde diğer varlıkların da bulunduğu yere giderler rehber varlığıyla. Chris’in artık dünya ile arasında ki bağı kopmuş görünür, daha farklı algılamalara karşı açıktır ve gittiği diğer yerde kendisinin rehberliğini başka bir bayan devralır. Burada ki diyalog o kadar ilginç gelmişti ki bana. Bir gondola binerler beraber. Rehber varlık O’na bu dünyayı anlatırken, yaratılan her vizyonun düşüncelerinin bir yansıması olduğunu söyler. Bir anda, Chris bu görüntü ile kızının odasına dönüverir. Kızının odasında da böyle üç boyutlu bir hikaye kitabı durmaktadır. Kızı, cennetin böyle bir yer olması gerektiğini söyler. Sonra, rehber varlık bir şekilde isminin neden Leona olduğunu açıklar. Çünkü Chris’in yıllar önce bir uçakta gördüğü hostesin yakasında Leona yazmaktadır, bunu açıkladıktan sonra öyle bağlantılar yakalanır ki rehber varlık kızına dönüşür. Yine, bu nokta da algılama ile varlıkların nasıl değişebildiğini görüyoruz. Chris kızını orada bulur. Ancak oğluna hala ulaşamadığını düşünür.


Tekrar o tepedeyiz….Chris’in her yeri kuş bakışı gördüğü, doğa harikası yerde. Tepenin üstünde ise bir ağaç var. Pırıl pırıl yaprakları olan. Sürekli yanında olan meleği, Chris’le Annie arasında ki bağın kuvvetinden etkilenir. Çünkü bu ağaç Annie’nin kendi tablosunda resmettiği ağaçtır. Chris, sürekli o tablonun içinde yaşamaktadır. O şekilde bakarken yine, görüntüler bir yaşanan boyuta, bir öbür dünyaya doğru gider gelir. Annie yaptığı tüm resimleri kapkara boyalarla mahveder, Chris ise baktığı doğa harikası ağacın korkunç bir rüzgarla darmadağan olduğunu görür. İşte, o sahne ile Annie’nin intiharı birleşir.  Sevgi ağacı Annie’nin çığlığı ile yokolur gider.

 

Chris, sevgili karısının öldüğünü fakat kendisi ve çocukları ile beraber olamayacağını anladığında bir başka mücadele başlar. Annie cehenneme gitmiştir. Chris ise aralarında bulunan bağa güvenerek cehennemden karısını kurtarmaya karar verir.

 

Burada da yine çok güzel noktalara değinilmiş. Cennette yaşayan bir varlık bile, kendi hür iradesi doğrultusunda, cehennemden sevdiğini, O’na bir nevi terapi uygulayarak kurtarabiliyor. Cehennem öylesine güzel resmedilmiş ki yine, Chris’e belli bir noktadan sonra başka bir rehber varlık liderlik ediyor. O noktaya ulaşıldığında ise Chris hep yanında bulunan meleğinin oğlu olduğunu anlıyor.

 

Vedalaşma ve karanlık, çığlıklarla dolu, soğuk, korkunç bir mekan. Çevrede ki insanların hepsi birbirlerinin üstünde, karanlık suların altında veya hala savaş halinde. Bir yandan ümitsizlik var ve o ümitsizlik öyle bir noktaya ulaşıyor ki, orada ki herkes Chris’den yardım dileniyor, hatta aileden birileri olduklarını bile söyleyenler var. Chris rehberi ile beraber yol alıp, en sonunda sevgisine olan bağı sayesinde düştüğü her olumsuz olaydan sıyrılarak karısının kendini hapsettiği eve geliyor. Evlerinin Annie’nin kafasında yaratılmış hali bu. Annie’nin cehennemi burası. Chris’e daha önce de söylendiği gibi bu öyle bir iş ki belli bir noktadan sonra Chris’i de içine alabilir, o yüzden eşiyle konuşabilmesi için kendisine belli bir zaman veriliyor. Daha önceden de Annie’nin başka bir boyutta, kendi cehennemi içinde olacağı, bu yüzden kendisini tanımayacağı söyleniyor. Evin içi harap vaziyette. Heryer yıkılmış. Havuzun başında oturan kadın ise, artık tamamı ile aklını yitirmiş olan Annie. Kapıdan içeri giren kocasını tanımıyor, konuşmalar sırasında en korktuğu şeyin ( örümcek ) geldiğini görüyor, kocasını ise sürekli reddediyor. Chris’in aklında beliren ve yardım etmesini sağlayan yegane konuşmalar ise Annie’nin çocukları öldüğünde akıl hastanesinde yatması sırasında yapılan diyaloglar. Chris, orada karısına yardımcı olmaya çalışırken, O’na hayat arkadaşı olduğu için de teşekkür etmişti. Annie ise ayrılma taraftarı çünkü hala olayın ağırlığını omuzlanamıyordu. Bu diyaloglar da öyle bir kilit noktasına geliniyor ki, mekan bir anda Chris’in cenette yarattığı evin ortamına dönüşüyor. Chris’le Annie’nin aralarında yaşanan konuşmalar da muhakkak dikkat edilmesi gereken diyaloglar. Zaten, filmin o noktasında Annie’nin çocukları öldükten sonra akıl hastanesine gittiği ve aynı cehennem de yaşananlar da olduğu gibi kocası tarafından konuşarak terapi edildiği ortaya çıkıyor. Sona yaklaşırken, Annie ve Chris bir sonra ki hayatta yine beraber doğmaya karar veriyorlar. 

 

Sahne tekrar değişiyor ve iki tane çocuk biri kız biri erkek, sahilde oynarken, oğlan kıza bir çiçek uzatıyor…

 

Böylelikle, bu filmin içinde işlenen konuların tümü benim kafamda, kendi yarattığım dünyayla birebir örtüşüyor. Hayatta hiçbirşeyin sonu yoktur. Hiçbirşey vardan yok, yoktan var olmaz. Esas güçlü olan ve olması istenen duygu sevgidir. Her nekadar dünya ortamında tam tersi geçerli olsa da sevgi ile cehennem bile cenette çevrilebilir. Hepimiz, hayata belli rollerle geliriz, birbirimizi, ortamımızı, çevremizi etkiler, diğer insanlardan ve her şeyden etkileniriz. Fakat oynadığımız rollerimizin dışında olan bir öze sahibiz. İçimizde kötülüğü de iyiliği de barındırırız. Her şeyin bir karışımıyız. 

 

Hayatınıza hükmeden bir meteryalin olmadığını düşlemenizi istesem? İşte, bu film bize, böyle bir ortamın ne olduğunu en iyi şekilde sunuyor bence. Hayatınız da kaybettiğiniz ve değer verdiğiniz bir varlığınız varsa da, O’nu ya da onları en iyi şekilde anma anınız. İyi seyirler ve düşünmeler…

Reyhan Bull