sonsuz:
Sevgili Cem, son yıllarda spiritüel konularla ilgilenenler arasında bir şifacılık modası yürüdü gitti. Şifa işine bulaşmayan yok denecek kadar az neredeyse. Bu sayımızda seninle, bu konu üzerinde durmak istiyorum. Ama herşeyden önce, şifa nedir, şifacı kimdir? Senin yanıtlarını duymak isterim bu soruya.

cem sen:
Önce şifa ile tedavi arasındaki farkı anlamaya çalışarak başlayalım konuya Hasan. Sevdiğim bir şifacı olan Alberto Villoldo, doktor tedavi eder şifacı ise iyileştirir der. Bu gerçekten iddialı bir söz gibi geliyor ilk başlarda kulağa ancak biraz ayrıntılı incelendiğinde yanlış olmadığını görüyoruz. Tedavi süreci daha çok sempomları yani hastalık belirtilerini ortadan kaldırmaya yönelik bir çalışma iken şifa, hastalığın temelindeki nedeni bulup ortadan kaldırmaya yönelik bir yöntem. Bu anlamda baktığımızda gerçek şifacının hastalığın temel nedenini bulup onu ortadan kaldıran insan olduğunu söyleyebiliriz belki. Yine de tanıdığım şifacılar içinde en güçlüsü olan Hsu usta, şifa konusunda kendini denklemin dışında bırakmayı seven bir insandır. Ona göre hastanın kesinlikle kendini iyileştirmeye özendirilmesi gerekir. Bana bir seferinde, hasta bazen bizim bile tahmin edemediğimiz bir yöntemle kendini iyileştirebiliyor demişti. Bu arada bunu söyleyen insan gözümün önünde, 10 yıldır görmeyen bir insanın gözünü iyileştirdi, neredeyse 15 santimlik bir böbrek tümörünü 10 gün içinde 1 milimetreye kadar küçülttü. Yani böyle bir insandan çok daha iddialı bir laf beklerken bana hastanın kendi kendini iyileştirmesine zemin hazırlamak olarak tanımladığı şifa süreci bu konuya bakışımda ciddi bir değişim yarattı. Elbette hastalığın ve şifa sürecinin birbirinden çok farklı kaynaklardan beslendiğini düşündüğümüzde bu yaklaşım son derece mantıklı görünüyor.

sonsuz:
Hastalık ve şifa sürecinin kaynakları konusunu biraz daha açar mısın?

cem sen:
Elbette. Öncelikle hastalık konusundaki popüler spiritüel yaklaşımlardan bir tanesi bize, hastalığın bir tür uyarı olarak geldiğini söylemektedir. Bu elbette bir nedendir. Bu durumda hastalık, “doğanın yolu”ndan ayrıldığımızda bize yeniden bu yola geri dönmemiz için bir uyarı olarak gelir. Bu durum bağışıklık sistemi zayıflamalarından psikolojik olarak kendini hastalandıran hatta kaza geçiren pek çok insanın durumu için geçerli olabilir. Fakat bunun dışında başka hastalık nedenleri de bulunmaktadır. Bazen hastalık geçmiş yaşamlardan gelen bir şeydir, bazense yakın zamanda oluşturduğumuz bir kötü karmanın sonucu olabilir ya da çevremizde varolan görünmeyen dünyanın etkileri olarak da açığa çıkabilir. Bir diğer neden aile laneti ya da kaderi olabilir. Aile kaderi, bizi ailenin ortak bilincinin neden olduğu bir hastalığı taşımaya ya da onu deneyimlemeye zorlayabilir. Hatta zaman zaman nazar, büyü ya da benzeri şeyler de hastalık nedeni olabilir. Yakın zamanda çok sevdiğim bir arkadaşımı son derece zehirli bir yılan soktu. Çoğu insana göre bu sıradan bir kazaydı; fakat ben onun bir kaza olduğuna asla inanmadım. Daha doğrusu kazanın kaza olduğuna inanmıyorum. Bunların tümü hastalıkların farklı türleri olabilir. Şifa da bütün bu nedenlere bağlı olarak farklı süreçler takip etmek durumunda kalabiliyor. Bazı durumlarda basit bir antibiyotik ya da bir ameliyat işe yararken, bazı durumlarda enerji tıbbı ya da belki ataların mezarını ziyaret etmek bile işe yarayabilir. Ağır bir kanser vakasının yalnızca kanser olan adam parasının bir kısmını sağa sola dağıttığında iyileştiğine tanık olmuştum mesela. Bu durumdan da anlaşılacağı gibi tek bir yöntem her zaman şifada işe yaramıyor. Bu durumda hastanın iyileşme sürecine dahil edilmesi ve onun kendini iyileştirecek süreçleri başlatması mantığı bana gittikçe anlamlı gelmeye başladı.

Sonsuz:
Louise Hay’in dünyaca ünlü kitabını bilirsin, “Tüm Hastalıkların Zihinsel Nedenleri”. Bu kitapta her hastalığın karşısında, o hastalığın zihinsel nedeni ve çözüm için önerilen olumlama yer alıyor. Doğu öğretilerine hakim birisi olarak, Batı tandansla bu kitap hakkında düşüncen nedir? Spiritüel şifayla uğraşanların başucu kitabı malum.

cem sen:
Louis Hay’in kitabını son derece yararlı buluyorum. Kesinlikle baş ucu kitaplarından bir tanesi olmalı. Yine de tek başına bu yöntem, yani onaylama hastalığın iyileşmesi için yeterli değil. Bunun nedeni çok basit: ağzın söylediğine kalp her zaman inanmaz. Yine tüm hastalıkların yalnızca zihinsel bir nedene bağlanması da elbette yeterli değil. Biraz önce hastalık nedenlerinden yalnızca bir kaçını saydım ve gördüğün gibi bunların bazıları kesinlikle zihinsel nedenlere bağlı değil. Fakat Louise Hay’in önerdiği yöntemi bir çıkış noktası olarak kullanmak mümkün olabilir elbette. Unutulmaması gereken mesele “hastalık” dediğimiz şeyin kendi başına bir gerçekliğinin olması. Bu gerçeklik hastalığı “genel” bir şey olmaktan çıkarıp “özel” bir şeye dönüştürüyor. Yani bazı sırt ağrılarının ya da bel ağrılarının nedeni yaşamda yük almak kendini sıkışıp kalmış hissetmek olabilir ama bazılarının nedeni tümüyle böbreklerden kaynaklanan bir korku ya da akciğerlerin iyi çalışmamasından kaynaklanan bir durum da olabilir. Bu nedenle her hastalık kendine özgüdür ve öyle yaklaşılması gerekir.

sonsuz:
Peki şifacının illa tıp bilgisi olması şart mıdır sence? Yani birçok kişi şifacılıkla uğraşıyor, ama aralarında kaçta kaçının tıp bilgisi var tartışılır. Tıp bilgisi olmadan şifa çalışması yapmak sakıncalı mıdır? Ayrıca sence her önüne gelen şifacılığa heves etmeli mi? Herkesten şifacı olabilir mi?

cem sen:
Tek tek yanıtlamaya çalışayım bu sorularını. Fakat bu soruların bazıları gerçekten de evet ya da hayır ile zor yanıt verilebilecek sorular. İlk olarak her şifacının tıp bilgisine sahip olması gerektiğine inanmıyorum. Örneğin pek çok şaman, bildiğimiz anlamda bir tıp bilgisinden yoksundur; ama şifaları işe yarar. Hsu usta ise, bir tür röntgen gibi işleyen gözlere sahip. Defalarca, farklı üniversitelerin araştırma laboratuvarlarında bir hastanın bedenindeki durumu tanımladı, hatta hastaların kalp damarlarındaki stantleri tarif etti; bu durumda bedeninin içini televizyon ekranından izler gibi izleyen bir insanın bilinen tıp ile ilişkisinin ne olabileceği elbette sorgulanmalı. Kendi adıma konuşmam gerekirse, bir şifacının illa tıp bilgisine sahip olması gerektiğine inanmıyorum ama klasik tıbbın önyargılarına sahip olmadan tıp bilgisine sahip olmasının iyi olabileceğine inanıyorum. Fakat az önce de dediğim gibi bu sorular evet ve hayırla yanıtlanması zor sorular. Zaman zaman bazı şifacıların tıp konusuna çok uzak oldukları için yapmamaları gereken şeyler yaptıklarını da gördüm. Örneğin açık bir kırığı, çıkık sanıp yerine oturtmaya kalkan ve sonucunda dokulara ciddi zarar veren insanlar da var. Ya da ne olduğunu cidden anlamadıkları bir hastalık için saçma reçeteler ya da öneriler sunanlar da var. Elbette ideali, günümüz tıp disiplinlerinin şifacı olduğu iddia eden insanlar için normal formasyon eğitimlerine bağlı kalmayan bir test süreci işletmesi olurdu. Yani şifacı olduğunu iddia eden insanları deneyip, eğer gerçekten bir başarı kaydedebiliyorlarsa bunlara gerek gördükleri eğitimi ya da izni vermelerini çok isterdim; ama ne yazık ki böyle bir şey yok. Bu nedenle iş o şifacının kendisine kalıyor. Bu nedenle de belki de en iyi yöntem bir şifacının bir doktor ile birlikte, fikir alış verişinde bulunarak çalışması olabilir. Elbette bunun için de hem doktorun hem şifacının açık zihinli olmaları lazım. Sorduğun bir diğer soru herkesin şifacı olup olamayacağı idi. Kalbinde samimi bir şekilde başka insanlara yardım etme ve onların acısını dindirme arzusu olan bir insan belli bir eğitimle belli bir noktaya kadar şifacı olur. Bu noktanın ötesinde gerçek bir şifacı olmak ise bir sürü elementin bir araya gelmesini gerektirir. Yani iyi bir şifacı olunmaz zaten öyle doğulur ve doğru eğitimle bu yetenek geliştirilir. Aynı şeyin doktorluk için de geçerli olduğuna inanıyorum. Yalnızca üniversiteyi kazanacak yeterliğe sahip olmak bir insanı kesinlikle bir doktor yapmaz. Bunun örneklerine her gün rastlıyorum. Pek çok hastanede, neredeyse “Allah Allah acaba bu doktorlar bilinçli olarak hastaları öldürmeye mi çalışıyorlar?” diye sorduğum durumlarla karşılaşıyorum. Mesela, biraz önce bahsettiğim kendini engerek yılanı sokan arkadaşım hastaneye gittiğinde hemen vurulması gereken yılan serumu vurulmamış ve onun yerine kendisine tetanos ve antihistaminik iğnesi yapılmış. Buna inanabiliyor musun? Üstelik bu karışım yılan zehirinin etkisini artıran bir karışım. Yani hastayı öldürecek bir şey. Arkadaşım birkaç aydır yoğun qigong çalıştığı için çok dayanıklıydı ve enerjisi oldukça güçlüydü bu sayede 36 saat dayanmayı başardı ve ancak 36 saat sonra yılan serumu yapılabildi. Normal şartlarda şu an ölmüş olması gerekiyordu. Dahası da var. Aynı arkadaşıma bir başka hastanede yılan sokan parmaklarının kangren olmak üzere olduğu ve derhal bütün etin kazınması gerektiği söylendi. İki ay sonra kalçasından alınan deri nakli ile parmaklar eski haline getirilecekti. Arkadaşımı bitkisel tedavi uygulayan doktor öğrencime götürdüm. Öğrencim, arkadaşıma bir yağ karışımı verdi. Arkadaşım bunu eline sürdü. Bir hafta sonra kangren olacak denilen ve ameliyat edilecek parmaklar tümüyle sağlıklı, normal parmaklara dönüşmüştü. Elbette doktorların bir art niyeti yoktu. Ama başka bir şey bilmiyor ve bildikleri tek şeyi uyguluyorlardı. Gördüğün gibi herkes şifacı olmamalı ama herkes doktor da olmamalı.

sonsuz:
“Şifacı” olma hevesinde egosantirik bir motiv sözkonusu olabilir mi sence? Yani geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımız, tanınmış bir ABD’li şifacının konferansına gitmiş. Adam demiş ki: “bu salonda kimler şifa ile uğraşıyor?” Arkadaşım hariç herkes el kaldırmış. İşin biraz da suyunun çıktığı nokta mı bu acep? İnsanlar mucize arayışlarını ya da kendini değerli hissetme tutkularını, “şifacılık”la mı tatmin ediyor dersin?

cem sen:
Kesinlikle böyle bir durum var. Hatta gerçekten iyi şifacılar arasında bile rastlanan bir durum bu. Bir öğrencim var. Bir doktor. Aynı zamanda bitkilerle tedavi konusunda gördüğüm en başarılı insanlardan biri. Bir ara tedavilerinin başarısına o kadar güveniyordu ki herkesi iyileştirebileceğini iddia ediyordu. Ben de ona böyle söylememesini; iyileşmenin onun elinde olmadığını söylüyordum. Sonunda bir gün bana geldi ve “Hocam ne oluyor bu insanlara anlamıyorum? Hastanın bedenindeki tümörü tümüyle ortadan kaldırıyorum ama yine de ölüyor,” dedi. Bu deneyimi sayesinde bir şifacıya yakışan mütevaziliği kazanmaya başladı. Gelecekte çok büyük işler başaracak bir hekim olacağına inanıyor ve kendisi ile gurur duyuyorum. Elbette son 10 yıldır özellikle reiki ile başlayan bir eğilim olarak herkes şifacı olduğunu düşünmeye başladı. Şifa çok değerli bir şey ve insanı gerçekten de çok mutlu ediyor. Karşındaki insanın yüzündeki minneti ve mutluluğu görmek, ya da ondaki rahatlamayı hissetmek pek az şeyin sevindirebileceği kadar sevindiriyor insanı. Bu anlamda şifa mümkün olduğunca mütevazi bir ruh halinde olmayı gerektirir. Ancak insanların hayattaki en büyük sorunlarından bir tanesi sağlık olduğu için bu konuda bana göre çok basit bir çözüm bile bazen insanlara mucizevi gibi gelir. Geçenlerde bir hanıma çok basit bir nefes tekniği öğrettim. Bir hafta sonra bir araya geldiğimizde “Cem bey allah sizden razı olsun” dedi. Sevindim tabi ama nedenini sordum. Topuk dikeni varmış ve dünyanın pek çok yerinde
dolaşmadığı doktor kalmamış. Sorununu bir türlü çözememişler. Nefes egzersizinden sonra iyileşmiş. Ona meselenin nefes egzersizinden değil kendisine gösterdiğim bel hareketinden kaynaklandığını anlattım ve bunun basit bir şey olduğunu söyledim. Gördüğün gibi bana göre çok basit bir durum o acıyı çeken insan için dayanılmaz bir durum oluyor ve sen bu basit duruma çözüm sunduğunda seni çok yukarılarda bir yere koyuyor. Eğer şifacının ya da sözde şifacının egosu yüksekse, bu övgüye, toplumda yer edinmeye, saygınlık kazanmaya ya da sözünü dinletmeye ihtiyacı varsa elbette şifayı bunları elde etmek için bir araç olarak kullanacaktır. Bu açıdan durum kuşkusuz ki çok tatsız.

sonsuz:
Aslında bu nokta da çok önemli, elinden birşeyler gelen ve çevresinden övgüler almaya başlayan birçok insanı, bu noktada yitirdik. Kendilerini bir nevi mesih olarak görmeye başladılar, egoları tavan yaptı ve çevrelerindeki dostları onlardan uzaklaştılar. Sadece dalkavuklar kaldı. Sanırım spiritüel yolun en sağlam tuzağı da bu. Aşırı pozitif ego. Kurtulması da çok zorlu. Hele ki o ana kadar pek bir varlık gösterememiş. Hayatında büyük boşluklar olan insanlar, biraz birşeyler yapmaya başlayınca, kendilerini kaybediyorlar maalesef.

cem sen:
Evet. Doğu öğretilerinde bu konuda insanın gücünün aynı zamanda onun zayıflığı olduğu ve zayıflıklarının ise güce dönüşebileceği konusunda bir anlayış vardır. Sana bir hikaye anlatayım. Aslında bunu yeni romanımda kullanıyorum ama burada sizlerle paylaşacağım. Bir gün kötü tanrılar bir araya gelirler ve kısa süre sonra Budha olacak bir adamı bu yoldan uzaklaştırmak için ne yapacaklarını tartışırlar. Adamın basit bir tarlası ve bir kulübesi vardır. Her gün tarlasında çalışır. Bir gün tarlasında çalışırken bir anda sabanı yerde bir şeye takılır ve adam bir bakar bir sandık altın. Elbette onu oraya kötü tanrılar koymuştur. Adam bir altınlara bir tarlasına bakar ve sonunda altınları yeniden toprağa gömüp tarlasını sürmeye devam eder. Tanrılar durumdan kaygılanırlar ama yeni bir oyun oynarlar. Adam akşam olup da kulübesine yaklaşırken uzaktan evinin bacasından çıkan dumanı ve çevreye yayılan mis gibi yemek kokularını duyar. Evinin kapısını açtığında dünyalar güzeli bir kadın evi derleyip toplamış yemek yapmaktadır. Adama kendini tanıtır. Onun kadar erdemli bir adamdan ne kadar etkilendiğini ve bundan sonra bir şey beklemeden ona hizmet etmek istediğini söyler. Adam kadını dinler ve sonra yavaşça evinin bahçesine gidip oturur. Cebinden çıkardığı kuru ekmeğini kemirir ve ardından meditasyona oturur. Bunun üzerine tanrılar bu adamın kesinlikle Budha olacağına ve onu engelleyemeyeceklerine inanırlar. Fakat kurnaz bir tanrı son bir numara yapmak ister. Ertesi gün adam tarlasına gittiğinde tüm mısırlarının olgunlaştığını ve hasat edilmeye hazır olduğunu görür. Bütün gün uğraşıp mısırları toplar. Yorgun argın evine gelip uyur ve ertesi gün bir de ne görsün mısırlar yeniden olgunlaşmış. Adam mısırlarına bakar. Uzaktan güz rüzgarları gelmeye başlamıştır. Ürünü tarlada bırakırsa telef olacaklarını görür. Ürüne yazık olmasın diye yeniden mısırlarını toplar. Günler böyle çalışarak geçer ve adam meditasyon yapmayı unutur. Tanrılar başarılı olmuş, adamı Budhalıktan uzaklaştırmışlardır. Bu hikayeden de anlayacağın gibi zaman zaman güçlü yanlarımız bizim zayıf yanlarımız olur. Egonun ne olduğunu iyi anlamak ve ılımlı bir ruh halini yitirmemeyi öğrenmek gerekir. Şifa gerçekten mütevazi bir ruh halinden doğmalı ve bilgece bir yaklaşımı barındırmalıdır. Eskiden hepimiz doktor ya da şifacı sözlerini duyduğumuzda kafamızda bilge bir insan imajı yaratırdık. Gerçekten de bir doktorun ya da şifacının bilge bir insan olması gerekirdi. İşin özü buydu. Çağlar boyunca şifa her zaman bilgelerin elinde olmuştur. Bir bilgeden her zaman iyi bir şifacı olması beklenir. Günümüzde ise ne yazık ki artık bu gerçeklik kayboluyor.

sonsuz:
Bir de işin ticari boyutu var malum. Sık sık tartışılır bu konu çeşitli platformlarda. Ruhsal eğitimler -özellikle de şifa eğitimleri- ve şifa çalışmalarından para alınır mı şeklinde? Ayrıca çok sayıda şifa merkezi de kuruldu ve kurulmaya da devam ediyor. Senin bu konuya bakış açın nedir?

cem sen:
Bir zamanlar ırmak kıyısında yaşayan bir keşiş varmış. Her gün balık tutar ve tuttuklarını insanlara verirmiş. Kendisine yalnızca bir balığın kafasını ayırır ve bundan çorba yaparmış. Öğrencilerinden birisi kutsal dağa gideceğini söylemiş. Bilge ona, yaşlı öğretmenini bulup ona, Niçin hala çalışmasının bu aşamasında takılıp kaldığını bir türlü ilerleyemediğini sormasını istemiş.
Öğrenci kutsal dağa ulaştığında orada muhteşem bir villa görmüş. Villanın her yanından lüks akıyormuş. Keşişin ustası bu villada lüks içinde yaşıyormuş. Öğrenci şaşkınlıkla büyük ustanın karşısına çıkmış ve ona keşisin sorusunu sormuş. “Ustam niçin çalışmasının belli bir aşamasında takılıp kaldığını ve bir türlü ilerleyemediğini sormamı istedi.” Usta, gözlerini yummuş ve “Neden mi?” demiş. “Çünkü o çok materyalist bir insan.” Öğrenci şaşkınlık içinde dağdan inip bu sözleri ustasına aktarmış ve sözleri aktarırken de “Sanırım ustanız bir hata yaptı,” diye eklemiş. Keşiş mutlulukla gülmüş ve “Hayır ustam hata yapmadı,” demiş. “Ben akşamları balık kafasından çorbamı yaparken balığın geri kalanından başka bir şey düşünmüyorum. Öte yandan ustam, sahip oldukları tarafından tüketilmiyor ve sahip olduklarının onu biçimlendiremeyeceğini biliyor.”
Şimdi Hasancım, ben bedava verilen bir şeyin varolduğuna inanmıyorum. Bizler mutlaka aldığımız şeyin bedelini öderiz. Bu ruhsal çalışmalar için geçerli olduğu kadar bakkaldan aldıklarımız için de geçerlidir. Bazen aldıklarımızı para ile bazen ise mal ya da hizmet ile öderiz ama her şekilde öderiz. Şifa karşılığında para alınması bence alınabilecek en mütevazi şeylerden bir tanesi. Bu nedenle ben hem şifa için hem de ruhsal eğitim için para alınmasının doğru olduğuna inanıyorum. Elbette bunun miktarı konusunda tartışılabilir.

sonsuz:
Ben de belli bir bedeli olması gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta doktora da gittiğinde, doktor sana “bu insanlığın tıp bilgisidir, o zaman hayrına bakayım” demiyor. Ya da çok iyi bir şifacı Migros’a girdiğinde, “Yüce şifacımız, alın tüm reyonlar sizindir, ne isterseniz alın” demiyor kimse. Şifa işi de kendini vakfetmeyi gerektiren bir iş. Elbette ki bu insanlar da geçimlerini sağlamalılar. Yoksa spiritüel çalışmalar demek, sokaklarda sürüneceksiniz anlamına gelmiyor. Ama tabii bir işi para için mi yapıyorsun, yoksa işini iyi yaptığın için mi para kazanıyorsun mesele orada kilitleniyor. Maalesef ticari amaçlarla çalışan çok sayıda kişi ve kuruluş var ve bunların yaptıkları şifa falan değil bence, çünkü onların önemsedikleri karşılarındaki kişi falan değil.

Bununla birlikte kendini gerçekten şifacılığa adamış insanlar da var, ama sayıları çok az ve bu kalabalık içerisinde onlara ulaşabilmek, bir yandan da kader gibi birşey oluyor. Aslında kader bağlamında bakıldığında, herkes kendine uygunu çeker yasası burada da geçerli sanki. “Bastırırım parayı, alırım şifanın kralını” zihniyetindeki insana, o zihniyette bir şifacı düşüyor ama gerçekten şifalanmak isteyene de, harbi bir şifacı çıkabiliyor. Ama tabii burada kişinin biraz karşısındakini araştırması da gerekiyor elbette. Kimdir bu, necidir gibisinden…

cemsen:
Elbette. Mesele yalnızca para almak ya da almamak meselesi değil kesinlikle. Geçenlerde bir arkadaşım kendisine büyük bir şifacı olarak tanıtılan bir şifacıdan bahsetti. Bir nedenle kendisini görmeye gitmiş. Adam kimseden para almıyormuş. Fakat ona saat, araba filan hediye edenleri geri çevirmiyormuş. Bildiğim kadarıyla bir takım şifa becerileri de varmış. Milletvekilleri filan dahil bir sürü insanı iyileştirmiş. Adam arkadaşımla tanıştığında sen sağlam bir adamsın ama ben buradan bir saniyede senin boynunu kırarım demiş. Sonra arkadaşımın Taocu çalışmalar yaptığını duyunca Taoculara ana avrat küfretmiş. Onlar sizi para için kandırıyorlar hepsi şarlatan demiş. Ardından bir arkadaşına telefon açmış ve telefonun sesini herkese dinletip, “Anlat ben şu filanca kadını nasıl delirttim,” demiş. Herkes karşısında el pençe divan duruyormuş. Bana anlatılanları dinlediğimde adamın bir takım şifa becerileri olması mümkün görünüyor; elbette bunlar plasebo da olabilir. Üstelik para da almıyor. Fakat ben bir şifacının onu bunu delirtmesini, onun bunun boynunu kırmasını, Amerika’daki bilmem ne üniversitesinden nöropsikoloji profesörü olduğu yalanını atması gibi şeyleri anlamakta zorlanıyorum.

Biliyorsun geçen ay bildiğim kadarıyla ilk defa bir Taocu ölümsüz Türkiye’ye geldi. Kendisi hem çok ileri düzeyde bir usta hem de gerçek bir şifacı. Kendisini doktor öğrencim ile tanıştırdığımda, usta şifada açık ara ilerde olmasına karşın öğrencimi büyük bir mütevazilikle dinledi ve bana lütfen öğrencinden benim için yöntemini yazmasını iste dedi. Bu sayede eğer yararlanabilirse öğrencimin yöntemini kendi şifa çalışmalarına dahil edip edemeyeceğine bakacağını söyledi. Gördüğün gibi onu büyük yapan bu mütevaziliği ve kendi büyüklüğüne karşın açık zihinliliğiydi. Söylediğin şeye katılıyorum sanırım. Belki de gerçekten insan kendisi nasılsa ona benzer bir şifacı çekiyordur kendisine. Bu nedenle hem şifayı verenin hem de şifayı alanın mütevazi bir ruh halinde olması ve “kalbini açması” gerekiyor.

sonsuz:
Karşılık almadan şifa eğitimi veya terapisi veren kişilerin, aslında çok daha büyük bir bedel aldıklarını düşünüyorum ben: Minnet. Bu bence paradan çok daha büyük bir bedeldir. Az önceki örnekte verdiğin kişi de bu bedelle, çevresini doldurmuştur bence. “Aaa bak ne büyük adam, hiç parayla pulla işi yok!” Ama adamın çevresinde herkes el pençe…

cem sen:
Belki de gerçekten büyük şifacıdır adam. Kendisini tanımıyorum çünkü. Yine de bu tavır benim kalbime uygun gelmedi.

sonsuz:
Sana son olarak şunu sormak istiyorum: Senin şifa konularıyla ilgin nasıl? Pek bu konularla ilgilendiğini görmedik bugüne kadar, fakat bayağı da bilgin olduğu ortada. Sen bu alanda çalışmalar yapmayı planlıyor musun? Ayrıca bu konuşmayı okuyan bazı okurlarımız merak edebilirler? Hsu Usta terapi veya eğitim amaçlı olarak ülkemize gelir mi?

cem sen:
Biraz uzun bir yanıt olacak ama anlatmaya çalışayım Hasan. Ben şifa yeteneği ile doğanlardanım. Bu yeteneğim ilk defa 5-6 yaşlarımda keşfedilmişti. Bir gün bedeninde bir yeri ağrıyan bir insanın yanına gidip ellerimi sırtına koyduğumu hatırlıyorum. Bedenindeki ağrıyı kendi bedenimde hissettim. Sonra bedenimden bir şey onun bedenindeki ağrıya doğru aktı. Aynı anda hem onun hem de kendimin bedenindeki ağrının ortadan kalktığını hissettim. Bu, çok zevkli bir deneyimdi. Ondan sonra mahallede kimin bir yeri ağrısa bizim eve gelmeye başladı. Yıllar içinde bir türlü anlam veremediğim bir dürtü ile tıp, şifa gibi konularda ne bulduysam okudum. Tanıştığım uzmanlardan bir şeyler öğrendim. Bugün tıp eğitimim olmamasına karşın çoğu tıp uzmanı ile oturup konuşacak kadar bir şeyler biliyorum. Çin tıbbı konusunu özellikle çok ciddi inceledim. Fakat son 10 yıldır şifa konusundan uzak duruyorum. Yani öğreniyorum ama uygulama yapmıyorum. Geçen sene Çin’e gittiğimde burada kendisinden eğitim aldığım bir Taocu ölümsüz ile bu konuyu konuştum ve ona “Şifaya değer vermediğim için değil ama yine de bir şifacı olmak istediğimden emin değilim,” dedim. Usta gözlerini kıstı ve bir süre beni inceledi, ardından “Öyle mi?” diye sordu. “Demek ki şifacı olmak istemiyorsun. Ama ruhsal gelişimde ilerlemek istiyorsun. Peki ama bu nasıl olacak? Sen ruhsal olarak ilerlediğin anda şifa vermekten başka bir şey yapamazsın ki. İstesen de istemesen de insanları iyileştireceksin.” Ayrıca bana bütün ileri düzey ustaların aynı zamanda iyi birer şifacı olduklarını anlattı. Bu sohbet orada kaldı ve ben hala şifadan uzak durmak istediğimi düşünerek geriye döndüm. Türkiye’ye döndüğüm anda nedenini bilmediğim bir şekilde arkadaşlarım, eşim dostum ufak tefek sağlık sorunları ile çevreme doluşmaya başladılar. Ben de farkında olmadan onların ağrılarını sızılarını iyileştirirken buldum kendimi. Sonunda Mayıs ayında bir sabah, erken bir saatte telefonuma gelen bir mesajla uyandım: “Havaalanından beni al. Hsu Usta.”

Büyük bir şaşkınlıkla hemen havaalanına gittim ve Hsu ustanın haber vermeden ziyaretime geldiğini gördüm. Kendisi ile çok güzel bir hafta geçirdim. Bu süre içinde şifa konusun içimde gittikçe büyümeye başladı ve usta ile bu olasılığı, yani şifa konusunu ciddi bir şekilde değerlendirmeyi konuşmaya başladım. Sonunda usta, İstanbul’da bir merkez açmamı, kendisinin Çin’den bir takım şifacı ve doktorlar yollayabileceğini ve kendisinin de yılda bir kez gelip öğrencilerimle ilgileneceğini söyledi. Şu aralar ciddi bir şekilde bu olasılığı değerlendiriyorum. Türk doktorları ile Çin’den gelen doktorları ve şifacıları bir araya getirip getiremeyeceğime bakıyorum. Hem şifaya hem de ruhsal gelişime yönelik bir merkezin nasıl oluşturulabileceğini düşünüyorum. Fakat fikir içimde gittikçe olgunlaşıyor. Elbette aklı başında bir merkez yapmanın mali zorlukları var. Kanuni zorlukları da var. Şu anda bunun altından nasıl kalkarım kesinlikle bilmiyorum ama fikir olarak gittikçe gelişiyor. Bu nedenle hayatım boyunca ilk defa kendi adıma bir internet sitesi kurup burada bir sistem oluşturma çabasına girdim. www.cemsen.com.tr ‘yi hazırlıyoruz ve sanırım 1-2 ay içinde tümüyle hazır hale gelecek. Eğer bu hepimiz için hayırlı olacaksa, hepimizin şifa bulmasına ve ruhsal gelişimine hizmet edecekse bunu gerçekten çok isterim. Önümüzdeki günlerde ben de seninle birlikte ortaya neler çıkacağını göreceğim. Fakat sanırım iyi bir merkez oluşturmak için çoğu şey hazır gibi. Yani kendi alanında iyi doktorlar, iyi şifacılar ve bir ölümsüz… Daha ne olsun? Dediğim gibi umarım hayırlıdır ve umarım olur.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...