Bir odadayım, kerpiçten bir odada… Tek başınayım… Yatıyorum bir yatakta… İçeriyi bir kandil aydınlatıyor… Ölmek üzereyim… Görüşüm bulanıklaşıyor… Ölüyorum… Tek başına… Son anda içeri birilerinin girdiğini görüyorum… Ama artık ayrılıyorum bedenimden… Ayrıldım da… Boşlukta salınıyorum şu anda… Uzay gibi bir boşlukta…

*****

…Sokaklarda yürüyorum şu anda. Hissediyorum kendimi tanrı gibi… Nasıl bir güç, nasıl bir özgüven anlatamam… İskenderiye’deyim, Mısır’da, eski zamanlarında Mısır’ın… Beni görenler saygıyla selam veriyorlar. Nasıl vermesinler ki? Karşılarında Tanrısal bir varlık duruyor aslında. Tanrısal derken hiç de abarttığımı zannetme, cidden öyle. Dünyaya yeniden ilk kez gelişim bu benim. Daha önce defalarca geldim gittim, iyi tanıyorum buradaki hayatı. Hatta insanlık tarihine bile geçtim çok saygı duyulan bir varlık olarak, adıma tapınaklar dikildi, halen turistler her yer görürler beni; çoğu sembollerimi vücuduna kazır ve üzerinde taşır beni… Öylesi bir varlıkken, Dünyaya yeniden gelmeyi seçtim. Neden mi? Çünkü aşık oldum bir ölümlüye… Ona öylece bakmak istemedim başka bir boyuttan; yaşamak istedim onunla, sarılmak istedim bedenine, hissetmek istedim kokusunu ve sevişmek istedim geceler boyu… Aşık olmuştum işte… Bir ölümsüzün bir ölümlüye aşkı… Fakat eğer bu aşkı yaşamak istiyorsam, tek bir şart vardı bu evrende… Bırakacaktım ölümsüzlüğümü de tanrısal varlığımı da… Her ölümlü gibi inecektim yeryüzüne, daha önce de yaşadığım gibi… Ve yaptım da bunu biliyor musun… Diğer tanrısal varlıklar büyük saygı duydular bana o anda; çünkü daha önce cesaret edebileni olmamıştı buna tanrısallığından vazgeçip. Ben yaptım ve zamanda geriye gidip, onunla aynı tarihlerde dünyaya geldim…

*****

Şu anda İskenderiye’nin caddelerinde yürüyorum, kim olduğumu unutmuş halde; fakat o tanrısal enerji halen üzerimde. Mısırlılar’a tanıdık geliyor bu enerji ki beni görünce büyük saygıyla bir adım çekiliyorlar geriye… Ben kim olduğumu unuttum belki ama biliyorum bir şeyler farklı bende ve müthiş bir özgüvenle yürüyorum dimdik caddelerde… Gidiyorum aşkımla yaşadığımız eve doğru… Evet, onunla birlikte geldik dünyaya ve kaderimiz zaten birlikte yazılıydı bizim. Karşılaştık, tanıştık, aşık olduk, elele gezdik, öpüştük, koklaştık, seviştik ve evlendik de… İki çocuğumuz oldu aşkımızın meyveleri olarak… Şimdi de hamileydi üçüncüsüne o…

*****

Kapıda bekliyorum yine. Daha önce beklediğim gibi ikisini de, fakat bu sefer farklı gidiyor bir şeyler sanki… İçerden çığlıklar yükseliyor… Çığlıkları duyunca dalıyorum içeriye… Aşkım yerde yatıyor öylece bacakları açık halde… Boş bakıyor gözleri… Bebek ağlıyor ebenin elinde… Annesi ve kızkardeşi ağlıyor… Ben sadece ona bakıyorum… Yaklaşıyorum masaya… Ölmüş o… Ölmüş… Dünyadan tüm sesler silindi benim için… Sadece aşık olduğum kadının bomboş bakan gözlerini görüyorum… Hiçbir şey hissedemiyorum… Bilmiyorum ki bu az sonra kopacak fırtınanın öncesi sessizlik… Yanına eğiliyorum… Öpüyorum onu… Diriltmek istiyorum, diriltebilirim de sanki bunu hissediyorum… İçimde büyük bir güç uyanıyor… Diriltebilirim onu… Yapabilirim… Deniyorum, deniyorum, deniyorum… Ama yapamıyorum… Yapamadım… Gitti o… İçimde daha önce hiç yaşamadığım bir duygu oluşuyor… Yanmaya başlıyor kalbim ve karnım… Hem de nasıl bir yanma… Acıyor… Hem de nasıl bir acı… Hem de nasıl… Artık gözlerim görmez oluyor hiçbir şeyi… Acı öfkeye dönüştü… Yıkıcı bir öfkeye… Tanrısal bir öfkeye… Müthiş bir öfkeye… Artık enerjimi kontrol edemez hale geliyorum… Karşıma birileri çıkıyor, görmüyorum bile… Ne varsa önümde yok etmek istiyorum… Elimde bir orak buldum… Nerden geldi bilmiyorum o anda elime de önüme ne çıkarsa hem enerjimle, hem orağımla biçip geçiyorum… Durmuyorum… Duramıyorum… Bu acıyı bilmiyorum, nasıl baş ederim bilmiyorum… Ama çok fena, çok fena bu… Enerjim yakıyor yıkıyor etrafı…

Sonra buldum kendimi dışarda… Yere çökmüş halde… Üstüm başım kan içinde… Ellerime bakıyorum… Üzerime bakıyorum… Etrafıma bakıyorum… Ne olduğunu anlayamıyorum önce… Ayağa kalkıyorum… Eve doğru yürüyorum… İlk orada görüyorum yerde yatan kişiyi… Daha sonra bir tane daha… Bir tane daha… Bir tane daha… Aşkım yerde yatıyor boş bakar halde… Bebek de yerde, sesi çıkmıyor artık… Ebe de yerde… Onun da sesi çıkmıyor… Annesi, kız kardeşi de yerde… Daha da beteri… Offf… Konuşamayacağım artık…

*****

“Anlatmaya devam et, çıksın içinden” dedi Terapist.

Çok ama çok zor… Ellerim yüzümü örtüyor… O anda Mısır’da geçmiş bir anı yaşıyorum, ama İzmir’de Terapistimin odasındayım. Aslında bu bizim ilk regresyon çalışmamız. Bildiğim bir hayatıma gitmek istemiştim, çünkü merak ediyordum ayrıntılarını. Daha doğrusu hipnozla geçmiş yaşamlarla gidebiliyorduk madem, o zaman gerçekten yaşadım mı bu hayatı bilmek istiyordum. Fakat çok fazla kanlı canlı içindeydim işte onun… Aşkı için yeniden dünyaya gelmiş tanrısal bir varlığın, aşık olduğu kadın üçüncü çocuğunu doğururken ölmesi üzerine yaşadığı acıyla baş edemeyip, kendini kaybetmesi sonucu yaptığı katliamı canlı canlı yaşıyordum yeniden. Fakat şu anda hiç ama hiç görmek istemediğim bir sahne karşımdaydı. Direniyordum görmemek için…

“Devam et” diye yineledi Terapist.

Çocuklarım… Her iki çocuğum da yerde ve onları da öldürmüşüm ben… Offffff… Suçluluk, acı, öfke, kızgınlık… Hepsi ama hepsi üzerime boca olmuştu o anda… İzmir’de Mısır’daki kimliğimin acısını yaşıyordum…

Derken Terapist tüm her şeyi değiştiren o soruyu sordu. Öyle bir soruydu ki bu, kesinlikle bekleyebileceğim bir şey değildi; hele ki benim bunu yaşayabileceğim aklıma bile gelmezdi: “Bu senin anıların mı, yoksa başka bir varlığın mı, Hasan?”

Atlıkarıncada hızla dönerken aniden birisi dur düğmesine basmış gibi oldu ruh halim. Kalakaldım. Müthiş bir dramanın içindeydim, fakat Terapist’in sorusu bir anda her şeyi allak bullak etmişti. İçimde bir yerler çığlık çığlığa dur dese de yanıtı biliyordum ve kabul etmek durumundaydım… Dudaklarımdan şu sözler döküldü: “Başka bir varlığın…”

Terapist ikinci sorusunu sordu: “İlk ne zaman geldi sana… Aklına ilk gelen sahneyi söyle bana…”

Ankara’dayım… Sekiz yaşındayım… Annemle babam yine kavga ediyorlar… Aslında yaştan emin değilim, daha da küçük olabilirim belki sekizden… Tam hatırlamıyorum ama sahne çok net. Ankara’da halamların evindeyiz ve annemle babam kavga ediyorlar çok şiddetli biçimde. Halamlar da var. Ben kafamı koltuk yastıklarının altına sokmaya çalışıyorum. Çok utanıyorum bu durumdan. Koltukların içinde kaybolmak istiyorum…

“İlk o anda mı geliyor sana?” dedi Terapist.

Enerjim çok güçsüz ve düşük. Sonraki gün Mısır’la ilgili bir TV dizisi izliyorum. Aslında “Hayal Adası” bunun adı. Bir cüce var ve Mısır’la ilgili bir hayali gerçekleştiriyorlar. Çok korkuyorum. Çok etkileniyorum. İşte o varlık da ilk kez enerji alanıma giriyor ve benimle birlikte olmaya başlıyor…

“Şimdi o varlığı çağıralım karşına…” Terapist’i dinledim ve anlatmaya devam ettim…

Esasında kötü niyetli bir varlık değil o. Benim güçlenmem ve ayağa kalkmam için gelmiş o ve sonrasında da onu ben bırakamamışım zaten… Fakat artık hazırmışım ve onun da gitmesi gerekiyormuş… Şu anı bu sebeple yaşıyoruz ve vedalaşmaya hazırım onunla…

*****

Terapistimin yönlendirmelerini dinledim ve bu hayran olunası varlıkla vedalaştım. Aşkı uğruna sadece insan olmayı kabullenmemişti, ardından gelecekleri bile bile bedenlenmişti bu dünyaya o. Topu topu on beş sene yaşayabilmişti aşkını ve sonrasında ise az önce anlattığım sahneler gelişmişti. Onun gözlerine baktım, şahin bakışlı bu tanrısal varlığın gözlerine… Telepatik olarak konuşuyorduk onunla… Değdi mi sence diye sordum içimden… Gözlerinde buğulu bir ifade belirdi… Her şeye değdi demekti o yanıt benim için… Sekiz kişiyi öldürmüştü ve o her kişi için bir kere daha yeniden bedenlenmişti karmik borcunu ödemek için o kerpiçten odada öldükten sonra. Ama daha öncesinde farklı bir boyutta kendini hapsetmişti dünya yılıyla belki yüzlerce yıl süren bir kefareti ödemek için… Onun vedalaşması ve kendi boyutuna dönmesi gerekiyordu artık. Bunu da benim aracılığımla yapmıştı. O beni güçlendirirken zayıf düştüğüm anlar da, ben de onun hikayesini ortaya çıkartmıştım dünyanın duyabilmesi adına… Zaten tüm bu yolculuğun amacı bu değil mi eninde sonunda… Kaynağımıza döndüğümüzde elimizde harika hikayeler olarak yaşanmış ve birbirimizle paylaşabileceğimiz… Özünde yaşamak için değil mi yaşam… Bu dünyadan ayrıldıktan sonra ardımızda doğum ve ölüm tarihlerimiz arasındaki tire kalacak bizden geriye… Fakat işte o tire için değil mi tüm bu macera…

Terapist bana tekrarlamam için sözler söylüyordu o güzelim varlığa… Tekrarlamaya ihtiyacım olmuyordu bile… Onun sözleriyle benim hissettiklerim birleşince zaten biliyorduk her ikimiz de artık ayrılmanın zamanının geldiğini… Ve o yavaşça yok oldu gözlerimin önünden… Çıkmıştı artık enerji alanımın içinden…

*****

“Aslında bu durumu yaşayan çok kişi var ama farkında bile değiller. Ben çalışmalarımda son zamanlarda sık karşılaşır oldum. Attachment diyoruz biz bu duruma, yani bir varlığın bedenli bir varlığın enerji alanında olması hali…” Obsesyon değil mi bunun bildiğimiz adı, diye sordum Terapistime. Fakat ben hiç kötü bir şey hissetmedim ki o varlıkla ilişkimde. Obsesyon, hani böyle musallat, possesyon gibi korkutucu deneyimleri çağrıştırıyor; ben bu şekilde hiçbir olumsuzluk duymadım ona dair dedim. “Zaten söylediklerin çok çok nadir karşılaşılan durumlardır, filmlerde görürsün daha çok. Ben bugüne kadar üç binden fazla çalışma yaptım, sadece bir iki kere öylesi vaka karşıma çıktı. İşin ilginci öylesi bir varlıkla karşılaştığımızda da onu kovmaya çalışmayız biliyor musun? Bilakis bizimle konuşması hatta daha iyidir, çünkü o varlığın şifalandırılması gerekiyordur ve ona terapi yaparız. Gerçi belirttiğim gibi çok çok nadir bir durumdur bu, ama hiç yaşamadım değil hani. Seninkisi ise olumsuz bir durum değil senin de hissettiğin üzere. Bir şekilde frekanslarınız denk gelmiş onunla ve birlikte yaşamışsınız. Fakat bu sende artık ağırlık yapmaya başladığı için ortaya çıkmış, çünkü vedalaşma zamanıymış… Bu çalışmanın etkilerini bir iki hafta içinde görmeye başlarsın. Bakalım neler değişecek…” diye sözlerini tamamladı Terapist.

*****

Bu satırları yazarken o günün üzerinden üç hafta geçti. O seansta Terapistim benim o güzel ruhla vedalaşmamı sağladıktan sonra, anne babamın kavgasına götürdü ve annemle babamı karşıma çağırdı ruhsal bir boyutta. Sonra onların anneleri ve babalarını ve onların da anneleri ve babalarına kadar gitti bu süreç. Daha önce nice aile dizilimi çalışmasına katılmıştım ama ruhsal bir boyutta olanını ilk defa yaşıyordum. Orada Terapistimin önerileriyle hareketsiz kalmış atalarımın şifalanmasına ve bana erişemeyen enerjilerinin akışkan hale gelip benimle kucaklaşmalarına yardımcı olacak bir çalışma yaptık. Böylesini cidden hiç yaşamamıştım…

Seansa başlarken öfke patlamaları sorunum üzerinden yola çıkmıştık ve sonra nerelere vardık. Aradan geçen üç hafta içinde eskisi kadar öfkelenmediğimi fark etmeye başladım. Evet, yine zaman zaman çok kısa süren alevlenmelerim olmuştu da daha azalmıştı sanki. Ama süreci gözlemek için daha önümde zaman var. Hani ameliyattan çıktıktan sonra artık hiç oynamayan ayağınızı oynatabildiğinizi hissedersiniz ya. Ama henüz maça çıkabilecek durumda değilsinizdir. Ruhsal çalışmalar da aslında böyledir. Bir ameliyat geçirirsiniz özünde ve sonuçların alınması zamana bağlıdır her ne kadar iyileşme sürecinde bile etkilerini hissetseniz bile…

En önemlisi ruhumda bir hafifleme hissediyorum. Böyle sanki bana büyümek için kocaman bir alan kaldı gibi. O çok saygı duyduğum varlık enerji alanımdan çıkınca, büyük bir boşluk oluştu ve onu şimdi kendimle doldurabilirim. Daha önce hazır değildim belki de ama şimdi zamanı geldi… Kocaman bir saksıya konmuş, küçük bir çiçek gibi hissediyorum kendimi. Atalarımdan gelen enerjilerin sularıyla da beslenip büyüyebilirim artık…

Benimle birlikte yıllarca yaşamış o varlık mı ne oldu? Onu halen hissedebiliyorum etrafımda… Ruhsal bir rehberim oldu o benim ve her istediğinde senin yanındayım diyor bana… Kimi zaman hissediyorum bakışlarını üzerimde ve ben de dönüp bakıyorum ona, tam gözlerinin içine… Sevgi ve şükranla bakıyoruz birbirimize…

Bu harika senaryoyu yaratan Yaradanımıza ve sevgili Horus’a sonsuz teşekkürlerimle…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...