Geçen sayıda “hasta olunmaz, doğulur” demiştim. Bu savımı gerek batılı gerek doğulu tüm bilimadamlarının genetik kodlama bilgisi ile doğruladığını da savunmuştum.

Aşağıda İ. Ü. Adli Tıp Enstitüsü Müdürü Sayın Profesör Doktor Sevil Atasoy’un 20/07/2000 tarihli bir haberde ortaya koyduklarından bir alıntı var. Bu alıntı, DNA içindeki genetik bilginin, kişiye ilişkin tüm fiziksel ve ruhsal özellikleri içerdiğini savunuyor. Yazının tamamını okuyacak olsanız, Sayın Atasoy’un bu bilgiyi aslında biraz kaygı ile karşıladığını göreceksiniz. Atasoy aynı haberde:

“… Öte yandan çiftlerin, yeni doğan bebeklerinde, ancak ileri yaşlarda ortaya çıkması muhtemel hastalıklara yönelik gen testlerini, sırf meraklarını gidermek için yaptırmaları ne ölçüde insan haklarına uygun? Normal gen nedir, kusurlu gen nedir? Bunlara kim karar verecektir?” sorularıyla bu kaygısını dile getiriyor. Gen bilimcilerin büyük bir bölümü, bebek daha doğar doğmaz gen haritasını araştırıp, potansiyel hastalık içeren genlerin arındırılması ya da değiştirilmesi yoluyla insanların ileride sağlıklı bir yaşam sürmelerini garanti altına almak gibi bir eğilimleri var. Bunu sadece bir sav olarak ortaya koymayıp, aynı zamanda yapabilmek umuduyla, bu yönde ciddi bütçelerle araştırma yapmaya devam ediyorlar.

Ben, bilimadamlarının bu araştırmalarına karışmaya haddim olmadığını biliyorum. Bilimadamı olsun olmasın, bu yaklaşımın “kişinin kaderi ile oynamak” olduğunu iddia edenler var. Ayrıca, “kişinin izni olmadan bu tür bir etki yaratmaya karar verilmesinin doğru (haklı) olup olmadığı” yönünde tartışma yaratıp beyin fırtınası yapmaya meraklı davrananlar da bolca bulunuyor. Bu tür ahlaki tartışmalar da benim amacım/görevim değil, dolayısıyla bunları da bir yana bırakıyorum.

Burada yapmak istediğim “nasıl olup da hastalıklar yıllar boyunca hiç ortada görünmezlerken, öyle birdenbire ortaya çıkabiliyorlar” konusunu elimden geldiği dilim döndüğünce enerjisel anlamda açıklamaktır. Ayrıca ileride “Genom Projesi[1]” bu açıdan nasıl etki yaratır?” türü sorulara da yanıt arayacağımkendimce.

Batı tıbbı, insanların genlerinde potansiyel olarak taşıdıkları çeşitli hastalıkların, ne zaman ve nerede, hangi sebeple ve ne şiddette açığa çıkacağının bilinmediğini savunuyor. Çeşitli doğal enerjilerle dengeleme yapan uzmanlar açısından ise bu bilgide bazı eksiklikler var.

Geleneksel Çin Tıbbı uzmanları, genlerin çeşitli tetikleyici unsurlar karşısında, doğal olarak harekete geçtiklerini anlatmaktalar. Bütünsel şifa ile ilgilenen kişiler için, bu yaklaşım batılı savdan daha gerçekçi ancak, bunun da kendince eksik kalan yönleri var. Ben kişisel olarak bütünsel şifacıların yaklaşımını benimsiyorum. Bu bölümde, tamamen bu savı açıklamaya gayret edeceğim.

GENLERİN HAREKETE GEÇMESİ

İnsanlar, % 50 anne ve yine % 50 babadan gelen genetik bilgi ile doğuyorlar. Bu söylemi, “yeni doğan bir bebek, annesinin kendi sülalesinden devir aldığı tüm kayıtlı bilginin % 50 sini ve bunun yanında babasının kendi sülalesinden devir aldığı tüm bilginin % 50 sini birlikte kendi bünyesinde potansiyel olarak taşır” tümcesi ile değiştirerek daha anlaşılır kılmak olasıdır.

Buradan anlaşılan, “kişi sadece annesinin ya da babasının taşıdığı hastalıkları değil, oldukça gerilere doğru, pek çok atasının hastalıklarını da potansiyel olarak genleri içinde bulundurabilir” bilgisidir. Atalar ve bizzat anne ve baba yaşadıklarıyla ilgili tüm kayıtları DNA sarmalları içinde tutmaktadırlar. Oradan bebeğe aktarılmış her kayıt, onun davranışsal, düşünsel, fiziksel yaşamında etkili olabilir, ancak bir bilgi orada kayıtlı olmasına karşın yaşamın ilk gününden son gününe hiç açılmayabilir de…

AKUPUNKTUR NOKTALARI VE GENLERİN İLİŞKİSİ

Burada akupunktur noktalarına Geleneksel Çin Tıbbı (GÇT) açısından bir kez daha bakmak gerekli. Batı dünyası bu noktalara uygulanan manipülasyonların, baskıların ya da doğrudan iğne ile gönderilen uyarıların işe yaradığını ve hastalıkları ortadan kaldırdığını eskisi kadar reddetmiyor. Hatta bir çok tıp fakültesinde akupunktur eğitimleri de verilmeye başlandı.

Bu eğitimlerde tüm akupunktur haritası, bedenin kronobiyolojisi, belli hastalıklarda işe yaradığını önceden saptanmış nokta kombinasyonları ve daha pek çok GÇT bilgisi kişilere istatistiksel bilgileriyle birlikte aktarılmakta.

Akupunktur ve moksibasyonun[2] bileşiminden oluşan ve Çin’de Zen-Jiu olarak adlandırılan bu uygulamayla ilgili her türlü bilgiye karşın, bunun nasıl olup da işe yaradığı konusunda gerçek bilgi veren kurumlar gerçekten çok az.

GÇT içinde önemli bir yer tutan Zen-Jiu terapisi derinden bakıldığında bedenin enerji katmanlarında oluşmuş blokajları çözme işlemidir. Burada sorulması gereken soru:

“-Peki ne oldu da bu enerji akışı aniden kesintiye uğradı?” olmalıdır.

Bunu kısaca anlatmaya çabaladıktan sonra genetik kodlama ve yaşananlar arasındaki ilişkiyi daha iyi anlayabiliriz.

Her insanın fiziksel ve çıplak gözle görünen bir bedeni vardır. Batı tıbbı fiziksel beden hakkında hemen herşeyi bilmektedir, Genom Projesi de bu bilgiyle olasılık kazanmıştır.

Ancak insanların fizik bedenlerini çevreleyen ve ona bağlı olarak yaşamını sürdürürken, aynı zamanda fizik bedene yaşamı için gerekli olan enerjiyi sağlayan bir görünmez ikizi vardır. Buna kısaca “enerji beden” diyoruz. Yüksek titreşimli olan enerji bedeni çıplak gözle görmek olası değildir. Ancak Kirliyan Fotoğraf Tekniği kullanarak resmi çekilebilmiş ve varlığı kanıtlanmıştır.

Hassas elektriksel ölçümlerle varlıkları bir kez daha kanıtlanan akupunktur noktaları ise fiziksel bedende yer alırlar. GÇT ile deneme yanılma yoluyla (ampirik biçimde) saptanmış noktaların yerleri yönteminbatıya ulaşıp kabul görmesinden sonra, hassas araçlar ile tam olarak belirlenmiştir.

Akupunktur noktaları, kendi içlerinde belirli enerji kanalları aracılığıyla birbirlerine bağlıdırlar. Üzerinde noktaların bulunduğu ve her biri bir organa enerji taşıyan 12 çift ana kanal vardır. Bunların başlangıç ve bitiş noktaları el ve ayak parmaklarında tırnakların alt köşelerindedir. Kısaca TİNG Noktası olarak adlandırılırlar. Her meridyenin en önemli noktalarından bir de Ting Noktasıdır.

Ayrıca biri bedeni tam önden kesen, apış arasında başlayıp alt damakta sona eren, diğeri üst damakta başlayan apış arasında sona eren ve bedeni tam arka ortadan kesen birer ana kanal bulunmaktadır. Bunlar asli görevi organlara enerji taşıyarak çalışmalarını desteklemek değildir.

Önden kesen kanalın[3] görevi yerküreden gelen ve bedene serinlik, dinginlik, sükunet ve destek enerjileri sağlayan dişil ilke taşıyan enerjiyi her bir fiziksel/zihinsel enerji merkezine ve oradan diğer kanallara ulaştırmaktır. Buna kısaca “başlangıç veya destekleme kanalı[4]” deniyor. Arka ortadan kesen kanal[5] ise, gökyüzünden (kosmos) bedene inen ve etkenlik, etkinlik, canlılık veren eril ilke taşıyan enerjileri duygusal enerji merkezlerine ve oradan diğer kanallara aktarıyor. Ayrıca bedendeki her türlü aktivitenin yönetimini de sağlıyor.Buna kısaca “yönetici kanal[6]” deniyor.

Kısaca her insan bedeninde 26 ana kanal bulunmaktadır. Bu kanallara batıda “meridyen” adı verilmiştir.

Enerji beden haritası bu meridyenlerle sınırlı değildir. Her meridyen içeriden farklı enerji yolları ile birbirlerine bağlanmıştır. Böylece enerji beden ve fizik beden her yönden birbiriyle sıkı bir bağlantı içinde kalır.

Fizik bedende bakteri, virüs ya da başkaca tehlikeli maddelere karşı yürütülen topyekün mücadeleye benzer biçimde enerji bedende de tehlikeli oldukları bilinen enerjilere karşı bir toplu savaşım devreye girer.

Enerji bedende ortaya çıkan “saldıran var, savunma gerekli” bilgisi hemen akupunktur noktalarına ulaşır. Asıl görevleri fizik bedeni zararlı bilinen dış etkilerden korumak olan noktalar alarmın sona ereceği zamana dek kendilerini kapatırlar. Bu kapanma ciddi bir biçimde, ilgili “zararlı” enerjinin içeriye sızmasına engel olur. Ancak bu arada, hücreler tarafından içi boşaltılmış ve titreşim seviyesi düştüğünden bedenden atılması gereken enerjiler de dışarı çıkamaz hale gelirler.

Fiziksel beden üzerinde yer alan akupunktur noktalarını evlerimizde kullandığımız sigorta şalterlerine benzetebiliriz. Evlerimizdeki bu şalterler kendilerine ulaşan enerji akımında, evin içindeki taşıyıcı kabloların, araç gereçlerin, ampullerin taşıyamayacağı türde bir elektrik akımıyla karşılaştıklarında, yangın çıkmasını engellemek adına oraya yerleştirilmişlerdir. Otomatik olarak devreyi keser ve zararlı enerjinin dairemizden içeri sızmasını engellerler.

Bedenimizin yüzeyine derinin hemen altına yerleşmiş akupunktur noktaları da tıpkı bu şalterler gibi hareket edecek biçimde programlanmışlardır. Bedene sızması durumunda zarar verebileceği önceden bilinen her hangi bir enerji ile karşılaşıldığında otomatik olarak kendilerini kapatıp devre dışı bırakırlar. İlgili sakıncalı enerji ortadan kalkmadığı sürece de kendilerini açmazlar.

Bu kapanma bazen tek bir noktada gerçekleşir. Bu saldırgan enerjinin çok ince olduğu ve tek noktadan sızmak istediği durumlarda geçerlidir. Oysa genellikle aynı kanal üzerindeki bir grup, hatta birbirlerine yakın meridyenlerdeki birkaç grup nokta birlikte kapanırlar. Tehlikenin ortadan kalkması halinde bu noktalar yeniden (ve kendiliklerinden) devreye girerek olağan çalışmalarına devam ederler. Bu durum her birimizin yaşamında, her gün ve günde sayısız defalar olmaktadır. Bizim bunun ayrımında olmamız pek de kolay değildir. Yorucu ve zorlayıcı olan bu tür bir farkındalık pek de işimize yaramaz zaten. (Bu konuya daha sonra tekrar döneceğiz).

Saldırgan enerjiyle enerji bedenlerimizin uzun süreli temasları, kapalı akupunktur noktası sayısını arttıracaktır. Önce kapanan noktanın ait olduğu meridyenin alt ve üst noktaları, giderek ona içeriden bağlı diğer meridyenlerin bölgeye yakın noktaları “ne oldu, enerjide kesinti var, tehlikeli haldeyiz” tarzı bir yaklaşımla, içsel ve derin sistemi korumaya almak adına kapanmaya devam edeceklerdir.

İkinci tür “ne oldu, enerjide kesinti var, tehlikeli haldeyiz” tarzı kapanma pek çoğumuzun daha kolay anlayabileceği bir olay. Biz ilk etapta olanlara bakalım vebunun ne anlama geldiğini çözmeye gayret edelim.

Yaşanmış her olay fiziksel bedenimizde DNA sarmalımızın içine kayıt oluyor. Bu bilgiyi artık çocuklar da tanıyor. Bu bilgilerin nereye ve nasıl kayıt oldukları konusundaysa henüz bir fikir birliğine varılmış değil. Katmanlardan söz ediliyor. Yani aslında orada kayıtlı tüm bilgiyi okumak sanıldığı kadar hemen olan bir şey değil. Ayrıca genlerin DNAnın sadece küçük bir bölümünü oluşturduğu da saptanmış durumda. Bilinen o ki, DNA sarmallarının % 99 kadarı deşifre edilebildi fakat işlevsel açıdan bakıldığında, neyin ne işe yaradığı konusundaki bilgi sadece % 20nin biraz üstünde. Yani belki bazı hastalık kayıtları bile henüz çözülememiş, fark edilememiş olabilir. (Ayrıca hepsi de çözülmüş olsa, bizim konumuz açısından önemli/değerli bir farkındalık olmadığını ileride anlayacağız J.)

Bununla birlikte, akupunktur noktaları aracılığıyla fizik bedene doğrudan bağlı olan ve iletişimi de bu noktalar aracılığıyla kuran enerjisel bedenimiz DNA içindeki her bilgiyi-enerjisel boyutta- tanıyor, biliyor. Yani dışarıdan içeriye gelmekte olan her enerjinin DNA ve kayıtları ile uyumlu olup olmadığı konusunda sarsılmaz bir bilgiye sahip.

Bu açıdan bakınca, batı dünyası bu kişinin genetik kodlamasında …. hastalığı potansiyel olarak var dediğinde, Zen-Jui uzmanları bunu, bu kişinin enerjisel bedeninde ……. türü enerjiler “sakıncalılar” listesinde bulunuyor biçiminde yorumluyorlar.

Oldukça karmaşık ve yazıyla betimlemesi de oldukça güç olan bu durumu -tamamen uydurma olan- Seda’nın öyküsü ile açıklamaya çabalayalım.

Seda Bebek, 29/12/06 tarihinde Antalya’da doğar. Annesi Güzide Hanım ve babası da Ekrem Bey’dir.

Annesinin beş nesil önceki ninesi Osmanlı Sarayı’nda halayıktır ve yaşı gelince Toroslar’da görev yapmakta olan bir subaya gelin edilmiştir. Aslında sarayda görevli bir aşçı yamağına aşıktır ama, başkasına gelin edilince ses çıkaramamış, içi yansa da kaderine razı gelmiştir. Gelin olup kendi evine geçtikten sonra sevgili eşinden rica etmiş ve o aşçı yamağını bu evde çalışmak üzere getirmesini sağlamıştır. Böylece kendisiyle birlikte olamazsa da en azından her gün görüp konuşabilmeyi sağlamıştır. Ancak sonunda bu hal daha da dayanılmaz üzüntülere sebep olmuş, kadın üzüntüden verem olup yaşamını böylece yitirmiştir. Bu öykü ailede kimse tarafından bilinmemektedir.

Beş nesil önceki bu ninenin eşi olan dede subay olduğundan sık sık meydan muharebelerine katılmış, pek çok kez evden uzaklaşıp, yalnızlık acısına ve özleme katlanmıştır. Sağ omzunda bir süngü yarası, sol bacağında üç ayrı kırık vardır. Süngü yarası Bilecik yakınlarında, Vezirhan İlçesi’nin bulunduğu yerlerdeki bir çarpışmada olmuştur. Ayrıca sık sık oldukça yüksek rakımlara çıkmak zorunda kalmış ve bu oksijen seviyesi düşüp yükselmesi akciğerlerinde olumsuz etki bırakmıştır.

Ekrem Bey’in ataları ise Dağıstanlı olup, çitçilikten başka bir şey bilmez insanlarken, birden kendilerini Tokat civarında bir yere göçmek zorunda bulmuşlardır. Hiç istemeseler de evlerini, mal mülklerini, çift çubuklarını alelacele terk edip, sıkıntılı bir döneme katlandıkları bu yörede topraklarını ekip biçerken yaşanan pek çok sorunla karşılaşmış, defalarca kıtlık, açlık tehlikeleriyle yüzleşmek zorunda kalmışlardır.

Saraydan ve subaydan ataları olan ve zenginlikten gelen Güzide Hanım oldukça savurgan davranırken, göçlerden, kıtlıklardan, yoksulluktan gelen Ekrem Bey oldukça tutumlu, hesap bilir, kuruşa kuruş eklerken garip hazlar duyan biridir.

Seda’nın anne ve babasının genlerinde atalarından gelen asıl doğum yerini terk etmişlik bilgisi kayıtlıdır. Ekrem Bey bu durumdan göçebelik korkuları, üzüntü ve eza duyguları, fakirlik bilinci olarak etkilenmiştir. Güzide Hanım ise aynı modelin zıt yönünü yansıtmaktadır. Aynı endişeleri doğal olarak taşıyor olsa da, bunları örtmek, kendinden ve diğerlerinden gizlemek için, son derece savurgan davranmaktadır. Bu bilgiler her iki taraftan gelen kromozomlarla Seda’ya doğal olarak aktarılmıştır. Babasının dededen kalma “yüksek rakım akciğere sakıncalıdır” kayıtları ile annesinin “sevdiğine kavuşamama” bilgileri de genetik kodlamasına eklenmiştir.

Elbette başka bir sürü kayıt da vardır, ancak bizim örneğimizi anlamamız açısından bu kadarı yeterli diye düşünüyorum.

Ne Seda bebek, ne annesi ne de babası bu kayıtlardan haberdar değildirler. Hoş olsalar da, çoğunluğu çok eski nesillere ait olan bu bilgilerin bu gün yaşamlarını etkileyebileceği konusunda en ufak bir öngörü kırıntısına bile sahip değildirler.

Seda büyür ve Hukuk Fakültesi’ni bitirir. Avukatlık yapmak istemez. Savcı olmayı yeğler. Babasından sağlamcılık huyu almıştır. Annesi küçüklüğünden beri böyle demektedir. Kabul edilmek için gerekli sınavları başarıyla tamamlar ve memurluğa adım atar. Antalya’da kadro olmaması nedeniyle, Bilecik İli Söğüt İlçesine gönderilir. Bu Seda’nın ailesinden ilk ayrılışıdır. Hem heyecanlı hem üzgündür.

Hazırlıklar tamamlanır ve Seda yola koyulur. Yüksek rakımlı bir yere kara yoluyla ilk kez gitmektedir. Otobüs tırmandıkça azalan oksijen nedeniyle baş ağrı ve dönmesi kendini hissettirmeye başlar. Seda bunun doğal olduğunu, bedeni alıştıkça bu halin ortadan kalkacağını bilmektedir. Önemsemez. Sonunda Söğüt’e varır.

Kısa bir zaman sonra, bulantılarının yanısıra nefes darlığı hissetmeye başlar. Nefes açıcı bazı ilaçlar veren doktoru, bunun havadaki oksijen seviyesiyle ilgili olduğunu ve sonunda alışacağını söyler.

Bütün bunlar olurken Seda kendisi gibi oraya yeni atanmış bir yargıca, Murat Bey’e aşık olur.

Her gece onunla bir ilişkiye girme hayalleri kurmakta, kendisini ona beğendirmeye çabalamaktadır. Murat Bey ise, kendisiyle sadece mesleki mesafede kalmakta, arkadaşlık bile kurmaktan uzak durmaktadır. Seda bu durumu kabullenmekte zorlansa da, aldığı eğitim ve aile terbiyesi nedeniyle olanları akışa bırakıp terbiyesini korumaya özen göstermektedir. Geceleri gözüne uyku girmemekte, uyuyabildiği ender gecelerde ise, aniden kötü bir rüya ile yataktan fırlamaktadır.

Aradan aylar geçer ve yaz gelir. Seda ailesine kavuşacak olmanın sevinci ve Murat’tan uzak kalacak olmanın üzüntüsü arasında bocalayarak Antalya’ya gelir. Her şeye rağmen umutludur ve önünde dinlenerek geçirebileceği 15 günlük bir tatil vardır. Burada güç toplayıp sağlığına yeniden kavuşabileceğine inanmaktadır.

Antalya’ya dönmesinden bir – iki gün sonra, nefesi rahatlamaya, hemen ardından da uykusu düzenlenmeye başlar. Artık gecenin bir yerinde kabuslarla yerinden fırlamamaktadır.

Gelişinden sonraki dördüncü gün her şey tamamen normale dönmüş gibidir. Tek sorun Murat Bey’den uzak olması ve tam da tatile çıkarken Murat Bey’in zaten evli olduğunu öğrenip tüm umutlarını yitirmiş olmasıdır. Neyse ki ailesinin yanına gelmiştir ve onu teselli edecek eski arkadaşlarıyla buluşup keyifli zaman geçirmektedir.

Tatil biter, Seda Söğüt’e döner. Bulantılar, kusmalar, görme, işitme ve uyku düzensizlikleri geri gelir. Aradan geçen altı aydan sonra doktoru Seda’ya “üzülerek” astım hastası olduğunu bildirir.

Bu öyküyü okuyan her insanın anlayabileceği gibi, Seda kendisinden çok önce yaşamış atalarından gelen genetik kodlamaların bir kurbanı gibi sonunda hastalanmıştır.

Şimdi Zen-Jiu açısından bu öyküyü yeniden inceleyelim.

Seda evden ayrılıp otobüs yolculuğuna çıktığında doğal olarak önce Toros Dağları’na ulaşır. Büyük büyük ninesi oralarda uzun zaman yaşadığından rakım yüksekliğine rağmen bu durumdan çok etkilenmemiştir. Genlerinde zararsız olarak kayıtlı Toros Dağları enerjisi kendisini rakımla bağlantılı sorundan uzak tutabilmeyi başarmıştır.

Ancak otobüs Bilecik’e geldiğinde, yörenin enerjisi hem yükseklik hem de dedesinin yaralanması genetik anılarını aynı anda harekete geçirmiştir. Enerji beden söz konusu olduğunda kayıtlı anıların zihinsel farkındalıktan geçirilip ayrıştırılabilmesi olası değildir. Burada harekete geçen şey bilişsel değil olsa olsa sezgiseldir. Kendi genlerinde “sakıncalı” enerji kaydı olan bir yere gelmiştir ve bu kayıt “tehlike var, içeriye sızmak isteyen bir tür enerji var, alaaaaaarrrrrrm” diye çığlık atmaktadır.

Tüm enerjisel sistem aynı anda tetikdur konumuna geçmiştir. Enerji ilk olarak bedeninin ön tarafından kendisine ulaştığından, o bölgedeki tüm akupunktur noktaları birer birer, belki de topluca kendilerini kapatmaya başlamışlardır. Seda bu durumu anlayabilecek kadar sezgisel yaşamayı öğrenmemiştir. Kısaca enerji konusunda her hangi bir bilgiye sahip olmayan Seda, böylesi vahim bir alarm durumuyla hiç karşılaşmamış olduğundan tüm sisteminde etkili olan uyarıyı ve sonuçlarını algılayamamaktadır.

Bu bölgede uzun zaman yaşamak durumunda olan Seda’nın bedeni kısa bir zaman sonra, alarma geçtiği ölçüde saldırı almadığını ayrımsamaya başlayacak ve kapanan noktalar tekrar olağan hallerine dönme çabasına gireceklerdir. Kısaca kendilerini yeniden açacaklardır. Yine de belirgin bir süre için, beden enerji girişi ve çıkışından mahrum kalmış, sakıncalı/tehlikeli sayabileceği bir ortamda yaşamaya mecbur edilmiştir. Hala bu ortamdadır. Eskisi kadar güçlü bir alarm uyarısı yoksa da yumuşak bir hazır bekleme hali süregelmekte, bu durum da enerjisel bedeni zayıf düşürmektedir.

Zaten zayıf olan enerji beden kısa bir zaman sonra aşk enerjisini algılamaya başlar. Murat oraya gelmiştir ve Seda’nın kalbi hoplamıştır. Tıpkı ninesinin aşık olduğu aşçı yamağı gibi, Seda’da kendisiyle aynı yerde farklı görev yapan birine tutulmuştur. İçi hoş bir duyguyla kaplanır önceleri. Umut vardır ve umut da enerjisini güçlendirmektedir. Ancak zamanla umutları azalır. Artık, kendini beğendiremeyeceği inancını duyumsamaktadır. Her geçen gün umutları biraz daha azalmakta, bu hal de duygulardan beslenemeyen enerji bedeni üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır.

Sonunda Murat’ın evli olduğunu öğrenir. Ninesinin bıraktığı genetik koda benzer bir hal vukuu bulmaktadır. Ninesinin -Seda’nın bilmediği tanımadığı- öyküsünde evli olan kadındır ve diğerini de (sevdiğini) yanına aldırarak kendini avutmaya yeltenmiştir. Oysa durum ters tepmiş ve aynı çatı altında kavuşamadan yaşamanın verdiği üzüntü ve keder acısıyla verem olup yaşama veda etmiştir. Seda’daki kayıt Murat’ın evli olduğunu öğrendiği anda açığa çıkar. Sevdiğiyle evlenmemenin zararları türünden bir enerjiyle sarsılır. Bu durum geceleri uyku apnesine benzer bir hal olarak kendini gösterir. Neredeyse her gece garip rüyalar yüzünden uyanmaktadır. Hekim, bununoksijenle bağlantılı olduğunu söyler. Zamanla alışacaktır, ancak isterse oksijen maskesi alabileceğini de öğrenmiştir. Bünyesinde zaten “yüksek rakım akciğere sakıncalıdır” kaydı olan Seda farkında olmadan doktorun sözlerini hemen bilinçaltına kaydetmiştir. Bu anda artık, her yüksek rakımlı yere gittiğinde hastalanma potansiyelini de daha önceki “Bilecik’teki yüksek rakım enerjisi sağlığa zararlıdır” kayıtlarının yanına eklemiş olabilir.

Seda Söğüt’de olduğu tüm zamanlarda iyileşmeyi ve ortama alışmayı beklemektedir. Bu iyileşme ve alışma hiç olmazL. Neyse ki tatil yakındır ve imdadına yetişir. Sevdiği adamın yakınında “allllaaaaarrrrmmmmm” çığlıkları atan enerjiler yüzünden kapanan akciğer meridyeni noktaları, aynı tehlikeden uzaklara gidildiğinde rahatlamış ve kendilerini kolayca açmışlardır. Yan etkileri de ortadan kaybolmuşlardır.

Bütün bunlar olurken, Seda’nın kendini koruması gerektiğini bilen beden “burada tehlike var, farkında ol, özenli davran” diyebilmek adına çeşitli rahatsızlıklarla durumu bildirmeye çabalar. Kayıtlardaki bilgiye göre, akciğerler tehlike altındadır. Beden varlığını sürdürmek için çok önemli olan bu organı işlevsiz bırakmayı göze alamadığından, başka yan organlar aracılığıyla durumu anlatmaya çabalamaktadır.

Burun ve kulaklar tıkanır, görme bozukluğu ve baş sorunları yaşamaya başlar. Seda her batılı gelişkinin yaptığı gibi yine bir hekime başvurur ve yine olanların hava değişikliğiyle bağlantılı olduğunu duyar. Aslında söylenen tamamen doğrudur. Yeni hava, enerjisi ile bazı “tehlike sinyallerini” tetiklemiş ve bu durum da bedende kendini türlü rahatsızlıklar olarak göstermiştir.

Bu zamanda ilaç alırken, geceleri oksijen tüpüyle uyurken, aynı dönemde enerjisel olarak da dengelense, bedene ve kodlamaya bir şekilde bunun sadece sanal bir tehlike olduğunu anlatmanın yolunu bulsa, genlerde kayıtlı akciğer hastalıkları başka bir tetikleyici karşısına gelmediği sürece artık onda başını göstermeyebilecektir. Ancak Seda’nın ya da başvurduğu hekimin böyle bir bilgisi yoktur.

Elbette bu öyküde, babadan aldığı parayla ilgili sorunlar da enerjisi üzerinde düşürücü etki yaratmaktadır. Ne de olsa memurdur ve babası gibi gururlu olduğundan eline geçen neyse onunla yaşamını sürdürmeye çabalamaktadır. Annesi gibi savurgan davranmak yerine babası gibi kuruşa kuruş ekleyerek yaşamak zorunda olması, içinde doğal olarak var olan “yeterince yok” endişesini sürekli alarmda tutarak görevini yerine getirmektedir.

Sonunda olan olur, Antalya’da ortadan kalkan tüm tehlike sinyalleri, Bilecik’e döner dönmez yeniden ve daha güçlü bir biçimde ayaklanır. Seda bununla ne yapacağını hala bilmiyordur. Giderek zayıf düşen enerji bedeni sonunda zararlı etkileri dışarıda tutamaz hale gelir. Ayrıca beden içi enerjiler de oldukça kirlenmişlerdir ve temizlenemedikleri için hücre boşluklarında ya da hücrelerarasında enerjisel yığılmalar ortaya çıkmıştır. Sonunda bağışıklık sistemi zayıf düşer ve astım ortaya çıkar.

SİSTEM NASIL ÇALIŞIYOR?

Yukarıda anlattığım gibi, enerji bedenimiz fizik bedenimizin dışında bulunmakta ve akupunktur noktalarına olan bağlantısı onu fizik bedenimizin çevresinde tutmaktadır.

Bu bedenin çevresinde adına AURA dediğimiz bir sınır vardır. Aura ile ilgili pek çok kitapta, onun enerji beden ya da ikiz beden ile karıştırıldığını görebilirsiniz. O kaynaklara göre, bu sınır ile fizik bedenimiz arasında kalan bölgeye AURA adı verilmektedir. Bu bilgi doğru değildir.

Aura bedenimizden ayrılan ısının atmosferin yarattığı baskı ile karşılaştığında oluşan duvarın adıdır. Bedenimiz doğal zamanlarda 36 santigrat derecelik bir ısıya sahiptir. Her tür ısı enerjisi gibi o da kaynağından dışa doğru açılıp uzaklaşmaktadır. Ortada bir ısı varsa, bunun anlamı, aynı ısının -biz göremezsek de- bir de ışığı olduğudur. İşte hep sözünü ettiğimiz enerji beden bu ısının ve onun ışığının yayıldığı tüm alana verilen isimdir.

Bedenimizden yayılan bu ısı, olağan koşullarda tüm dış yüzeyde aynı seviyededir. Ancak bağışıklık sistemimiz, gün boyu bedenimiz içinde sayısız savaşa katılmaktadır. Savaşın olduğu yerde, daha fazla hareket, fazla hareketin olduğu yerde de daha fazla ısı ve tabii ışık ortaya çıkar. Sağlıklı olduğumuz dönemlerde, bunlar çok küçük farklılıklardır ve beş duyu ile algılamamız oldukça zordur. Yine de o bölgeden çıkan ısı diğer alanlardakinden biraz daha uzağa ulaşır. Bu durumda aurada küçük bir şişlik oluşur. Ayrıca, bedendeki ısı bazı alanlarda ortalamaya göre daha düşüktür. Bu alanlarda da aura da minik bir çökme hasıl olur.

Kirliyan Fotoğraf Tekniği ile resmi çekilip saptanabilen bu ayrıntılar, genel sağlık durumumuz hakkında bize ciddi öngörüler sunar. Ayrıca durugörü[7] yeteneği gelişmiş olan kişiler, tıpkı Kirliyan Fotoğrafı gibi bu halleri kolayca görebilirler.

Aurayı görmek, algılamak ya da işitmek (ısı ve ışık varsa, hareket olunca da onun sesi vardır), kişinin içinde bulunduğu enerjisel durum hakkında çok önemli ve mutlaka dikkate alınması gereken bilgiler sunar. Bu bilgi kişinin bazı hastalıkları yaşamadan atlatmasına, daha önemli olanlarını ise kolayca yaşayarak arkada bırakmasına gerçek bir katkı sağlar.

Bu çok önemlidir. Bazı hastalıklar mutlaka yaşanmalıdır. Bu konuya daha ileride önemle değineceğim. Şimdilik bu bilgiyi burada keselim ve “enerjisel sistem nasıl çalışıyor?” sorusuna yanıt arayalım. Yukarıdaki açıklamayı kısaca anımsatayım.

Beden her türlü yaşanmış deneyimi genler içine kayıt edip, bu genler aracılığıyla sonraki nesillere enerjisel boyutta aktarıyor. Bu kayıtlarda hoş anılarla diğerleri hep birarada bulunuyorlar. Kişi ilgili kayıtlardan birini harekete geçirecek her hangi bir enerji ile karşılaştığında, sistem alarm veriyor ve o bölgedeki akupunktur noktaları kendilerini kapatıyorlar. Bu durum sakıncalı/tehlikeli enerjinin içeri sızmasına engel oluyor.

Burada akupunktur noktaları kapanması işlemi işin anahtarını oluşturuyor. Bu noktalar her ne kadar içeriden gelen enerjisel komuta hemen yanıt veriyorlarsa da, hareket edebilmek için enerjiye gereksinme duyuyorlar. Yani kapanabilmek için enerji gerekli. Nereden alacaklar bu enerjiyi? Elbette bedeniçi kaynaklardan yararlanacaklar.

Pekala, bedende hangi enerjiler var? Toprakta bulunan her ne varsa, hepsinden bir miktar bedende var ve onların enerjisinden yararlanacaklar. Peki şimdi ne olacak? Bu enerjilerden hangilerini kullanacaklar? Genetik kayıtlarda bu konuyla ilgili “filanca tür enerjiye karşı koymak için falanca tür enerjiden/enerjilerden yararlanılır” türünde bir bilgi varsa işe o enerjileri öne getirmekle başlayacaklar.

Seda’ya dönersek, onun sorunu akciğerle bağlantılı olduğundan, beden kendi içinde bulunan “okaliptüs ağacı” enerjisini yüzeye taşımayı yeğleyebilir. Eğer kayıtta birden fazla madde varsa (ki genelde öyledir), kayıtlı olan tüm maddeleri sırayla öne taşır. Tıpkı savaşa giden piyade askerler gibi artarda dizilirler. Auraya yapışık halde (en dış tarafta) okaliptüs enerjisi, arkasında örneğin magnezyum, onun arkasında gümüş ve en son olarak da demir (en içte, fiziksel bedene yapışık halde) olsun.

Akupunktur noktaları hemen bu okaliptüs enerjisinin bir kısmını kendilerini kapamak, kalan kısmının çoğunu ise, gelen saldırganın içeri girmesini engellemek adına kullanmaya başlar. Bu arada aynı enerjinin küçük de olsa bir kısmını da, kendilerini kapalı tutabilmek için kullanırlar. Saldırının uzun sürdüğü hallerde, kaynaklarda tükenen okaliptüs yerine, bir arka sıradaki magnezyum ve sırayla diğerleri kullanılır.

(Bütün bunlar olurken, enerji beden bir yandan da çevrede işine yarayabilecek türden enerjiler aramaya başlar. Bulursa o enerjileri emerek sömürmeye -kendi çıkarları için kullanmaya- başlar.

Eğer saldırı sürüyorsa ve karşı çıkabilecek kaynaklar da tükenirse, beden son olarak meridyenin içindeki kendi Çİsini (örneğimizde Akciğer Çisi) devreye sokar. Bu da yetmezse, kanalda ciddi bir zarar oluşur.

Ancak gördüğünüz gibi, kişinin gerçekten bir enerjisel kodlamadan hastalanabilmesi için, bu tür bir enerjiyi tetikleyici sanal ya da gerçek bir tür deneyim yaşaması gerekiyor. Aksi halde, o kayıt orada olsa da asla açığa çıkmadan bir ömür yaşanması olası. Bir başka deyişle, kişinin kendi zihni devreye girmeden, genetik kodlamanın bir anlamı yok, ancak kayıt varsa, dönüştürülmeyi bekliyordur. İlgili kişi bunu dönüştürebilecek güce sahipse, kendi zihinsel süreçlerini devreye kolayca sokuyor. Buraya daha sonra döneceğiz J.)

Bütün bunların yetmediği ve o enerjinin bedenden içeri sızabildiği hallerde, zaten yorgun düşen bedenin “kendini iyileştirme gücü” de zarar görmüş olduğundan, en küçük bir etken doğrudan hasta olmamıza sebep oluyor.

Zararlı/saldırgan/sakıncalı enerjilerin olduğu ortamdan ayrıldığımızdaysa, tehlikenin ortadan kalktığını ayrımsayan noktalar kendiliklerinden açılıp, sistemin hem temizlenmesine hem de yeniden güçlenmesine destek veriyorlar. Böylece genel olarak sağlıklı olan yaşamımıza geri dönüyoruz.

Burada mutlaka akılda tutmak gereken bir nokta var. Tüm bu süreç, kişi ilgili sakıncalı enerjiyi taşıyan, anımsatan başka bir unsur karşısına geldiğinde de yinelenebilir. Bu bir resim, orada üretilmiş bir obje, bir film sahnesi hatta bir dostun anlattığı bir öykü bile olabilir. Ne yazık ki bu durumda hastalık halinin enerjisel nedenini bulmak oldukça güçleşir, sorunu ortadan kaldırmak olanaksızlaşabilir.

Burada gerçekten iyi bir bütünsel şifa uzmanına gereksinme duyulacaktır. Unutulmamalı ki, kendi başına Zen-Jiu bir süre için yeterli olsa da, kısa bir zaman sonra aynı şikayet yeniden ortaya çıkabilir.

 


[1] Genetik kodlamasında bazı hastalıklar saptanan kişilerin bu genlerinin değiştirilmesini öngören çalışma

[2] Pelin Otundan yapılmış bir çeşit puroyu tütecek şekilde yakarak ilgili noktayı ısıtma işlemi. Bu çalışma hem otun enerjisinin o noktadan içeri girmesini sağlıyor ve bedene bir tür doğal ilaç aktarımı gerçekleştiriliyor hem de yüksek ısı aracılığıyla nokta içinde birikmiş olması muhtemel nem buharlaştırılarak gerekli kuruluk geri getiriliyor.

[3] Çince adı “Guan Yuan” (kaynağın dayandığı yer)

[4] İngilizce Conception Vessel

[5] Çince adı “Mingmen” (hayatın girişi/kapısı)

[6] İngilizce Governor Vessel

[7] Yüksek titreşimli enerjileri çıplak gözle görebilme becerisi

Zeynep Alan Sevil Güven