İlkel büyünün etnoloji açısından ele alınıp incelenmesi, ruhumuzun derinliklerindeki ikili veya karşıt duyguları aydınlatır. İlkel tedaviler Afrikalı otacılar ve Asyalı şamanlar tarafından bugün de uygulanmaktadır. Psikoterapistler, bugün o yöntemlerde çocukluk hayallerimizin altında yatan büyüsel-dinsel düşüncenin yansımalarını bulur.

Büyücünün, gizli güçler tarafından kaçırılmış bir ruhu vücuda geri döndürmesi veya bir bedene egemen olmuş kötü bir ruhu (obsesyon) o bedenden çıkarması, vurmayı, kanatmayı, dövmeyi gerektiriyordu. O devirde insanlar aklı hayvan vücuduna transfer etmeye çalışırlar, şeytanı ve cinleri kovmak için yapılan bir karşı büyüden, egzorsizmden (Hıristiyan Kilisesi tarafından bugün de hala geçerli olarak kabul edilen bir uygulamadır) yararlanırlardı. Amerikalı bilim adamı H. F. Ellenberger bugünki dinsel arınma uygulamalarının kökünün ta o zamanlara dayandığını göstermiştir.

Alman hekimi F. A Mesmer’in (1734-1815) manyetizmaya dayalı uygulaması bu anlayıştan doğdu. Tahtadan bir tas, su, cam ve metal parçalarıyla doludur. Bundan demir çubuklarçıkar ve hastalar zedelenmiş olduğu tahmin edilen vücut bölgeleri üzerine bunları koyarlar. Piyanoda çalınan bir parçanın da etkisiyle, birden krizortaya çıkar: çırpınmalar, gülme krizi, bazen çıldırma hali. Birkaç seanstan sonra bazı hastalar iyileştiklerini bildirirler.

Nancy’ye yapılan hipnoz Sigmund Freud’un ilgisini çekmiş ve onu Goethe’nin arkadaşlarından, psikofizyolog ve doğa filozofu Alman C. G. Carus (1789-1869) tarafından açıkça formüle edilmiş olan bilinçsiz ve bilinçli kişiler arasındaki farkı incelemeye yöneltmiştir. Bunu ve İsviçre’li psikiyatr E. Bleuler’in “karşıt duyguların birliği” kavramını birleştiren Freud’un çalışmaları, o zamana kadar yalnız indüklemeye dayanan psikoterapinin tarihinde bilimsel bir çığır açmıştır.