Çalışmalarım bana sevginin insan hayatında ne denli önemli olduğunu gösterdi. Sevgisizlik ortamı çocukta bir güvensizlik zemini oluşturuyor ve en küçük travmada devreye sürüngen beynin koruma stratejisi giriyordu. Bu arada gerçekten sevmeyi başarmış çok az kişinin bulunduğunu söylemek gerek. Çünkü sevmek için bütün koşullandırmalardan, beklentilerden ve sınırlamalardan kurtulmuş olmak gerekiyor. Bu ise zor iş! Çaba gerektirir. Kültürel kalıpların ötesine geçmeyi, düşünmeyi, kendi kendini anlamayı ve değiştirme yeteneğine sahip olmayı gerektirir. Gerçeği sevmeyi, gerektiğinde gerçeği değiştirmeye çalışmak yerine kendini değiştirebilmeyi gerektirir. Karşısındakinin dünya modeline saygı göstermeyi gerektirir. Onu eğip bükmeye çalışmadan ilişki kurmayı gerektirir. Zor iştir yani! Meşakkatlidir. Özgür olmayı ve başkasının seçimlerine saygı duymayı gerektirir. Sıkı bir çalışma gerektirir. Aslında çalışma sözcüğünün gerçek karşılığı tam olarak budur. Geçmişte bir Gülyüzlü bu işe “Büyük Cihad” demişti. Zor iştir ama ince bir iştir. Ne kadar emek verirseniz bu işe, size misliyle kazandırır. Mutluluk, neşe ve bolluk olarak geri döner. Aslına bakarsanız insan sevmeye mecburdur. Çünkü o, Tanrı’nın sevgisinden yaratılmıştır. Ve böyle sevmek onun kaçınılmaz kaderidir. Yani sevgiyi ya öğrenecek, ya da öğrenecektir. Üstünde olduğumuz dünya treni bizi oraya götürmektedir zaten. En akıllıca olanı bu işi bir an önce kıvırmaktır.

SEVGİSİZLİK ÖRNEKLERİ

Daha anne karnında başlar her şey:

1- Eğer anne gergin, mutsuz ve çaresiz hissediyorsa kendini bebek bunu hisseder. Yaşamsal güven alanı zedelenir. Devreye sürüngen beyin girer. Çocuk kendini istenmeyen bir varlık olarak algılar. Matrix buna göre oluşur. Kendini çevresindekiler için feda eden biri olur çıkar. Ancak böyle olduğunda kendini yaşamsal düzeyde güvende hisseder.

2- Anne karnında yaşadığı bir travma, örneğin babanın anneyi dövmesi, bebek tarafından algılanır. Fakat bu sırada sürüngen beyin devrede olacağı için buradan yanlış sonuçlar çıkartılır. Örneğin o sırada babanın anneye bağırarak söylediği sözler aynen alınır ve genelleştirilip çarpıtılır. Bir danışanım böyle bir sahneyi hatırlamış ve babanın anneye ”sapık” diye bağırdığını hatırlamıştı. Şaşırarak o sözün kendisine söylenmiş olduğunu sandığını söyledi.

3- Evde sürgit devam eden tartışmalar, bağırış çağırış da aynı etkiyi yapar. Çünkü çocuk için anne babanın birliği büyük bir güven zemini oluşturur. Bu tip tartışmalar hemen sürüngen beynin girmesine yol açar. Ya onları bir arada tutmak için “iyi” çocuk olmaya karar verir, ki bu aslında çocuk olmaktan vazgeçmek demektir; ya da büyüdüğünde hep sorun giderici kişi olarak kişiliği şekillenir.

4- Sevgisizliğin bir başka boyutu. Aşırı beklentidir.

Anne baba çocuktan bir kahraman, bir yıldız, bir kurtarıcı olmasını bekler. Aksi halde çocuk yeterli sevgi ve ilgiyi alamayacağını bilir. Bu koşullu sevgi sürüngen beyni devreye sokar. Çocuk da, anne baba (ya da her kimse) için kahraman ya da yıldız olmak ne anlama geliyorsa öyle olmaya çalışır.

Yaklaşık ortalama kırk yıl süren bir uğraştan sonra ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabildiğini görür!

5- Sevgisizliğin en tehlikeli ve pek fark edilmeyen boyutu “özveri kıskacıdır.”

Anne baba çocukları için kendilerini feda ederler. Saçlarını süpürge ederler. Yemezler yedirirler, giymezler giydirirler. Onların da çocuklarından bazı küçük ricaları olacaktır elbette. Mesela kendilerini yaşamamak gibi! Sevdikleri biriyle evlenme girişimleri böyle değiştirilir, en çok yapmak istedikleri meslekten bu sebeple vazgeçerler. Ne zaman hayatları ile ilgili önemli bir karar vermeye dursalar karşılarına özveri senedi çıkartılır. Çocuk anne babaya öfkelenir bu yüzden, ama bunu ifade edemez, içine atar. İfade edilmemiş öfke örneğin kanser içi bir numaralı nedendir.

6- Bir başka sebep kız erkek ayırımı yapmaktır.

Bu, bizim ülkemizde çokça görülen bir durum. Cahiliye devrindeki Arap adetlerinin bir başka versiyonudur aslında. Onlar bu işte daha radikaldiler; kızlarını diri diri kuma gömüyorlardı! Oysa ailesi erkek bekleyen ve kız olarak doğan biri de yaşar belki yaşamasına, ama ruhsal olarak kuma gömülmüştür. Cinsellikten, hayattan, kendinden haz alamaz. Haz hayatın motorudur. Haz olmayan yerde ölüm vardır aslında. Böylesi kişilerde kadınlığını reddetme durumu ortaya çıkar. Biraz erkeksi olmayı seçerler. Bir yandan da “ben kızım ama bakın bir oğlan kadar mükemmelim,” durumu gelişir.

7- Katı, kuralcı ebeveynler de sürüngen beyni patron yapan en sık rastlanan örneklerdir.

Bu tip aileleri kurallar yönetir. “Doğru” şekilde yapılmalıdır her şey ve asla yanlış yapılmamalıdır. Her şeyin bir doğrusu bir de yanlışı vardır. Ne yapsalar, nasıl yapsalar beğenilmez takdir görülmez. “Daha iyi olabilirler” her zaman. Böylece yanlış yapmaktan korkan, kendisini ve başkalarını yargılayan bir karakter oluşur. Bu tiplerin kafa katılıkları bedenlerine de yansır. Kaskatı dururlar. Boyunları sık sık ağrır. Hatta belki bir süre sonra fıtık olurlar. Gülmeyi bilmeyen, donuk bakışlı biri olup çıkarlar. Migren kaçınılmaz bir arkadaş olur onlara. Cinsel yönden soğuk olurlar. Bedensel teması pek sevmezler. İş hayatlarının ortak kaderi çok uğraşıp, mücadele verip az sonuç almaktır.

8- Cinsel taciz kurbanları

Cinsel taciz, çok sık rastlanan bir durumdur. Fakat kişiler bunu saklarlar. Çocuklar genellikle en yakınları tarafından tacize maruz kalırlar. Abi, dede, amca v.s gibi. Çok küçük yaşlarda böyle bir şeye maruz kalan kişi, sonunda sınırları olmayan biri haline gelir. İnsanlar kolayca onun özel haklarını gasp eder. Saygısızlık yaparlar kendisine ve o sesini çıkaramaz. En küçük eşyalarına bile sahip olamaz sanki. Bir süre sonra cinsel organlarında miyomlar, kitleler oluşur.

9- Sevgisizliğin en etkili boyutu görmezlikten gelmektir!

Anne baba kendi meselelerine, hayatlarına, toplumdaki rollerine öyle dalıp gitmişlerdir ki, çocuklarının farkında bile değillerdir. Çocuğu dinlemezler, ona bakmazlar, onunla konuşmazlar. Onların işleri vardır. Onların sorunları vardır.

Onların…

Böylelikle sinik ve silik bir karakter çıkar ortaya.

Kendini güvende hissetmek istiyorsa, sesini çıkarmamalı, öylece durmalıdır.

Bunlar bir toplulukta isimleri en zor hatırlanan kişilerdir.

Hayalet gibi dolaşırlar.

Sesleri kısık, zor anlaşılır bir şekilde çıkar.

Özür diler gibi konuşurlar sanki hep şöyle hissederler ve hissettirirler: “Yaşadığım için kusura bakmayın ne olur!”

Bu kişilerin kendilerine yokmuş gibi davranan bir eşle evlenme ihtimali çok fazladır.

Ya da hiçbir zaman tam olarak bağlanmamaları ihtimali…

Hayatı içine çekmek, almak hakkına sahip olmadıklarına inandıkları için astım olma ihtimalleri yüksektir.

10- “Sen adam olmazsın” kehanetiyle büyüyenler.

Bu tip anne baba (ya da sadece biri) çocuklarını motive etmek için kendilerince bir yol belirlemişlerdir. Başarılı ve güçlü olması için çocuklarının hep şu sözü söylerler: “Sen adam olmazsın!” Hatta bazen motivasyonun dozunu arttırırlar. Örneğin “sen adam olursan köpekler de olur,” gibi…

Bu sözlere birkaç tokadın eklenmesi etkiyi bir hayli arttırır.

Bu tip bir davranışa maruz kalanlar, bu kehaneti gerçekleştirmekten başka çareleri yokmuş gibi davranırlar.

Ne kadar yetenekli ve akıllı olurlarsa olsunlar, ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar gerçekten sonunda onlardan bir şey olmaz.

Buradaki sır, sürüngen beynin adam olmayarak adam olmak gibi salakça bir stratejiyi sürdürme inadıdır.

11- Çocuklarını süs bebeği gibi yetiştirerek kendilerine bağımlı kılan anne babalar.

Bu tip ebeveynler, “dur senin yerine ben yaparım” durumundadırlar.

Çocuklarına güvenmezler. Ya da sanki onlar hiç üzülmesin, kırılmasın, yorulmasın tavrını sürdürürler.

Sonunda çocukta, “ben onlarsız bir hiçim” düşüncesi yerleşir.

Başlangıçta bu durumu fark etmez. Ama ne zaman ki hayat sorumluluğu sırtına biner (daha doğrusu bindiğini hisseder; çünkü omzu o denli güçlenmemiştir,) o zaman korkular, sıkıntılar başlar.

Ya bir çocuğun doğumu, ya yeni bir işe başlama bu güçsüzlük durumunu tetikler.

En küçük bir iş onun için kâbus olmaya başlar. Yemek yapmak sanki dünyanın en zor işi olmuştur.

Birdenbire bir geri dönüş yaşanır. Kişi yine sanki çocuklaşmıştır.

12- Ölen bir kardeşinin yolunu izleyenler…

Kendisinden önce ya da sonra bir kardeşi ölen ya da sakat doğan bir çocuk bu kardeşinin ölümünden kendini sorumlu hisseder. Onun kaderini izlemek eğilimi taşır.

Bu kişiler intihar eğilimi taşırlar. Sanki “senin yerine ben” demektedirler.

Hayatlarını kötüleştirmek için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Sanki üzerlerinde bir lanet varmış gibi davranırlar.

Kendilerine özen göstermez, değer vermezler.

Sanki birileri her an parmaklarını onlara uzatacak gibidir.


Yukarıdaki örneklerden insanın koşulların kurbanı olduğu sonucunu çıkartacağımız kesindir. Ama durum hiç de öyle değil. Bu resmin sadece bir kısmıdır.

İnsan seçen bir varlıktır. Hem de en üst düzeyde. İnsanın derin düzeylerinde tüm resme hâkim olan yanı. Hangi aileyi seçerse hangi çekirdek inanca ve stratejiye sahip olacağını bilir.

Seçimini buna göre yapar. Çünkü bu stratejiyle yola çıktığında, bu hayat için hatırlamayı amaçladığı bilgeliği fark etme şansı olacaktır.

Yani insan başından sonuna kadar ve her konuda, her şeyi kendisi planlar.

Şanal Günseli