İnsan neden ait olma duygusu ile büyür ve ölür? Neden hep kendinden daha büyük, daha güçlü bir olguya ait olmak ister?

” Neden bir takıma, bir dine, bir ülkeye kısacası karşılığını hiç bir zaman alamayacağı olgulara ait olmak ister?
Nedir bu korku?
Nedir bu yalnız olmaktan kaçış?
Neden hep kendinden daha güçlüyü arayıp, bulunca şucu bucu olma isteği?
Böyle mi büyütülüyoruz, yoksa sistem gerçekten de böyle mi?
Gözle görülür elle tutulur hiçbir kazancı olmamasına rağmen neden illa bir yerin bir parçası olma isteği?
Asıl olan bir yere ait olma duygusu mu yoksa kendi gücümüzden korkup başka şeylerden medet ummak mı?”

Yukarıdaki satırlar bir danışanıma ait. Derin düşünen ve kendisini sorgulayan bir insan olduğu için bu tür soruların cevaplarını araması çok doğal. Sanırım kendisini sorgulayan birçok insanın zihnine takılan sorular bunlar.

Ait olma duygusu, milyonlarca yıl diğer canlılarla ortak yaşam alanını paylaşan insanın türünü devam ettirebilmesi için gerekli bir duygu. Topluluklar halinde yaşayan diğer canlı türleri gibi insan türünün de tek başına varlığını sürdürebilmesi ve bugünlere gelebilmesi mümkün olamazdı.

Özetle ait olma duygusu doğuştan getirdiğimiz bir duygu. Ve ne yazık ki sağlıklı bir şekilde tatmin edemediğimizde sağlıksız yollara başvuruyoruz.

Sağlıksızlık çocuklukta başlıyor. Çocuk, özgün bir birey olarak kabul gördüğü bir aile ortamında büyümemişse hem özgünlüğünü hissedemiyor hem de aidiyet duygusunu tatmin edemiyor.

Ama hem özgün (farklı) olduğumuzu hem de bir yere ait olduğumuzu hissetmek isteriz. Aidiyet duygumuzu tatmin edecek bir ortam yoksa kendimizi özgün hissedeceğimiz toprak da yoktur.

Ait (benzer) olma ihtiyacı ile tam zıttı olan özgün (farklı) olma ihtiyacı aslında birbirini tamamlar. Biri sağlıklı tatmin edilemiyorsa diğerinin tatmini de sağlıksız olacaktır.

Örneğin eğer aidiyet duygumuzu inandığımız bir din ya da bir futbol takımıyla doyuruyorsak, farklı olma ihtiyacımızın tatminini de kaçınılmaz olarak diğer dinlerden ya da takımlardan farklı olmamızda ararız. Ya şoven milliyetçi ya bağnaz dindar ya da fanatik taraftar oluruz.

En üstün ırka sahip olduğumuzu düşünüyorsak, ait olduğumuz ırkımız için gözümüzü kırpmadan canımızı feda ederiz.

Bizi belirleyen dinsel aidiyetimizse diğer dinlere mensup olanlar ya da dinsizler bize katli vacip insanlar olarak gözükür.
Ve diğer ırklardan, diğer dinlerden daha “üstün” olmamız bizim farklı olma ihtiyacımızı tatmin edecektir.

Tabii ki sağlıklı olan, kendimizi kimseyle kıyaslamadan özgünlüğümüzü hissedebilmektir. Bu yaklaşım bizi, kendi seçtiğimiz ve bizi geliştiren bir yere ait olmamız gibi bir anlayışa götürür ve ait olduğumuz yerde, sadık bir eş, vefalı bir dost, özverili bir çalışan ve bütüne katkıda bulunan bir İNSAN oluruz.

Konuk Yazar