Aynı işyerinde çalıştığım arkadaşım bir haftadır misafir ettiği yaz aşkını uğurlamıştı. Tatilde tanışmışlar, sonra da onu İstanbul’a davet etmiş. Ben de arada onlara eşlik etmiş, güzel sohbetlerimiz olmuştu. Avusturyalı, 3 dil bilen, üniversite mezunu, kitap dükkânı işleten, genç bir bayan. Misafiri uğurladıktan sonra arkadaşımda bir sıkıntı başladı. Ben âşık oldu, ayrılık zor geliyor herhalde diye düşünürken onun içinde başka sıkıntılar olduğunu bir süre sonra öğrendim. “Korunmadan ilişkiye girdim, acaba bir hastalık aldım mı?” diye şüpheleri varmış. Sonuçta yabancı bir kadındı, geçmişini ya da yaşantısını bilemiyorduk. “Test yaptır için rahatlasın” dedim. Ama klasik korkular yüzünden, ya sonuç kötü çıkarsa diye korkularından bir türlü gidemiyordu. Yardımcı olmak istedim. “Ben de yaptıracaktım zaten. Hadi beraber gidelim” dedim. İşyerinden izin alıp en yakın devlet hastanesine gittik. O sıkıntılı, ben moral veriyorum. Kanlarımız alındı. Sonuçlar 2 gün sonra denildi. 2 gün bu konuda hiç konuşmadık. Ama onun ürkek halini dağıtmak için çaba gösteriyordum. Sonuçları almaya beraber gittik. Onun sonuçları hemen verildi. Her şey yolunda. Benim tüplerde kan pıhtılaşması olmuş, bir daha alacaklar! Sonuç da 15 gün sonraymış. Neden o kadar çok zaman diyorum. Cihaz bozuk parça gelecek yurtdışından diyorlar. Herkes rahat. Arkadaşımın sonuçlarına sevindiğimiz için aklımıza hiçbir şey gelmiyor.
15 gün çok çabuk geçti. Hatta ben kan verdiğimi bile unutmuştum. Dayımı kanserden kaybettik. Ablamın bebeği oldu. Bu telaş içersinde zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadım. Ablam şehir dışındaydı. Cenaze nedeniyle daha ziyaretine gidememiştim. Cuma öğleden sonra, annem babam, kız kardeşim, teyzem hep beraber bebek görmeye gitmeye karar verdik. Onlar kalacak ben ertesi sabah işe dönecektim. Öğlen saatlerinde işyerime telefon geldi. Hastaneden arıyorlardı! Sonuçlar çıkmış almam gerekiyormuş. “Pazartesi alırım, şu an gelemem” diyorum. Ama telefondaki ses ısrarlı.“Bu gün mutlaka alın” diyor. Sebebi de “hafta sonu raporlar, dosyalar kapanacak” diyor. “Peki” diyorum. Evden de telefon geliyor, “Hazırız hadi gel, geç kaldık diyorlar” Aracıma binip önce hastane sonra eve uğrayıp yola çıkacağım. Yolda bir sıkıntı girdi içime. Bir gariplik vardı olaylarda. Kan pıhtılaştı, cihaz bozuk, sonucu mutlaka bu gün alın. Hiç bir devlet hastanesi “sonucunuz çıktı gelin alın” diye ısrar etmez diyorum kendime. Ama aklıma da kötü bir şey getirmek istemiyorum. Hem ne olabilirdi ki. Herkes gibi bir hayatım vardı. İşinde gücünde ailesiyle yaşayan biriydim. Her bekâr erkek gibi arada kaçamaklarım olmuştu ama onlarda sıradan insanlardı. Hayat kadını, ya da yabancı kadınlar değillerdi. 2 yıl önce kontrol yaptırmıştım. Son 2 yılda 3 kadın girmişti hayatıma. Gerçi yürümemiş ve ayrılmıştık, bir daha da görüşmemiştik. Şüphelenmem için bir sebep yoktu ki. Ama bu içimdeki sıkıntı niyeydi?
15 gün önce ki hemşirenin karşısındayım yine. Sonuçlarımı karşı binadan alacakmışım. Bilgisayarda bir arıza varmış çıktı alamıyormuş. “Gariplikler zinciri sürüyor” diyorum. Karşı binadayım. Derdimi ilk beyaz önlüklüye anlatıyorum. Acelem var, sonuçları alıp yola çıkmalıyım. Bekleyenler var. Beni bir odaya alıyorlar. 2 kadın doktor masalarında oturuyor. Biri kitap okuyor, diğeri beni karşılıyor. “Buyurun oturun” diyor. Şaşkın bir şekilde oturuyorum sandalyeye. “Ne yazık ki pozitif çıktı” diyor. Anlamıyorum dediklerini. “Nasıl yani, o ne demek şimdi” diyorum. “Yani AIDS olmuşsunuz ” diyor. Garip garip yüzüne bakıyorum doktor hanımın.”Bir yanlışlık vardır. Benim bir şikâyetim de yoktu zaten “diyorum. “Doğrulama testi yapıldı, maalesef, üzgünüm” diyor. “Birazdan uyanacağım bu rüya bitecek” diyorum. Etrafıma bakınıyorum boş boş. Elime bir kâğıt uzatıyor. “Peki, şimdi ne olacak?” diyorum. “Ne yapmam lazım, ne kadar ömrün var” diyorum. Aklıma bildik görüntüler geliyor. Aşırı zayıflık, yaralar içinde bitkin bir vücut, yalnız, acılar içinde ölmek için yalvaran biri olarak hayal ediyorum kendimi. Doktor bana bununla yıllarca yaşayanlar olduğunu söylüyor. Ama ben sadece duyuyorum onu anlayamıyorum. Hiçbir şey anlayamıyorum. Şok dedikleri bu olsa gerek. Üniversite hastanesine gitmemi söylüyor. Bazı testler yapılmalıymış. Elimde kâğıt hastane koridorundayım. Çıkış kapısı çok uzak gibi geliyor. Hiç çıkamıcam gibi geliyor. Telefonumun çaldığını söylüyor birileri. “Hadi kapıda seni bekliyoruz” diyor annem. 3 saatlik bir yol var. Ama nasıl kullanacağım aracı? Nihayet kendimi dışarı atıyorum. Bir hemşire var kapıda “Geçmiş olsun, şimdi ne yapacaksınız, vah vah yazık, çok da gençsiniz” diyor. Güçlü olmam lazım, “sakın kendini bırakma” diyorum kendi kendime. Kapıdaki aracıma binince gözümdeki yaşlar akmaya başlıyor. Evet, çok genç değilim ama ölmek için 35 yaş erken diyorum kendi kendime…
Hastaneden çıkıp eve geçiyorum. Bizimkiler kapıdalar. Hemen yola çıkıyoruz. Araçta neşeli sohbetler, arada kahkalar, bazen sorular oluyor. Tek bir şeye odaklanmışım. Araçta çok fazla can var, kaza yapmamalıyım. Sorulara kısa cevaplar vererek savuşturmaya çalışıyorum. Neden güldüklerini anlayamıyorum. 3 saatlik yol nasıl bitti anlamadım. Kafamda hep başka şeyler var. Kimden aldım? Neden ben, bunlar geçer mi? daha bir sürü şey. Bunu hak ettim mi? Ablamın evindeyiz. Ben bebeğe bakamıyorum bile. Dokunamıyorum, nefesimi bile sakınıyorum. Korkuyorum, çok küçük ve savunmasız, ona zarar vermekten, başkalarına bir şekilde bulaştırmaktan çok korkuyorum. Her yerimden virüs akıyormuş gibi sanıyorum. Pisim, damarlarımda dolaşan, bana hayat veren kanım kirlenmiş. Kurtulma şansım yok. Yemek masası kuruluyor, bana işkence gibi geliyor, yiyemiyorum. Lokmalar gitmiyor. Anlayacaklar, soracaklar diye korkuyorum.”Ben yola çıkmadan yemiştim” diyorum. Yine sohbetlerden bir şey anlamıyorum. Aklım hep ölüm şeklimde. Kitlenmişim oraya. Akşam herkes yatağına çekildi. Uyuyamıyorum. Sabaha kadar düşündüm. Bu şekilde ölmemeye karar verdim…
Ölüm şeklini ben belirleyebilirdim. AIDS’ten ölen oğulları ile ailemi mahcup edemezdim. Trafik kazası masum bir ölüm olurdu. Yerini de belirledim. Yol üzerinde sürekli kazaların olduğu tehlikeli bir bölge vardı. Nasıl olacağını kafamda planladım. İstanbul’a dönmeyecektim. Kahvaltı masasındayız. Yiyemiyorum yine. “işe geç kaldım acelem var hemen yola çıkayım ” diyorum. Beni uğurlamak için hepsi otoparka geliyorlar. Onlar gülen gözleriyle güle güle diyorlar. Bense son vedamı yapıyorum. Sıkı sıkı sarılıp öpüyorum herkesi. İlk kez belki de babama onu çok sevdiğimi söylüyorum. Anneme veda etmek ayrı zor. Onu üzdüğüm zamanlar için affetmesini söylüyorum içimden. Ama böylesi daha iyi. Gerçek bilinmeden kapatılmalı. Bir saatlik ömrüm var. Aklıma cebimdeki kâğıt geliyor. Bir yerde durup onu da yakmalıyım. Sonra kaza yapmalıyım, kurtulma şansım olmayacak bir kaza olmalı. Veda faslı bitikten sonra aracıma binip çalıştırıyorum. Anlamamaları için yüzüme bir tebessüm koyuyorum. Birden kız kardeşim biniyor araca. Haydaaa. ” Ne oldu?”. “Abi bende senle döneceğim”, “Hani kalacaktın sen, hafta sonunu burada geçirecektin”, “Dönmeye karar erdim, burada bir işim de yok, İstanbul’da işim vardı aklıma geldi, gidip onu halletmem lazım”, “Ama olmaz” , “Abi neden olmuyor, sen zaten İstanbul ‘a dönmüyor musun, ne yani arabada fazlalık mıyım?” İçimden çok şey geçiyor ama verecek bir cevap bulamıyorum. “Bütün planlarımı bozuyorsun ” diyorum sadece. İndiremiyorum araçtan. Yola çıkıyoruz. Yolda o dışarıyı seyredip müzik dinliyor, bense gözyaşlarımı durdurmakla mücadele halindeyim. O yere yaklaştıkça kafam bulanıyor. O kadar şartlandırmışım ki kendimi, mutlaka kaza yapmalıyım. Karşıdan gelen kamyona hızla çarpacağım. Şoför tarafından vursam kardeşim zarar görmeden sonuca ulaşabilir miyim diye çok düşünüyorum. Belki o yaralanır ben ölürüm diyorum. Ama çok tehlikeli ona zarar vermemeliyim. O bölgeyi geçene kadar gel git er yaşıyorum. Olmuyor, ona zarar verme riskim çok yüksek. Bilmeden planlarımı bozup, şu an hayatta olmamı sağlıyor.
İstanbul’a varıyoruz. İşe geliyorum. Hafta sonu çalışacağım. İki gün boyunca hayatımın rolünü oynadım. Soranlara “yol yordu” diyorum. Sürekli kendimle hesaplaşma halindeyim, sorular soruyorum kendime, cevabını bulamadığım. Yine intihar planları yapıyorum. En ufak bir belirti var mı diye sürekli vücudumu yokluyorum. Tek bir şeyi bekliyorum, pazartesi olsun, hastaneye gideyim, testler yapılsın ve bana ne kadar ömrüm kaldığı söylensin. Bu son yaz tatilim mi olacak acaba. Eskiden insanlar ömürlerini bilse ona göre hazırlık yapsalar diye düşünürdüm. Meğer ne kadar yanlış bir düşünceymiş. Öleceğin zamanı bilmek, insanın yaşam isteğini öldürüyormuş. Hiçbir şey yapamıyormuş insan. İki gün boyunca hiç uyuyamadım ve yemek yiyemedim. Sadece en samimi arkadaşımla paylaşabildim. Oda panik halde hemen bir hastanede test yaptırdı. Sonuç negatif. Tuhaf geldi. Her hafta sonu gece hayatı yaşayan, gecelik ilişkiler yaşayan oydu. Hatta o kadar emindi ki sende varsa bende mutlaka vardır diye. Sonuçları almaya zil zurna sarhoş gitmişti. İkimizde inanamadık sonuçlarına. Başka yerde de yaptırsam mı acaba dediğinde, ben durdurdum onu. Sonuçlar elinde sarhoş, ağlıyor. Keşke bir organ lazım olsa verseydim. Yardım edememek, çaresiz kalmak ne kadar zormuş dedi. Akşamları iş çıkışı beni alıp bir yerlere götürerek yalnız bırakmamaya çalışıyordu.
Nihayet pazartesi oldu…
Sabahın çok erken saatinde hastanede sıradayım. Üniversite hastanesi. Kalabalık. Herkesin derdi var. Allah dağına göre kar verirmiş sözü aklıma geliyor. Ben bu karı taşıyamıyorum, çığlar düşüyor her yanımdan. Çığlıklar atıyorum yine içimden sessizce.Doktorlar geliyor. Bana verilen bir doktor ismi var. Onu bulmalıyım. Önüme çıkan ilk kapıdan kafamı uzatıyorum ve ilk gördüğüm kişiye sesleniyorum. Tesadüf aradığım doktormuş. Tanıyı yeni aldığımı söylüyorum. Odasına alıyor beni. “Sadece ne kadar yaşarım onu söyleyin yeter” diyorum. Dur bakalım diyor babacan tavırla. Beni ikna etmeye çalışıyor. Duyuyorum söylenenleri ama anlayamıyorum pek. Yorgunluk, şartlanmışlık, bilgisizlik hepsi var. Bana bir dosya hazırlanıyor. Kan alınacak bazı testler yapılacak. Başka bir servise yönlendiriliyorum. Test sonucunun birkaç ay sonra alınacağını öğreniyorum. Ama nasıl olur belki 3 ay ömrüm var onu da sonuç bekleyerek mi geçireceğim diyorum içimden. Benim için aylar çok önemli geliyor o an…
Son test için kan verdiğim hemşire, beni bir doktora yönlendiriyor. Anlamıyorum önce. Sanırım imzası gerek diye düşünüyorum. Odasını bulamıyorum bir türlü. Koridorlarda sürekli kayboluyorum. Elimde kâğıtlar bir kapının önündeyim nihayet. İçerde 4 masa var hepsinde bir doktor çalışıyor. Ben birine yaklaşıp elimdeki kâğıtları uzatıyorum. İmza atsa da artık çıkıp gitsem diyorum. Kâğıtlarıma bakıp arkadaşlarından müsaade istiyor. Bir anda bütün doktorlar yerlerinden kalkıp odadan çıkıyorlar. Beni yanındaki iskemleye oturtuyor. Ben kurulu bir robot gibi söylenenleri yapıyorum. Çok şaşkınım… Benimle sohbete başlıyor. Dışarıda hastalar var, kalabalık ama benimle sohbet ediyor bu doktor. Nasıl olduğumu, moralimi soruyor. Ben dışarıda bekleyen hastaların haklarını çiğniyorum diye düşünüyorum. Bu kadar ilgilenmesi hoşuma da gidiyor. Ölüme hazırlanan bir insana moral vermek için yapılan son yardım diye düşünüyorum. Bu sonradan öğrendiğim kadarıyla bir danışmanlık hizmetiymiş aslında. Güçlü durmaya çalışıyorum. “Ölümle ilgili bir sorunum yok, kimin ne zaman öleceğini kimse bilemez. Belki siz benden önce öleceksiniz” diyorum. Ama benim asıl sorunum nasıl öleceğim. Bu hastalıktan ölmek ve herkesin bunu bilmesini kabul edemem diyorum. Bana bir broşür veriyor. POZİTİF YAŞAM DERNEĞİ broşürü. “Sizinle aynı durumu paylaşan insanların kurduğu bir dernek oradan yardım alabilirsiniz diyor. Çok şaşırıyorum. Bunun için kurulan bir derneğin varlığı bile tuhaf geliyor o an. Hastaneden ayrılıp yine işe geliyorum. Yine rol yapmaya devam ediyorum. Dernek aklımda! Kafamda dernekle ilgili fikirler oluşuyor. Hastalığı ilerleyen ve yalnız kalan insanlara destek verenler vardır diyorum. Hastanede bakıma muhtaç hale gelince, aynı kaderi paylaşan insanların, birbirlerine destek olduklarını düşünüyorum. Cenaze işleriyle uğraşan bir dernektir herhalde diyorum. Telefon açıp randevu alıyorum. Dernekte gönüllü danışmanlık yapan enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. DİLEK MAMÇU beni karşılıyor. O gülen yüzü hayatımın sonuna kadar unutamayacağım. Bir an buradaki insanlar acaba rol mü yapıyor, benim iş yerinde yâda evde yaptığım gibi diye düşünüyorum. Bu hastalığa yakalanıp da bu kadar pozitif olunabilir mi diyorum. Derneğin psikologundan destek alıyorum, doktorundan bilgi alıyorum, herkes ama herkes güler yüzüyle moral veriyor. Bilgilendikçe cahilliğime gülüyorum. Duyarsızlığıma kızıyorum. Ne zaman istersem her türlü desteğin ve danışmanlığın hiç bir karşılık beklemeden yapıldığı bir yerin varlığını bilmek bile güç veriyor.
Şimdi tanı alalı aradan 2 yıl geçti ve ben son derece sağlıklı bir şekilde, hayata başka pencereden bakıyorum. Sanki ikinci bir şans verilmiş yaşamam için. Ben bu şansı iyi kullanmak istiyorum. Eskiden dökülen saçlarımı, aldığım kiloları dert ederdim. Şimdi bunları dert eden inanlara bakıp gülümsüyorum. Bu hayat yaşamaya değer ve hayatın tadını çıkarın diyorum herkese. Kavgaları bırakıp birbirinize yardım elinizi uzatın, tıpkı dernekteki insanlar gibi. Bir gün çıkıp bunları herkese rahatça anlatacağım günlerin gelmesini diliyorum. Paylaşmaktan korkmayacağım günlerin, HIV+ olduğumu rahatça söyleyebileceğim günlerin hayalini kuruyorum. Benim gibi siz de bilgisizliğinizden utanmalısınız diyebilmeyi isterdim.