Dr. Jack Kevorkian 1987 yılında Michingan’daki bir mahalli gazeteye şu ilanı vermişti: “Ölümcül hastalığı olup da onuruyla ölümü seçenlere danışmanlık yapılır.” Kartvizitinde yazılı olanlar da şöyleydi: “Jack Kevorkian. Tıp Doktoru. Özel Ölüm Elçiliği. Sadece randevu ile.” Takibeden yıllarda 130 kişi Kevorkian usulü ölümle randevulaştı…

Kevorkian, kendi icadı olan ve Mercitron adını verdiği ölüm makinası ile kısa sürede medyada büyük ilgi toplamıştı. Ölmek isteyen kişi, makinanın bir düğmesine basarak vücuduna potasyum klorid enjekte diyor ve birkaç dakika içinde, hiç acı çekmeden, ölümle buluşuyordu.

İlk randevuyu, 1990 senesinde, Alzheimer hastası Janet Atkins aldı. Kevorkian’ın eski Volkswagen minibüsünün arkasında koluna zehri enjekte ederek, 54 yıllık ömrünün son yıllarında çektiği acılara son verdi.

Takip eden yıllarda, Kevorkian toplam 130 kişinin ölümüne yardımcı oldu. Kilise, tıp dünyası ve Michigan savcılarının şiddetle karşı çıktığı bu performanslar sonucunda doktorluk yapması yasaklanan, ancak eyalette ötenazi karşıtı bir yasa olmadığı için hapse atılmayan Kevorkian gizli saklı işine devam etti. Kimi gün bir otel odasında, kimi zaman hastasının evinde, ötenazi karşıtı sivil toplum kuruluşları yetişmeden gerekeni yapıyordu. Olan biteni basın aracılığı ile izleyen Amerikan halkı ikiye bölünmüştü. Bir tarafta acı çeken, çaresiz insanların ölme hakkını savunanlar, diğer tarafta ise Dr. Jack Kevorkian’ı Tanrı’dan rol çalmakla suçlayan muhafazakar kesim.

Peki kimdi bu Kevorkian? Neyle ve kiminle hesaplaşıyordu? Türkiye’den göçmüş Ermeni bir aileye mensup olduğunu ve çocukluğunun Anadolu’da öldürülen atalarının hikâyelerini dinleyerek geçtiğini anlatıyordu. Ermenilerin başına gelenleri Yahudi soykırımından daha korkunç bulduğu yazıldı. Şöyle diyordu Kevorkian: “Almanlar Yahudileri hiç değilse gaz ile zehirleyerek öldürdüler. Oysa Türkler Ermenileri kılıçlarla doğrayıp gövdelerini dört bir tarafa dağıttılar. Yahudiler bu kadar acı çekmedi.” Ölüm doktorunun hobilerini merak edenlerin de yaşam sayfalarına bakması yeterliydi. Resim yapmak Kevorkian’ı dinlendiriyordu. 1960’lı yıllardan beri şiddet ve ölüm içerikli resimler yapan Kevorkian, Genocide (Soykırım) adlı tablosunda kendi kanını boya olarak kullanmıştı.

1998 senesinin Kasım ayında, CBS’in meşhur “60 Dakika” programının yapımcısı Mike Wallace, bir ötenazi seansını yayınlamak gibi dahiyane bir fikir attı ortaya. Bay Ölüm, yayını kabul etti. Thomas Youk adlı bir hastanın, vücuduna enjekte edilen zehirin etkisiyle yaşama veda edişini kaydettiği videoteybi Kevorkian kendisi yolladı CBS’e. 22 Kasım Pazar günü yayınlanan “TV’de ölüm” 15 milyon kişi tarafından izlendi.

Neyse ki dünyada haber verme özgürlüğünü kullanmak isteyen tek TV kanalı CBS değil. Bu sayede Doktor Kevorkian’ın intiharlarına yardım ettiği hastaların otopsi kayıtlarını da öğrenebiliyoruz. Merian’s Friends adlı doktor kontrollü ötenaziyi savunan bir grubun açıklamaları tüyler ürpertici. Acı çeken insanların acılarına derman olduğunu iddia eden Jack Kevorkian’ın vücutlarına zehir enjekte ettiği hastalarının bazılarının otopsi sonuçlarında hiçbir ölümcül acı çekme izine rastlanmamıştır.

Üstelik Kevorkian ne hastalarının psikiyatristleriyle ne de doktorlarıyla irtibat kuruyormuş. Kısacası “Ben acı çekiyorum ve ölmek istiyorum” diyen herkese memnuniyetle yardımcı olmuş. Kendi istekleri ve Jack Kevorkian’ın asistanlığında yaşamlarına son veren hastalardan Frank Long’un “akıl hastasıdır” raporu varmış. Judith Curren’a intiharından önce uzunca bir süre kendi kocası tarafından gizlice anti-depresyon ilaçları verildiği saptanmış. Ve Rebecca Badger’a doktorların yanlışlıkla Multiple Skleroz teşhisi koyduğu anlaşılmış.

Şimdilerde Avustralya’da yayın yapan Kanal 9, bir ötenazi seansını naklen yayınlamak için anlaşma yapmak üzere. Bu seferki başrol 54 yaşında mesane kanseri olan June Burns adlı bir kadına verilmiş. Financial Times gazetesinde yer alan habere göre, June Burns’un ne kadar acı çektiğini ve ölmek istediğini anlatan 90 saniyelik bir reklam filmi gün boyunca çocuk programlarının arasında bile defalarca yayınlanıyormuş. Eğer anlaşma sağlanır ve naklen ölüm gerçekleşirse Kanal 9 yapımcılarının eleştirilere verecekleri cevabı kestirmek çok zor değil: “Daha önce CBS de aynısını yaptı!” İnsanlar tüm yabancılaşma ve karmaşalarına rağmen hâlâ ölmüş yakınlarının güzel günlerinde çekilmiş fotoğrafları ile teselli buluyorlar. Oysa medya yine toplumun bir adım ötesinde.

Bir başka hikaye yine Avustralya’dan: Avustralya’da yasal olarak ötenazi yapılması imkanı bulunmayan yaşlı kanser hastası kadın, hayatına kendi elleriyle 10 Nisan’da son verecek. Kanser hastası Nancy Crick’in (70) intiharını, ailesi, arkadaşları ve dünya medyasının davet edilen temsilcileri izleyecek. Ötenazi lobi grubu Exit Australia, Crick’in son anlarının kayda alınmasının, intihar sırasında odada bulunan yakınlarının intihara yardım ettikleri suçlamasıyla karşılaşmalarını engelleyeceğini bildirdi.

Bu arada, ötenazi destekçileri, hasta yatağı başında bulunanların suçlanmasını engellemek için yaşlı kadının evinin anahtarını dağıtıyorlar. Böylece, evde hastanın 20 kadar yakını bulunacağı halde, anahtarların çok sayıda kişinin elinde olması evde gerçekte kimlerin olduğunu kanıtlamayı zorlaştıracak.

 
Crick’in yaşadığı Queensland eyaletinde, kendini öldüren bir kişinin yanında bulunmak bile gizli destek sağlamak şeklinde yorumlanabileceği için cezalandırılabiliyor.
Öte yandan, Çorum’da, çocuk yaşta yakalandığı kas erimesi hastalığına çare bulunamayan Hasan Gedik (19), ötenazi istiyor. Hastalık sebebiyle vücudu gelişemeyen Hasan Gedik 22 kilogram ağırlığında. Konuşma zorluğu çeken Hasan Gedik, babasının bugüne kadar hastalığının tedavisi için uğraştığını, ancak ellerinden birşey gelmediğini belirterek, “Devlet ya beni tedavi ettirerek yaşama döndürsün, ya da iğne ile benim yaşamıma son versin. Böyle yaşamak istemiyorum.” diyor. Tek dostunun, karşı komşusunun kendisine hediye ettiği muhabet kuşu olduğunu belirten Hasan, “Beni kimse anlamıyor. Herkes gibi yaşamak çok şey mi istemek oluyor? Bana acımıyorsanız her gece başımda nöbet bekleyen anneme acıyın. Ya beni öldürün ya da yaşatın.” şeklinde acısını dile getiriyor.

Oysa 01.08.1998 Cumartesi günü 23420 sayılıResmi Gazete’de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 2. Bölüm’ünün 13. maddesi şöyle diyor: “Ötenazi yasaktır. Tıbbi gereklerden bahisle veya her ne suretle olursa olsun, hayat hakkından vazgeçilemez. Kendisinin veya bir başkasının talebi olsa dahil, kimsenin hayatına son verilemez.”

1 Nisan 2002’de, Hollanda’da ötenazi’ye izin veren yasa yürürlüğe girdi. Hollanda, buna izin veren dünyanın ilk devleti.Parlamentoda geçen yıl onaylanan yeni yasa, ötenazi uygulamasını, ceza yasası kapsamı dışına çıkarıyor. Dünya’da ilk kez Hollanda’da benimsenen bu yasayla, iyileşme umudu bulunmayan kişiler, istedikleri takdirde, doktor kontrolü altında yaşamlarına son verebilecekler. Hastasının yaşamına, öngörülen kurallar çerçevesinde, onun isteğiyle son veren doktor, cezai takibata uğramayacak. Ötenazi uygulayan doktor, yalnızca, bu işlemi ”Bölgesel Ötonazi Denetleme Komisyonu”na bildirmek zorunda olacak.

Hollanda hükümetinin ötenaziye izin vermesinden sonra planlanan yeni bir gemi seferi var. Avustralyalı bir doktor Hollanda bandıralı bir gemiyi Avustralya açık sularında ötenazi gemisi yapmak için kolları sıvamış durumda. Bundan böyle ötenazi hakkını kullanmak isteyen hastalar bu gemiye doğru kelimenin tam manasıyla dönüşsüz bir yola çıkacak.

Geçtiğimiz günlerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kendilerine ötenazi talebiyle gelen bir kadına şu yanıtı verdi: “Bireylerin bedensel bütünlüklerine kastedecek yönde taleplerini onaylamamız hiçbir şekilde mümkün değil. Biz, bireyin yaşama hakkından yanayız.” Oysa… Ölüm de yaşamın bir parçası değil midir?

Öte yandan, Hıristiyan aleminin ruhani lideri Papa 2. Jean Paul’ün, geçtiğimiz günlerde bir doktora yaptığı değerlendirme şöyle: ‘‘Bir insanın sınırlı ve ölümlü bir varlık olduğu unutulmamalı. Ölümün kıyısındaki hastaları yaşatmak için tüm tıbbi ve teknik olanakların seferber edilmesi hem yararsızdır, hem de hastaya saygısızlıktır. Sadece bilimsel tekniklere güvenilmesi, umutsuz hastaların bazılarının tedavisinde haddini bilmezliktir ve ölmekte olanın sadece bedeni değil, ruhu da dikkate alınmalıdır’’. Bu cümleler, kilisenin ötenaziye yaklaşımında eskiye oranla bir yumuşama olarak yorumlanabilir.

Eskimolar geliyor aklıma… Yaşlı insanlar, artık ölme vakitlerinin geldiğine kararverdiklerinde gençlerden yardımtalebinde bulunurlar… Ve o köyün gençleri, yaşlı adamı/kadını bir kızağa bindirerek buzulların engin beyazlığına doğru yola çıkarlar. Köyden yeterince uzak bir noktaya gelindiğinde,yaşlı insan orada tek başına terkedilirve eve geri dönülür. Veda dahi edilmez. Eskimolarda her türlü veda saygısızlık olarak kabul edilir.

Ötenazi ve intihar… Çok mu farklı ikisi birbirinden? Yukarıdaki örnekleri birey bazında değerlendirdiğimde vardığım sonuç şu: Her iki olguda da, şu veya bu nedenlerden dolayı, çözümsüzlüğün getirdiği bir pes ediş sonucu hayata küsen insanlar söz konusu… Sorulması gereken soru şu: Ötenazi bir intihar mıdır, yoksa intihar bir ötenazi midir?

Aycan Çankaya

1976 yılında İstanbul’da doğdum. 1994’te Saint Benoit Fransız Lisesi’nden, 2000’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Öğrencilik yıllarımda ilgilenmeye başladığım hipnoz ve NLP’yi 2 yıl boyunca pratisyen hekim olarak çalıştığım özel poliklinikte kısmen uygulama şansım oldu. 2002 yılında evlendim ve hekimliğe ara vererek ilaç sektörüne girdim. İki yıl kadar medikal danışman, bir yıl kadar da ürün yöneticisi olarak çalıştığım süre boyunca NLP Practitoner, NLP Master Practitioner, Reiki ve Hipnoterapi eğitimleri aldım.