Modern tıbbın doğumu çoğu uzmanın birleştiği bir düşünce olarak anatomi çalışmalarıyla başlar. İnsan vücudunun ayrıntılı incelemeleri Hipokrat’ın sarı, beyaz ve siyah sıvı olarak kabaca tanımladıklarının ne olduğunu açığa çıkarmış ve damar, sinir, organ, lenf dokuları tanımlandıkça gereklilikleri daha fazla anlaşılmaya başlanmıştır. (Ardından gelen uzun bir dönemi hızla geçiyorum.) Yine bu zamanda tıp ikiye ayrılmaya başlamış ve daha çok anatomi bilgisine dayanan cerrahi bir yöne ve geleneksel yöntemleri kullanan ve geliştiren dahiliye başka bir yöne devam etmiştir. (Cerrahlar (dişçi berberler) ve dahiliyeciler (otacılar) her zaman farklıydılar. Günümüze kadar devam eden tıp tarihi dizgesinde ise anatomi bu ayrımı kesinleştirdi diyebiliriz.)  Günümüzde hala iki tıbbi çözüm vardır : Cerrahi ve dahili. Bu biyolojik tanımlamaların ardından kimya dalı da yüzyılın başında tıbbi uygulamalara girince (özellikle dahiliyede)  yeni bir atılımla insan ömrü ortalama 5-10 yıl uzatılabilmiştir. Bunu hepimiz biliyoruz, kutularca antibiyotik içiliyor. Hatta artık tedavi için doktora filan gerek yok, herkes biliyor. Ateşin varsa önce ateş düşürücü parol, novalgin filan; olmadı alfasilin, bactrim tamamdır. Tüketilen tonlarca antibiyotik (=bios (=yaşam)’a karşı) tabii ki ardından organizmanın uyumunu getiriyor. Spielberg’in Jurassic  Park filminde geçtiği gibi “Yaşam bir yolunu buluyor…” ve antibiyotiklerin yeni eklentiler ya da kimyasal değişimlerle yenilenmesi gerekiyor. Tabii ki bu yenilenmelerin de belli bir sınırı var. En iyi örnek geçti diyerek verem tedavisini bırakan hastalardır. Bu hastalarda artık klasik antibiyotik tedavileri işe yaramaz oluyor ve dünyada verem hastaları gittikçe artıyor. Neyse efendim günümüzde klasik tedavilerin belli başarısızlıkları ve hala başedemedikleri hastalıklar var. Bu nedenle fiziksel ve ruhsal sağlığımız için varolan dünya bilgilerine geri dönüşler uzun süredir gündeme gelmiş durumda ve araştırılıyor. Ben bu girişten sonra bunlardan birine değinmek istiyorum: Fitoterapi. 

Fitoterapi, kelime anlamı olarak baktığımızda bitkilerle tedavi demektir.

 

Ve zaten tanımı, uygulaması ve tarihi açısından bakıldığında tıbbın içinde varolan bir disiplindir. Günümüzde kullandığımız birçok ilaç bitkisel kökenden geliştirilmiştir. Tüm kalp hastalarının kullandığı digoxin denilen kalp güçlendirici ilaç digitalis denilen bitki grubundan elde edilen bir ekstrattır (=özüt). Yine yılların aspirini başlangıçta söğüt ağacı kabuğundan elde edilmekteydi. Kanser hastalarında kullanılan aşırı toksik ilaçlar öncelikle mantarlardan elde edildi. Yine yüzyılın buluşu sayılabilecek penisilin küflerden elde edildi. ( Her ne kadar mantar ve küfler bitki hücresi sayılmasa da çoğumuz mantarı bitki olarak görmeyi tercih ediyoruz.) Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ve temel ilaçlar kategorisinde pek çok madde aynı şekilde keşfedildi. Ama bu yüzyılın başında yazımın başında da değindiğim gibi büyük bir değişim yaşandı. O da kimyanın yaşamımıza girişidir. Kimyasal üretim yaşamımızda birçok değişikliğe yolaçtı. Toz şeker, rafine yağ, kristalize tuz ve tabi kimyasal ilaçlar… Günümüzde bu liste daha da uzuyor. Aromalı tuzlar, bulyon, yapay tatlandırıcılar… (Saydıklarımdan çok faydalı diyebileceğimiz pek birşey yok farkındamısınız ? Ama çoğu hayli lezzetli J) Doğaldır ki günümüzde kimyasal ilaçlar inanılmaz büyük bir sanayidir. Ve her ne kadar çeşitli olumsuz eleştirilere konu olsa da hayatımızı kolaylaştırıyorlar. Olayın sağlıkla ilgili olan bölümüyse bu kimyasal kökenli ilaçların doktor ve eczacılarda yarattığı alışkanlıklıktır. Aslında her doktor ve eczacı eğitimi sırasında kullanılan ilaçların ana maddeleri, elde ediliş yolları ve gerekli karışımlarını öğrenir. Ama bu zor ve karışık bir bilgidir. Kalp yetmezliği olan bir hastada digitalis bitkisi kullanımı hem zahmetlidir, hem gerçekçi değildir (temini zor), hem de etkin değildir. Bunun yerine alışılmış, ucuz, temini kolay ve doktor-eczacı anlaşması kolay digoxin kullanımı artık yerleşmiş durumdadır. Eski sistemde tüm bilgilere sahip bir doktor, yine aynı özellikte bir eczacı ve son olarak aynı özellikte bir tarımsal üretici gerekmekteydi. İşin doğrusu bir hastayla karşılaştığımda hiçbir hastama bu bitkiyi bulmasını tavsiye edemem. Sanırım ben bile bulamam. Ama sorun değil hastam tedavi oluyor. Sorun tedavi olmayan hastalarda ya da yeterince etkin olmayan tedavilerde başlıyor. Ve tabii ki geçim zorluğu çeken hastalara önerilen aylık maaşı düzeyindeki ilaçlarda… Çünkü, tekelleşmeye meyilli kimya endüstrisi için önemli olan ilk şey karlılık. Maddi kısmını şimdilik bir yana bırakırsak en önemli konu üretilen kimyasal ilaçların içerikleridir. Çünkü gerçekte ilk hallerinde üretilen birçok bitkisel ilaç şu anda kimyasal iaçların sağlayamadığı iki şeye sahipti. İlki bitkisel ilaçlar etken madde dediğimiz hastalığa iyi gelen maddeden farklı oranlarda ve saf olmayan şekilde içeriyordu. Yani içinde belki yine az da olsa etken olan başkaca maddeler içeriyorlardı. İkincisi yine bitkisel ilaçlar etken madde denilen molekülü doğal hallerinde içeriyordu. Yani bir molekül, özellikle çok sayıda atom içerenleri, doğada değişik şekillerde bulunabilir. Bu uzayda üç boyutlu dizilimleri ile ilgilidir.  Kimyasal ilaçlarda bu iki özellik kayboldu. Ve olmayan bir özellik te eklendi. O da doğada varolmayan maddelerin üretimidir.  Doğal organizmalara hiç girmemiş maddeler artık giriyor. Doğal olarak bu süreç uzun araştırmalar ve özenle yapılıyor. Ama pek tartışılmıyor yalnızca kabul ediliyor. İşte bu nedenlerle fitoterapi tekrar hatırlanmaya ve ilerletmeye değer bir hal kazanıyor.