Şimdi sizden, bir yaz gecesi gözlerinizi kapatıp, balkonunuzda  oturduğunuzu hayal etmenizi istiyorum. Ilık ılık bir esinti gelip saçlarınızın arasında dolaşıverse…Bir de, yine aynı mekanlarda bir yerlerde duvara asılı rüzgar çanınız olsa ve o da esintiye uyarak çın çın! diye o esintiye eşlik etse…

Aslında, aklımda çocuklar vardı… Şu aralar, onlarla çok içiçeyim. Kendi kızımın hayatıma girmesinden sonra o dünyaya daha da yakınlaştım. Hiç de bir ilişkim yoktu üstelik! Öyle çocuklu çiftleri falan gördüğümde iç geçirmezdim, kimsenin elindeki kolundaki çocuğa bakmazdım bile! Hatta, size bir itirafta daha bulunayım, şu anda bu konunun nasıl akacağına bile karar vermiş değilim. Tam bir kaos yani….

Evet, ne diyorduk? Çok oradan oraya atlamış izlenimi yaratmak istemiyorum ama bugün köpeğimi yürüyüşe çıkartmaya karar verdiğimde fırtınalı bir havada komşumuzun rüzgar çanına ne kadar da sinir olduğum aklıma geldi. Sonra, aklıma çocuklar takıldı yine… Ve derken, çocuklarla rüzgar çanları yanyana gelip, beklemeye başladılar.

Aslında ne kadar da benziyorlar, öyle değil mi? Onlar, tıpkı rüzgar çanlarında olduğu gibi sakin bir ortamda insana yalnızca huzur verirler, oysa ki fırtınalı ilişkilerin yaşandığı ortamlarda akılları yerinden oynatacak denli sıkıcı olabilirler.

Diyorum ya, eskiden bana çocuklar daima kaosu hatırlatırlardı. Neden? Mesela, komşu teyzeninkilerle biraraya gelindi mi başıboş kalmanın keyfi çıkartılır, kesin ya gürültülü bir oyun oynanır, ya da bir munzurluk yapılırdı. Çünkü yetişkinlerden kimse çocuklarla oynamazdı. Farklı dünyalar meselesi…

Şimdi çevremize bir bakalım, hatta kendimizinkine… Çocuklar, belli bir düzeni güvenli ortam olarak algılar. Daha hayatın tam farkında değilken koyduğumuz kurallar, O’nların hayat felsefesinin temel taşlarını oluşturur. Bizlerin kuralları yoktur ki, çocuğumuza onlardan koyalım. Kendi evimizin huzuru yoktur ki, huzurdan haz alalım ve uygulayalım.

Onları, önce gece geç saatlere kadar ayakta tutarız. Gözleri çevreye donuk donuk bakarken, uyumadıkları bahanesine sığınarak, bir yerlerde yığılmalarını bekleriz. Oysa ki, onlar her zaman uyudukları mekanı tercih ederler çünkü en güvenli yer orasıdır.

Sonra, uyumaları için binbir türlü hileye başvururuz. Arabada sallarız, ayakta sallarız, yanlarında yatarız, aileyi onlarla yatağa yollarız, evde karartma falan uygularız, hani herkes uyuyor bahanesi ile… ve onları bağımlılığa alıştırırız.

Bir türlü dürüst olmayı bilemeyiz. Onlara okumayı yazmayı öğrenmeden anlamazlar bahanesi ile kitap almayız. Yanlarına oturup, oyun oynamayız çünkü içimizdeki çocuk çoktan kendi ana babalarımızca katledilmiştir zaten.

Ya da tam tersi zaman ayıramadığımız çocuğumuza sürekli birşeyler alırız. Arsız ve doyumsuz bireyler yetiştiririz.

Onları özel okullara yollarken; ” Söyle o öğretmenine bir daha sakın sana dört falan vereyim demesin! ” deriz. Kendi hırslarımızın dişlileri arasında öğütürüz onları. Bol paralı, bol oyuncaklı ama ana babayı göremeyen çocuklar yetiştiririz.

Sonra da “O’nun geleceği için.” yalanına sığınırız.

Parayla herşeyi satın alabileceği havasını yaratırız. Özgürlükle kuralsızlığı, arkadaşlıkla laubaliliği karıştırırız.

Aslında, çocuğa falan ayıracak zamanımız yoktur, o yüzden onlar doğdukları andan itibaren duygusal olarak yalnız çocuklardır.

İşte, size sert bir rüzgarda savrulup, çevresine rahatsızlıktan başka bir şey vermeyen bir rüzgar çanı.

Yukarda yazan tüm ortamları o sert rüzgarın yerine koyun, çocuğu da rüzgar çanı… O kadar gürültü ve kuralsızlık içinde onların ne demek istediklerini duyuyor musunuz?