Çocukken, şu an kendi kızımın yaşında ne kadar güldüğümü ve hatta herşeye kikirdediğimi, bu yüzden bazen azar işittiğimi, temizlik kurallarını es geçip bundan dolayı hiçbir sorumluluk hissetmediğimi, sabahtan akşama kadar oynasam yemek yemek istemediğimi, yatağımı ister toplayıp ister toplamadığımı, arkadaşlarımın arasında onları bezdirecek denli çene çaldığımı, çok neşeli birisi olarak tanımlandığımı… ne kadar da güzel silmişim kafamda.

Çocuklarım olduktan sonra farkettiğim ise hayatımı azami bir ciddiyet kaplamış, stres dizboyu ortalığı ve çevremi sarmış.

Aslında tabii ki içimde bir yerlerde bu ruhun bir parçasını taşıyordum orası muhakkak ama nasıl akordu bozulmuş keman bir bestecinin bile elinde vızırdarsa demek ki bazı şeyler yaş gereği yapılabiliyor. Bu beden ve beyin yaşla değişip olgunlaşıyor vVe bir insanı şekillendirmek hayvanların dünyasında olduğu gibi birkaç ayla sınırlanıp bitmiyor, yılları alıyor.

Derler ki; “Evlendiğin insanı değiştirmeye çalışma. E, bende diyorum ki: Eğer çocuğunu kendi kurallarına göre kalıplamaya çalışacaksan, sinirlerine hakim ol. Bazı konular yırtınsan da değişmeyebilir, buna hazırlık yap şimdiden. (Kendi kendime konuşuyorum kimseye bir şey dikte etmiyorum yanlış anlaşılmasın)

Ve düşün bakalım, mücadele o çocukların büyüdüklerinde seni temsil etmelerinden mi? Yoksa aynı evin içinde SENİN kurallarınla yaşamak zorunda oluşlarından mı?

Günün birinde yetiştirdiğin evlat başarısız olduğunda, dağınık ve kirli bir evde yaşamayı tercih ettiğinde kafalarda şöyle bir soru oluşmayacak mı? “İşte zamanında çok geniş davrandı olacağı buydu!” ya da tam tersi “ O kadar çok kural koydu ki kendi evini açtığında kızı/oğlu tam tersi bir hayat seçti kendine. “ Yani, işin aslı kazanamıyorsun bir türlü. O insanın belki de kodlanmıştır başından dağınık olacak! Bu hiç düşünülemez bile her zaman bir suçlu idam edilmeli ya, aynen öyle.

Bir yandan iki çocuklu olunca küçük her zaman korunmaya muhtaç olan, üzerine titrenilen, “Ayyy ne şirinnn!” denilen… ama bir diğer yandan kocaman bir kadın ve adam olmadan, hatta olduktan sonra bile ağır gelebilecek bir tecrübeyi dokuz yaşında sırtlanmaya çalışan bir abla… Küçük cırladığı an ortamda değilsek atlama pozisyonunda bekliyoruz gibi. Her daim yanlarında nöbet tutmak ise imkansız ötesi olduğu kadar sıkıcı da… Arada tost olan büyük, aman bir yanı acıyacak diye hayvani bir içgüdüyle korunan küçük. Bunu dengelemek bile o kadar zor ki…

Annelik şudur budur kuralının aksine ben anneliğin de aynen kişiliklerimizi oluşturan bir sürü faktörün bileşimi olduğuna inananlardanım. Mesela ailenin en küçük çocuğu olduğum için herkes benimle haşır neşir oldu, benden daha küçük bir çocukla cebelleşmeyi bilmediğim gibi tahammül de edemem. Küçükken bir yere gittiğimde ufaklardan fellik fellik kaçardık neden? Çünkü elimize neye uzatsak “Ben de!” diye tutturan bir tip olurdu. Ne oyun kurabilirsin, ne bir halt yapabilirsin! Delirirdik sinirden, kapıları kapattığımızı da hatırlıyorum yeğenimin evinde.

Koca kadın oldum hala alt tarafı iki çocuğumun arasında olan bir anlaşmazlık, çekme ya da itme durumlarında beynim uçacak gibi hissediyorum. Tahammülüm sıfırın altı sıfır. Hayatım boyunca öyle durumlarda nasıl ayaklarımın altını yağlayıp kaçmak, arkama bile bakmak istemediysem aynısını kendi ortamımda da hissediyorum. Sanki biri boğazımı sıkıyor, hemen “Höyyyyttttttt ne oluyor lan burada!” edalarıyla müdahale ediyorum. Kesinlikle kalabalık bir aileden gelen “Ama bunlar olur, normaldir, biraz görmezden gelelim, sakin olalım hommmmmm!” hallerim yok.

İşte, tecrübeyle sabitlenmiş bir davranış tarzı. Belki aynı ben en büyük kardeş olsaydım, birbirine yakın yaşlarda veletler koşsaydı ortalıklarda, ciyaklasalardı şimdi kendi çocuklarıma da sevimli sevimli sırıtıp, kahvemi yudumlayabilecektim. Ama nafile…

Zaman zaman şimdiki yetişkin sevimsiz halimde nefes almak için bir numaraya sığındığım da olmuyor değil, bazen çocukluk yapmasına bile katlanamıyorum, ufaklık her uykuya gittiğinde kendime dönmek, kendi işlerimle ilgilenmek istiyorum. Büyük kızımın odasının her daim toplu olmasını, üzerinden ne çıkarttıysa katlayıp dolabına kaldırmasını, dişlerine ve kişisel temizliğine çok dikkat etmesini, bana da yardım etmesini bekliyorum. Bu nasıl yaman bir çelişkidir ki kendi çocukluğumda benden yapılması beklense deli çıkacağım çoğu işi kızıma pas ederken evin hizmetçisi gibi olmaktan da acayip rahatsız oluyorum.

Benim evimde kocam kendisiyle ilgili olan işleri, çocuklarım da kendi sorumluluklarını yerine getirmeli diye düşünüyorum. Fakat bu yer geliyor sürekli takılmış plak gibi car car car aynı cümleleri tekrarladığımı da fark etmiyor değilim. ” Saçlarını taradın mı?”, ” Kilodunu değiştirdin mi?”, “Dişlerine bir bakayım, ı ıh hiç olmamış tekrar fırçalaman bembeyaz yapman lazım.” ” Bak yine çıkan kıyafetlerini katlamamışsın ki, hadi git katla bakayım.” …Dır dır dır…Eskiden bu tiplere ” Offf ne çok konuşuyor değil mi?” deyip son hız kaçardık.  Sonra kendi kendime kaldığım vakit o günün değerlendirmesini yaptığımda  “Kim bu insan? Tanışıyor muyuz?” ya da bazen daha da acımasız “Ne kadar antipatiksin! Iyyyy başkasının yerinde olsam senin iki dakika yanında durmam, yine ailene şu an kaçıp gidemeyecek çocuklarına şükret sen!” diyor iç seslerimden biri.

Kitaplarda emir cümlelerinin çok itici olduğu, yapılması gerekenin önce el birliği ile oturtulması gerektiği anlatılır. Mantıken bu doğrudur. Tabii ki küçücük bir insan dahi olsa kimse kimseden “Çabuk bunu şunu yap!” denmesinden hoşlanmaz fakat dakikalar kala bir yere giderken insan çocuğunun hiç hazır olmadığını gördüğünde, saç fırçala deyip de koltukta otururken ya da kitap okurken bulduğunda ne yapar? Bir anne günün kaç keresinde böylesi bir durumla karşılaşır? İnanın o kadar teoriyi bilmek bile günlük hayatta bir işe yarayamayabiliyor.

İki yol var, ya yapıldığını kontrol ederek ve aynı zamanda konuşarak, yapılmamışsa sinirlenerek her iki tarafı yıpratmak veya söyleyip es geçilmişse mücadeleyi bırakarak kendin yapmak.

Sanırım ben bu konuda pes edip mücadeleyi bırakma taraftarıyım. Büyük kızımla olan diyaloğumu düzenlemem açısından bunu kendime şart koşuyorum. Kendi çocukluğuma elveda diyeli unutup geride bırakalı çoook zaman geçmiş bunu fark ediyorum. Dışarıdan insanları eleştirmenin olayın tam ortasında olmaktan fersah fersah uzak olduğunu görüyorum.

İşin kısa ve özü tanımlamalarda önce “Anne” olmaktan istifa edebilir miyim? Tekrar zayıf, dişi, güzel, çekici, kariyer sahibi, bol para kazanan, bencil, kendine odaklı, kahkahalar atan, flört eden bir kadına dönüşebilir miyim?

Sanırım sorun anneliğin, insanı vicdanıyla prangalaması…