Öyle bir meydan düşünün ki, hem bir kentin tüm dönemlerine tanıklık etsin, hem de tüm bu dönemlerden birer ikişer anıtı bağrına bassın asırlara meydan okurcasına. Bir tarafında asırlık çınarlarının arasında yükselen anıtlar olsun, diğer taraflarında ise camiler, saraylar, çeşmeler olsun. Turistler, fotoğraf meraklıları ve İstanbul’dan haz almayı bilenlerin nefesleriyle geçmişini, geleceğini birleştirsin; her daim gözde ve gizemli olsun.

Dünyanın en güzel kentlerinden birinin kalbinde yer alır Sultanahmet Meydanı ya da diğer adıyla At Meydanı. Şehirlerin Sultanı İstanbul’un en vazgeçilmez parçasıdır bu meydan. Fotoğrafçıların göz bebeği,gezginlerin uğrak yeri ve İstanbul tutkunlarının mutlaka ziyaret ettikleri bir açık hava müzesi gibidir.

İstanbul’un bu en ünlü meydanı, M.S. 2. yüzyılda Roma İmparatoru Septimus Severus’un, kendisine ihanet eden Byzantium’u yerle bir etmesinden sonra kurulmuştur. İmparatora ihanet etmek, Konstantinopolis’ten önceki adı Byzantium olan İstanbul için tam anlamıyla bir yıkım olsa da, kent İmparatorun emriyle tekrar kurulmuş ve tüm yapıları yeniden inşa edilmiş. Değişik uygarlıklara ait anıtlarıyla görenleri hayrete düşüren meydan, eski Yunanca’da “at yolu” anlamına gelen Hipodrom sözcüğüyle adlandırılmıştır. Burada araba yarışlarının yanı sıra, gladyatör dövüşleri ve vahşi hayvan mücadeleleri de düzenlenmiş. Hipodrom o tarihten beri sürekli geliştiyse de asıl önemini, kenti 11 Mayıs 330’da Bizans’ın başkenti ilan eden I. Konstantinus zamanında kazanmıştır. Bu dönemde Hipodrom, 120 metre genişlikte ve yaklaşık 500 metre uzunlukta bir sosyal alana dönüştürülmüş ve yüz bin kişilik bir seyirci kapasitesine kavuşmuştur.

 

Hipodrom’da yapılan araba yarışları salt spor amaçlı değildi. Burada yarışan taraflar aynı zamanda halkın politik, sosyal ve dinsel görüşlerinin de bir simgesi halindeydiler.Rakip takımlar farklı renklerle ifade ediliyorlardı;Maviler, yönetimi ellerinde tutan toprak sahibi asil tabakayı, Yeşiller ise ticaretle uğraşan halkı ve memurları simgeliyorlardı. Hal böyle olunca kazanılan yarışlarda sadece sportif üstünlük gözetilmiyor, aynı zamanda da bir grubun, diğer gruba üstünlüğü ön plana çıkartılıyordu. Böylece Hipodrom siyasal, sosyal ve dini rekabetin kızıştığı bir alan haline gelmiştir.

Binlerce yıllık anılarıyla ve büyülü Doğu masallarını çağrıştıran atmosferiyle bu meydan, yerli yabancı demeden tüm gezginlere karşı konulmaz bir zaman tünelinin kapısını fısıldar gibidir. Aldığınız bir rehber kitap ya da anımsamaya çalıştığınız bilgileriniz eşliğinde bu büyülü Hipodrom’da yürürken her an yeni bir güzellikle karşılacakmışsınız hissi kaplar içinizi. Ortam hayal kurmaya, geçmişi düşünmeye o kadar elverişlidir ki, kısa bir kahve molasında ya da meydanda “şöyle bir turlarken” bile geçmişin gizemiyle karşılaşırsınız ister istemez.

Eski taşların dilinden anlamadığınıza hayıflanırken gözünüzün önünde bir görüntü belirir. Meydan modern halinden farklıdır. Binalar daha az, anıtlar çok daha görkemlidir. Dil ve din de değişiktir. Birden Bizans olur her yer ve at yarışlarının kalbi olan Hipodrom’dasınızdır günümüzden asırlarca öncesine giderek. Binlerce yıl öncesinin heyecanı, kazanma azmi sarıverir birdenbire tüm bedeninizi. Upuzun alanın her yerinden yükselen bağrışmalar ve durmaksızın yükselen alkışlar kanınızı dondurur adeta. Antik çağlarda asaletin simgesi olarak kullanılan eflatunelbisesi içinde, “kathisma” denilen imparator locasında halkı ve yarışmacıları selamlayan imparatoru görmek için size parmak uçlarınızda yükselirsiniz sanki. Hınca hınç dolu bu insan kalabalığında gözler yarışçıları bekler sabırsızlıkla. Etrafınızdaki herkes çığrından çıkmış bir eğlencenin parçası gibidir; hayranı olduğu yarışçının adını haykıranlar, dua edenler, şans dileyenler… Hepsi yarışçıların gelişiyle daha da heyecanlanırlar ve dalga dalga yayılan çoşkuyla siz de yerinizde duramazsınız artık.Tozu dumana katan yarışçıların çığlıkları ve atların nal sesleriyle çınlar her yer. Yer-gök rekabet olur o an. Azmin ve sabrın hırsla birleştiği bir meydana döner Hipodrom. Bizans’ın ünlü Hipodromundan günümüze dönmeniz hayli zor olsa da, daha görülecek çok eser olduğunu bilmenin keyfiyle Hipodrom’da yürümeye devam edersiniz.

Alanın ortasına yerleştirilen zafer anıtları ve bronz heykellerle Hipodrom, nefes nefese seyredilen yarışlara ev sahipliği yapmasının yanı sıra, aynı zamanda bir çeşit açık hava müzesi görünümü kazanmıştır. I. Konstantinus ve sonraki imparatorlar Hipodrom’u antik uygarlıklara sahip ülkelerden getirdikleri mermer, tunç ve bakır heykellerle süslemişlerdi.

Günümüze dek ulaşabilen ve bugün Sultanahmet Meydanı’nda görülebilen iki anıtsal dikilitaş ve bir bronz sütun, asırlık bu meydanı süslemeye devam etmektedirler mağrur ve asil bir edayla. Meydandaki iki dikilitaşın ortasında yer alan bronz sütun, eski Yunanlılar’ın, Persler’e (İranlılar) karşı kazandıkları zafer anısına diktikleri bir anı sütundur. Yunanistan’daki Delphi kentinden getirtilen ve Burmalı Sütun ya da Yılanlı Sütun olarak bilinen bu sütun, birbirine sarılmış üç yılan gövdesinden oluşmaktadır. Yılanların başlarının arasında da, zaferi sağladığına inanılan tanrı Apollon’un simgesi olan üç ayaklı kazanın bulunduğuna inanılmaktadır. Günümüzde ne kazan yerinde, ne de yılanların başları. Geçen zamanla birlikte İstanbul, bu güzel anıtının üst kısmını kaybetmiş. Yılan başlarından birisi, alanda yapılan kazılarda bulunmuş ve bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenmektedir.

Meydandaki en dikkat çekici anıt kuşkusuz, Mısır’dan getirtilen ve hiyerogliflerle bezenmiş dikilitaştır. Bu ihtişamlı dikilitaş aslında, M.Ö. 1450’de Karnak’ta bir tapınağın önüne diktirilmiş. Mısır dikilitaşları, eski Romalılar’ın başka uygarlıklara ait anıtları, güç gösterisi olarak başkent Roma’ya getirtmeleri merakı yüzünden yerlerinden alınarak taşınmışlardır. I. Konstantinus da, kurduğu Konstantinopolis’i güzelleştirmek için anıtlar getirtilmesini emretmiş ve bu emir sayesinde İstanbul’a antik eserler getirtilmiştir. Hipodrom’un ortasındaki “spina” denilen yere, MÖ. 390 yılında dikilen bu taş kendisini diktirten imparatorun adından dolayı Theodosius Dikilitaşı olarak da anılmaktadır. Dört yüzünde kabartmalar bulunan bu dikilitaşın en üst noktasındaki bronz küre, 865 yılındaki bir depremde düşmüş ve bir daha yerine konulmamıştır. Dikilitaş’taki yazıda zenginliğini, gücünü ve yeteneğini, güneşin altın renklerini dünyaya saçan tanrı Amon‘dan alan onsekizinci sülâleden III. Thutmosis’in, Tanrı Amon’a şükran borcunu ödemek için, armağanını sunmasından bahsedilmektedir. Dikilitaş, kendisi gibi dört yüzü kabartmalarla süslü bir kaide üzerinde yükselmektedir. Kaidenin üst kısmındaki kabartmalarda konu olarak İmparator I. Theodosius’un Hipodrom’daki görüntüleri işlenmiştir. Alttakikabartmalarda ise en dikkat çeken bölüm, dikilitaşın dikilişi sırasında yapılan işlemleri gösteren bölümdür. Taşın halatlarla çekilmesi ve dikilmesi açıkça görülmektedir. Kaidede biri eski Yunanca,diğeri de Latince olan iki yazıt bulunmaktadır. Yazıtlarda taşın otuz günde dikilebildiği yazmaktadır. Asırlar boyunca İstanbul’daki bir çok ayaklanmaya, savaşa, yangına, bayrama tanıklık eden dikilitaş, 17. yüzyılda Evliya Çelebi tarafından İstanbul’u felaketlerden koruyan bir tılsım olarak tanımlanmıştır.

Hipodrom’daki diğer dikilitaş, 7. Konstantinus (911-955) tarafından M.S. 944 yılında dikilen Konstantinus Sütunuya da Örme Sütun olarak anılan dikilitaştır. Anıtın üzerinde zamanında savaş kabartmalarının betimlendiği bronz levhalarla kaplıymış. Ancak 1204’te tüm İstanbul’daki anıtların yağmalanmasına neden olan Latin istilası sırasında bu lehvalar sökülerek para basmak için eritilmiştir. İstanbul’un tüm eserlerinin yağmalandığı Latin istilasında İstanbul’dan alınarak götürülen dört bronz at heykeli tahrip olmaktan kurtulmuş olsalar da, bugün İstanbul’dan çok uzakta, Venedik’teki San Marco Katedrali’nin üst kısmında bulunmaktadırlar.

Osmanlılar zamanında At Meydanı olarak anılan Hipodrom sipahilerin talim yeri olmanın yanı sıra, cirit yarışmalarınında yapıldığı bir alana dönüşmüştür. Osmanlılar’ın At Meydanı’ndaki en büyük yapıları Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından İbrahim Paşa’nın Sarayı ile Sultan I. Ahmet’in yaptırdığı Sultan Ahmet Camii’dir. 1609-1616 yılları arasında yaptırılan Sultanahmet Camii, mavi, yeşil ve beyaz renkli göz alıcı çinilerle bezendiği için Dünyada “Mavi Cami” olarak tanınmaktadır. Caminin külliyesi içinde bulunan Arasta çarşısı Türk el sanatları, çini, dokuma, halı ve kilim gibi ürünlerin satıldığı bir çarşıdır. Bu çarşıda yer alan Mozaik Müzesi’ndeki taban mozaikleri Bizans’ın en önemli saraylarından biri olan Büyük Saray’a aittir.

İbrahim Paşa Sarayı günümüzde Türk ve İslam eserleri Müzesi olarak hizmet vermektedir. Sarayın Osmanlılar zamanındaki en özel işlevlerinden biri, At Meydanı’ndaki törenleri izlemek isteyen padişahların bu sarayı kullanmalarıdır. Sünnet törenleri, geçit alayları hep bu saraydan izlenmiş asırlar boyunca. Yapı yeni işleviyle bir müze olarak, tarihi bir meydanın tüm sırlarını saklar gibidir. Müzenin, Hipodrom’u yukarıdan gören kafési, günün yorgunluğunu atmak için ideal bir mola yeri olarak karşımıza çıkar. Sultanahmet Camii’nin minareleriyle yarışan dikilitaşlar eşliğinde bir Türk kahvesi içmek vazgeçilmez bir keyif olarak yapılması gerekenlerden.

Meydandaki anıtların zaman ve tarz farklılıklarına bir örnek de, zarif ve asaletli görünümüyle meydana renk katan Alman Çeşmesi’dir. Çeşme, Alman İmparatoru ve Prusya Kralı II. Wilhelm’in, ikinci İstanbul ziyaretinin anısına Alman hükümeti tarafından hediye olarak yaptırılmıştır. 1901 yılında törenle açılan Alman Çeşmesi, Osmanlı şadırvanlarıyla Avrupa mimarisinin güzel bir birleşimi olarak, her gün yüzlerce turisti karşılamaktadır zarif bir ev sahibesi gibi. Çeşme yapısının kubbesinin mozaikli iç yüzünde, dördü Sultan II. Abdülhamid’in tuğrası olmak üzere, diğer dördü de Kral Wilhelm’in simgesi olan sekiz arma yerleştirilmiştir.

Hipodrom, At Meydanı ya da Sultanahmet Meydanı adına ne denirse densin bu meydan, İstanbul’un en eski anıtları günümüzle buluşturuyor bitip tükenmek bilmeyen bir sabırla. Kâh yaz gecelerindeışıl ışıl minarelerinin siluetini sunuyor gezginlere, kâh Mısır’ın, Eski Yunan’ın, Osmanlı’nın geçmişini tanıştırıyor her yeni gelen gezgine umutla, inançla.

Konuk Yazar