Bodrum yarımadasının en batı ucundan dünyaya bakan Gümüşlük; antik adıyla Myndos sakin tatil severleri olduğu kadar ruhsal aydınlanma yolundaki ziyaretçilerini de bir başka memnun ediyor. Nedeni perdeli bir efsane… Biz de bu pek dile getirilmeyen efsanenin kapısını araladık, içeri girip bakması sizden.

“… Akillarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler” der ya Halikarnas balıkçısı Bodrum ziyaretçileri için, Gümüşlük için de “Kalplerini hep Gümüşlük’de bırakıp gittiler” demek uygun düşüyor zannımca.

Pek popüler tatil beldesi Bodrum’un bir başka yüzü daha vardır. Eylül sonlarında göstermeye başlar bu yüzünü Bodrum. Mayıs’a kadar görülür ıssızlaşmış sokaklarında, yerliler, yerleşmişler, balıkçılar ve sokak kedilerine kalmış sahillerinde. Kışı bahar sanır bodrum kırları. Yazın bozlaşan dağlar kışın yeşile döner. Nergisler basar tarlalarını, ağaçlar bahar çiçeklerine durur. Kışı bilmez ki. Üç mevsim yaşar; İlkbahar, Yaz, ve Sonbahar. Şanslı bir azınlığın tanık olduğu ‘soğuk’ aylarında paltolu insanlar yürümez sokaklarında, en çok balıkçı yelekleri ve çizmeleri yeğlenir. Yün eldiven nedir, kar botu nedir bilmez Bodrum sakinleri…

Bodrum sadece Bodrum merkezden oluşmaz, çevresi dağ köyleri, sahil beldeleri ile doludur… İlkokulda bizi öğretildiği şekliyle: “Horoz ibiği biçminde bir yarımadadır” Ege denizine uzanan. Bu Horoz ibiğinin en batı ucunda ise çok özel bir balıkçı köyü yer alır. Gümüşlük’tür adı. Karşısında açık denizden başka bir şey yoktur. En yakın kara parçası komşu Yunanistan’a aittir. Yalıkavak ve Turgutreis arasında kalan Gümüşlük’e giden en keyifli yol Dereköy yoludur. Ana yoldan “Gümüşlük/Myndos” yazan kahverengi tabeladan döndükten sonra bambaşka bir evrenin sınırlarına girdiğinizi hissedersiniz. Bizdeki ritüeli, vitesi küçültmek, müziği kısmak ve iki karşılıklı camı açarak Dereköy yolunu solumak şeklinde olur. Daracık asfalt yolda ilerlerken iki yanınıza düşen köy evlerinden tüten ocak dumanı kokusunu içinize çeker hatta bir yerlerde sağa çekip yola boynunu uzatmış ağaçtan bir mandalina koparıp yersiniz. Kızmaz bahçe sahipleri. Sonra devam eder Dereköy’ün içinde bal kabaklarından yapılan avizelerin sergilendiği “Le Kabbak”ın önünden devam edersiniz. Şanslı gününüzdeyseniz köy pazarına denk gelir ve biraz meyve alarak yola devam edersiniz. Ardından tepedeki değirmenleriyle Peksimet köyü gelir ve rampayı tırmanıp dönünce “denizi göreceksiniz, sakın şaşırmayın”… Gümüşlük denizidir sizi selamlayan. Birazdan dikkatli bakarsanız solda Latife Tekin ve dostlarının kurduğu “Gümüşlük Akademisi” tabelasının önünden geçeceksiniz.

Biraz sonra bir kavşağa düşecek yolunuz ve tuhaf bir his başınızı sağa çevirecek. Orada “Karakaya Köyü” tabelasını göreceksiniz. Yokuş yukarı gizemli ve sükunetli bir yol yatacak önünüzde. Bir tuhaf dürtüyle direksiyonu sağa kırıverirseniz şaşırmayın. Hele ki ruhsal yönünüzü besleyenlerdenseniz hiç… Tırmandıkça tırmanın, döne döne, çıka çıka… Tam olarak anlamadığınız bir nedenden yukarı doğru çekiliyorsunuz.  Karşıdan araç gelmeyecektir pek, belki üzerinde “Tel Dolap” yazan bir minibüs… İleride iki tabela size bu gizemli yolculukta  seçenek sunacak. Yukarı Karakaya mı Aşağı Karakaya mı?  Mavi hapı seçip Aşağıda karar kılar ve yola devam ederseniz sizi restore edilmiş taş evler, dar sokaklar ve ileride manzaraya hakim “Tel Dolap” restoran karşılayacak. Yolculuğun bu kadarıyla yetiniyorsanız bari Tel Dolap’ta takılıp gece olmasını bekleyin. Güzel yemekleri, hoş sohbetli sahipleriyle güzel bir gece geçirin hele bir de dolunaysa… Ama kırmızı hapı seçip “yukarı, daha yukarı” dediyseniz…

Paralel evrenlere açılan köy

Efsane odur ki dünyada sayıları iki elin parmaklarından belki biraz fazla olan yöreler varmış. Bunların bilgisi kalabalıklara perdeliymiş, ancak meselenin erbabı, konuya yıllarını ve yollarını harcamış yolcular bilgi sahibiymiş. Bu kadim ve sırlı bilgi pek açık edilmez ancak yolculuklarında belli bir dönemece gelenlerin kulaklarına fısıldanırmış. Bizim kulağımıza da nereden geldi bilinmez bir yerlerde fısıldanmış. Bu bilgi çağında hakkında pek doyurucu bilgi de bulunamazmış. Ne kitaplarda ne dünyayı birbirine bağlayan internet ağında. Ama bir gün söz dönmüş dolaşmış, başka yollar tıkanıp onun yolu açılmış ve bu bilginin bendenizi kanal ederek  paylaşılası gelmiş.  Şimdi yolculuğunun dönemeçleri uygun düşen yolcular dinlesin, geri kalan okuyucular bir gezi yazısı gibi okumaya devam etsin…

Dedik ya dünyada iki elin parmaklarını ancak geçen yöreler varmış, işte bu yörelerde kimilerinin başka alemler dediği, kimilerinin paralel evrenler dediği bilgisi sırrı ancak gidip dönende gizli olan yerlere açılan kapılar varmış. Bu kapılara terminolojide “ley hatları” denirmiş. Ley hatları, dünyanın enerji merkezleri yani çakralarını oluştururmuş. Kadim bilgilere, bilginlere yurtluk yapmış bereketli Anadolu topraklarından da Ley hatları geçmekteymiş. Paralel evren kapılarından ise üç tanesi mevcutmuş. Farketmemiz o ki bu üçünün de adı “Ka” ile başlar, ki “ka” çoğu antik kültürde yaşam enerjisi ile ilişkilendirilir. Diğer ikisini şimdilik söylemeyeceğiz. İşte bu gizemli, vakur, yüksek bakışlı Karakaya da bu yörelerden biriymiş. Yine denilen o ki, bu üç merkezin özel ziyaretçileri olurmuş. Bu gizli kapıların bir de rehberleri. Uzak memleketlerden gelen yolcularını bu kapılara getiren rehberler kapıda onların geçişlerini ve dönüşlerini beklerlermiş. Kara delik misali bu Ka kapılarından hangi evrenleri ziyaret edip ne yaralarına merhemler bulurlarmış bilinmez…

Kendi adıma Karakaya’da bu kapıya rastlamak için çok dolaştım. Henüz kesin bir sonuca ulaşabildiğim söylenemez. Bu aralar ley avcılığı üzerine biraz çalışacağım (dünyadaki ley hatlarını takip edenlerin kurduğu internet sitesinde ley avcılığının püf noktaları öğretiliyor! http://www.leyhunter.org/leyhunter.com/begin/index.htm) Ama ulaştığım sonuç şu ki, belki de bu yönünden gücünü alan Karakaya çok güçlü bir enerji merkezi; öyle ki bu enerji Gümüşlük’ün de insanlarda bıraktığı açıklanması güç ruhsal hazzın kaynağı gibi görünüyor bize. Zaten Karakaya eski Gümüşlüklülerin köyü. Yörenin bin yıllar öncesi sakinleri Leleg halkından kalma alışkanlıkla savunma amaçlı olarak gizli bir dağ eteğine kurulan köyde Cumhuriyet döneminde deniz akınları tehlikesi geçip su sıkıntısı baş gösterince yerli halk bugünkü Gümüşlük köyünün olduğu sahil ve çevresine göç etmiş.

Uzun süre yarı yıkık taş binaları ile hayalet köy gibi yaşayan Karakaya’da ise bugün yeni bir yapılanma söz konusu. Eski binaları sahiplerinden satın alıp restore ettirenler bu dingin dağ köyünde yaşama şansına sahip oluyorlar. Fakat bunun oldukça pahalıya mal olduğu da biliniyor. Zira araziler ilgi ile doğru orantılı değer kazanmış durumda ve köye ancak deve yüküyle inşaat malzemeleri taşınabiliyor ki bu da maliyetleri iki katına çıkarıyor.

Gümüşlük’ün güzelliklerini yaşarken başınızı kaldırıp yukarılardan, tarihin bir yerlerinden ve belki de paralel evrenlerden aşağıya bakan o köyü görün… Orada bir Karakaya köyü var uzakta… İşte o köy bizim enerji merkezi köyümüzdür…